Mızrak ve çuval

Tehlikenin farkına varalım: Millî varlığımıza, ülkenin vatanı ve devleti ile bölünmez bütünlüğüne, Türkiye'nin âlî menfaatlerine yönelik en yakın ve ciddi tehlike Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinde yer alan illegal örgütlenmelerden geliyor. Karşımızda hem sanık, hem savcı, hem yargıç var. TSK'nın soruşturmayla ilgili bilgileri "kamuoyu ile paylaşmaya mecbur edildiği" ibaresi, kendi başına bir "hukuku çiğneme itirafı."

"Mızrak çuvala sığmıyor" deyişi, mızrağın etkili bir silah olarak kullanıldığı kadim zamanlara ait bir benzetme. Askerî ölçülerde bir kamuflaj eksikliğini, daha ötesi saldırı niyetinin ortaya çıkmasını anlatıyor. Bu başlık altında dünkü yazısında Genelkurmay'ın cunta faaliyetlerini kamufle etme çabalarını sorgulayan Ekrem Dumanlı'nın açtığı yoldan devam etmek niyetindeyim. Evet, "Mızrak çuvala sığmıyor". O zaman ne yapmak lâzım? Galiba önce mızrağı çuvaldan çıkartmak, sonra da "mızrak"tan da, "çuval"dan da kurtulmak gerekiyor.

Tehlikenin farkına varalım: Millî varlığımıza, ülkenin vatanı ve devleti ile bölünmez bütünlüğüne, Türkiye'nin âlî menfaatlerine yönelik en yakın ve ciddi tehlike Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinde yer alan illegal örgütlenmelerden geliyor. Yer değiştiren doğruları tekrar yerine yerleştirelim. Bu ülke ve bizler, ordu, kafasına göre bizi korusun ve yönetsin diye var olmadık; tersine bu ülkeyi korumak için bu orduyu vücuda getirdik. Vücuda getirdiğimiz ve beslediğimiz kuruma çekidüzen vermek en doğal hakkımız ve görevimiz değil mi?

Türkiye'nin sahip olduğu kurumları ve değerleri, ilkelliğin ve geriliğin bir uçta; uygarlığın ve ileriliğin öbür uçta yer aldığı bir yelpazeye yerleştirelim. Bir tarafa kaba gücü, saldırganlığı, bağnazlığı, şiddeti; öbür tarafa aklı, basiret ve feraseti, hukukun egemenliğini ölçü olarak koyalım. Sonra bütün kurumlara, bu niteliklerine göre bu yelpazede bir yer bulalım. Sizce Türk Silahlı Kuvvetleri'ni nereye yerleştirmemiz gerekir?

Ordumuzun harbe hazırlık durumu, eğitimi, sevk ve idaresi ne durumda? Bu sorunun cevabını verebilmek için uzman olmak lâzım. Ancak, önceki gün Genelkurmay tarafından yayımlanan "bilgi notu" tek başına kötü yönetilen bir orduyu işaret etmiyor mu? Star'ın bilgi notuna yönelik sıraladığı "Genelkurmay'ın cevaplamadığı 30 soru" başlıklı haberi, tek başına kötü yönetilen bir orduyu anlatıyor. Kötü yönetimin sebebi de çuvala sığmayan mızraktan başka bir şey değil. Bilgi notu yürütülen soruşturma ile ilgili başlı başına bir mahkeme kararı gibi. Karşımızda hem sanık, hem savcı, hem yargıç var. Gerekçe bile tek başına "TSK'ya güvensizlik" yaratacak bir hukuk hatası ile malul. TSK'nın soruşturmayla ilgili bilgileri "kamuoyu ile paylaşmaya mecbur edildiği" ibaresi, kendi başına bir "hukuku çiğneme itirafı."

Savaş gemisinin güvertesinden aydınları, akademisyenleri, medyayı ve en önemlisi yargıyı hizaya çekmeye kalkmak, ancak muz cumhuriyetlerinde rastlanabilecek bir manzara. Devam eden bir soruşturma ile ilgili, ortaya saçılan her bilgiyi sonucuna bağlayan ve kendi personeli için "suçsuzdur" hükmünü veren bir Genelkurmay karargâhı da öyle.

Tek çare şeffaflık

Karşımızda hiyerarşisi bozulmuş, suçluları kurtarma telaşı içinde hukuku çiğnediği intibaı veren, elindeki silahları halkını tehdit etmek için kullanan düzensiz bir ordu var. Bu ordunun hemen düzenli bir ordu haline gelmesi lâzım. Kurtuluş Savaşı'nı başlatan düzensiz ordu ile Büyük Millet Meclisi emrindeki düzenli orduyu mukayese edenler, muradımı anlayacaktır. Düzenli orduyu var eden ise, hukuktur. Keyfilik değil, hukuk. Genelkurmay'ın bildirisinde izine rastlamadığımız şey. Sebep sonuç ilişkilerini doğru kuralım. Ceza Kanunu'nda yapılan tek kelimelik değişiklik sayesinde, cumhuriyet savcısı bu suikast iddiasını soruşturabiliyor. Demek ki hukuk tek başına ortalığı aydınlatmaya yetiyor.

Genelkurmay'ın, bu "bilgi notu" ile zeytinyağı misali üste çıkmak yerine, bu dehşet verici şüphelerden kurtulmak için yapması gereken tek şey var. Kendisini bütünüyle denetime açmak. Ordumuzun üstlendiği görevin gereği olarak sahip olduğu gizlilik ve ayrıcalıkların tamamı, şu anda sadece TSK üzerindeki şaibeleri ve şüpheleri derinleştiriyor. Kaldırın bu zırhı ve her karanlık odayı denetime açın. Ordunun bütün gizli sırları işportaya dökülse, "devlet büyüklerine suikast düzenleyen ordu" şaibesinden daha büyük bir zararı bu ülkeye verebilir mi? Tek çaremiz şeffaflık. Ordunun yerlerde sürünen itibarını iade edecek olan da, geceleri rahat uyumamızı sağlayacak olan da, Türkiye'ye hukukun egemenliğini getirecek olan da sadece bu. Çuvalın sağını solunu çekiştirip alay konusu olmak yerine, mızrağı teşhir etmek ve bu mızrağı saldırı amacıyla taşıyanları kulağından tutup etkisiz hale getirmek. Akla zarar gerekçeler icat edip, dar alanda çırpınmak yerine herkese hiç şüpheye mahal bırakmayacak şekilde hukukla kayıtlı bir orduya sahip olduğumuzu göstermek. TSK'nın içinden geçtiği krizin tek çözümü bu. Eninde sonunda bu ülke için yapılması gereken tek şey bütün odaları aydınlatılmış bir Genelkurmay karargâhı.

33 erin şehit edilmesi mi? Gaffar Okkan suikastı mı? Rahmi Koç Müzesi'nde çocukların havaya uçurulması planı mı? Devlet büyüklerine suikast hazırlığı mı? Daha bir yığın şüphe ve soruşturmanın kirinden ordumuzu arındırmanın tek yolu şeffaflık. "Ordumuza karşı asimetrik psikolojik harekât yürütülüyor", "TSK yıpratılıyor" feryatları yerine bütün birimlerinizi Parlamento'nun, hukukun denetimine açacaksınız. Bu "bilgi notu"nun hukuk karşıtı mantığının verdiği zararı, bu orduya hangi psikolojik harekât verebilir? İçinde yer aldığınız kurumun şerefini, bu ülkenin menfaatlerini başka türlü koruyamazsınız. Denetimden kaçtığınız her alan, suçun gizlenmesi ve suçluların korunması olarak yorumlanacak. Yakalanan subayların bağlı olduğu Seferberlik Dairesi'nden başlayalım. Bu birim nasıl olur da, istihbarat biriminin görevini üstlenir ve (bilgi notunda kabul edildiği üzere) Bülent Arınç'ın ev adresini bulundurur?

Deniz Baykal'ın aklımıza getirdiği bir ihtimali de dikkate almalıyız. Baykal "Sokağın adını bile aklında tutamayan insanlar, nasıl suikast yapar?" diye soruyor. Ya gerçekten böyleyse? Bu suikast işleriyle "sokağın adını bile aklında tutamayan insanlar" uğraşıyorsa? Ortalığa dökülenlere baksanıza. Elindeki silahın kendisine ya amiraline, ya devlet büyüklerine, ya da sabi çocuklara çevirmek için verildiğine kanaat getiren biri, bir sokağın adını bile aklında tutabilir mi? Ehil ellerde olmayan silahlar... O zaman karşı karşıya bulunduğumuz tehlike daha büyük demektir.

Bu daha büyük tehlikeyi bertaraf etmenin tek yolu, eline silah teslim ettiğimiz kişilerin ne işlerle meşgul olduklarını tıpkı medenî ülkelerde olduğu gibi denetlemek. Genelkurmay'a düşen görev de çuvalı çekiştirmeyi bırakmak. m.turkone@zaman.com.tr

Bu yazı toplam 2914 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar