İNSAN OLMANIN KIYMETİ

147.-melborn.jpg

İnsan, “ahseni takvim – en güzel bir şekilde” yaratılmış bir varlıktır. İnsana, insan olduğu için değer vermek, insan olmanın da birinci şartıdır. Kendi ülkendeki insanlarla, kendi ırkından gelen insanları insan kabul etmek, bunun dışında kalanları insan kabul etmemek ancak insan görünümlü “belhum adal - hayvandan daha aşağı” olanların yapacağı bir iştir.

Bizler çok şükür ki Müslüman’ız ve insana, insan olduğu için değeri vererek, o ister Müslüman olsun, ister olmasın bu değerlendirmeden mutlaka yararlanmasını sağlamaktayız.

Onun için Çanakkale de kendisiyle savaşmaya gelen düşman askeri yaranlınca onu kucağına alarak revire götüren bir askerimiz olmuştur. Ama Filistin de, Afganistan da, Irak da, Suriye de veya diğer İslam ülkelerinde çoluk-çocuk, kadın-erkek, demeden insanları katleden, onların malını, canını ve ırzını heder edenler de güya “biz insanız” demektedirler.

Aşağıda okuyacağınız hikâye, Avustralya’ya yeni gelen bir yabancının tuttuğu notlardır ve Avustralya da yaşanmış, gıpta ettiğimiz bir olaylardır. Bu hikâyeyi okurken “1717-1718 yıllarında Türkiye’ye gelen Fransız Sefirinin (Büyük elçi) eşi Lady Montaqu’nun Paris’te ki ablasına yazdığı Türkiye mektupları” kitabı geldi aklıma…(Tercüman 1001 temel eserler -12) Bu kitabı okuyun da “Biz o zaman neymişiz?” anlayın.

Olması gereken budur ama bakın bakalım, bizde bunların bir tanesi kalmış mıdır? Müslümanlıktan uzaklaşınca insanlığımızdan da ne kadar uzaklaşmışız görün. Avusturalya Müslüman değildir diyenlere; “ama adam sistemini insanlık üzerine kurmuş” demek lazımdır.

YENİ YERLEŞİYORUZ

“Melbourne'e vardık. Bir ev kiraladık, ben oradaki akrabalarıma harıl harıl soruyorum
'”Yahu, elektrik, telefon, su, gaz idarelerinde tanıdığı... nız var mı?” Biri sordu;

 “Ne yapacaksın?” 'Öyle bir müessesede mi çalışmak istiyorsun? Ben;

“Hayır” diye cevap verdim”Yeni eve o hizmetleri bağlatmak istiyorum da...”

Akrabam güldü, “Bana adresini söyle” dedi. Adresi verdim, geçti telefonun başına, o idareleri tek tek aradı. Akşama doğru bütün hizmetler bağlanmıştı.

Bir gün elektrik idaresinden bir mektup geldi. Mektupta, 2 ay kadar sonra, bir gün bizim sokakta elektrik kesileceği bildiriliyor ve ilave ediliyordu. “Eğer o gün mutlaka elektriğe ihtiyacınız varsa size bir jeneratör tahsis edilecek ve harcadığınız elektrik normal tarife üzerinden hesaplanacaktır. Ancak jeneratör sayısı sınırlı olduğu için sadece mücbir ihtiyaç sahiplerinin müracaatı karşılanacaktır...”

Ben istemedim, ama komşumuz, yalnız yaşayan yaşlı kadın jeneratör istedi. O sabah 8'de iki teknisyen jeneratörü getirip kadının sistemine bağladılar... Sonradan, merak edip sordum bu iş için sadece harcadığı elektriğin bedeli olan 45 sent almışlar.

Ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini Avustralya'da öğrendim. Bir tek gün kimse hakkımı yemedi, kuyrukta önüme geçmedi, trafikte açıkgözlük yapmadı, benden avanta istemedi...

Kızım yeni bir mektebe başlamıştı “Gel çarşıya çıkıp eksiklerini alalım” dedim. “Lüzum yok” dedi, “Her şeyi okuldan verdiler” dedi.

Bir gün de aynı mektepten bir mektup geldi. “Bazı talebelerin, öğle yemeği olarak pahalı gıda maddeleri getirdiklerini fark ettik. Lütfen çocuğunuzun yanına sadece, bütün ailelerinin çocuklarına alabilecekleri şeyler verin. Bu yaşta çocukların arkadaşlarına imrenmesi kötü bir şeydir” deniyordu.

Annem bizi ziyarete geldi. Meydana karşılamaya gittik, bekliyoruz, arada gümrüğün kapısı açıldı ve annemi oradaki bir memur ile konuşurken görüyorum. İngilizce bilmeyen annemin sohbeti bir türlü bitmiyor. Dikkat ettim annemin elinde bir portakal var. Nihayet annem çıktı ve iş anlaşıldı.

Kıtayı mikroplardan korumak için Avustralya'ya herhangi bir gıda maddesi sokmak yasak. Annem uçaktan bir portakal alıp çantasına koymuş. Adam onu görünce, hemen elinden alıp çöpe atacağına, büyük bir sabır ile Avustralya'nın neden bir kaideyi uyguladığını anlatıyor ve “Bu size karşı yapılmış bir hareket değildir, hepimizin sağlığı için alınan bir tedbirdir filan diyormuş.”

MELBOURNE DE HAYAT

Melbourne'da ve Avustralya'nın hemen hemen tamamında deniz kenarında bina yoktur. Memleketi bir yol çevreler. Kıyılar herkesindir. 5-10 kilometrede bir,
denize girmek, piknik yapmak için tuvalet, duş, elektrikli mangal ve soyunma odaları gibi bedava tesisler vardır. Yalnız elektrikli mangalı çalıştırabilmek için para atmak lazımdır.

Bir gün oldukça yüklü bir telefon faturası geldi. İdareyi arayıp, bu faturayı ödemekte zorluk çektiğimi söyledim ve şu cevabı aldım “Siz bu faturayı bu ay ödemeyin. Biz bunu 12'ye bölerek 1 sene müddet ile her aylık faturanıza ilave edeceğiz. Ama bundan sonra her faturada ödeyin”. Sorduğumda faiz ödemeyeceğimi de öğrendim.

Avustralya'da yaşayan her insan bedava sağlık sigortasına sahiptir. Şehrin merkezinde ofis olarak kullanılan çok katlı binalar hariç, iki katlıdan yüksek bina bulunmaz. Normal evler 1 dönüm bahçe içinde, müstakil evlerdir. Şehrin belki yarısı golf sahaları (bedava), botanik bahçeler, göller ve akarsular ile kaplıdır. Okullar bedavadır.

Musluktan akan su, hakiki içilen sudur (sözde değil özde). Kilise, cami, havra, Budist tapınakları ve daha nice dini yapı yan yana varlıklarını devam ettirir.

SBS adlı devlet televizyonunda Avustralya'da yaşayan 100 küsur ayrı millete mensup insanların kendi dilinde yayın yapılır. Çoğu Avustralyalı, 2 vesile ile kravat takar; bunlar düğün ve cenazelerdir.

Avustralya'da en büyük suç yalan söylemektir. Yalan söyleyen, yalan beyanda bulunan insanın hayatı kayar. Onun dışında her şeyin bir çaresi bulunur.

 

 

Bu yazı toplam 1061 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar