Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Gün, “Ah!” Eder, Günahından!

 

Elli altı…

Toroslar"ın bağrından kopup büyük şehre geleli daha ne kadar olmuştu ki! Yasemen kokulu yaylalar, anasının tarhana aşı… burnunda tütüyor; başını yastığa koyunca saatler geçmek bilmiyor…

Dedesinin elinden tutup götürdüğü bayram camilerini, köy meydanındaki sıkı kurban pazarlıklarını, dayısının binbir zahmetle yaptığı uçurtmayı, ikinci gün ilçe meydanına gelen kumpanyayı, seyyar salıncakları… En çok da, çember çevirince, yokuş aşağı koştuğu bayırları…

Hukuk"u kazanınca konu komşu ne de sevinmişlerdi; on yıl var ki yılan hikayesine dönen davalarına bakacak, derdi olana koşacak, yörüğün gururu olacaktı. Muhtar kulağına eğilmiş: “Evlat, sakın özünü, tarihini, en önemlisi de Yaradan"ını unutma!” demiş; cebine iki lira kıstırmış; ona, bir ay yetmişti.

Şehir, onu büyülemiş; Sarayburnu"ndan Fatih"e, oradan Galata"ya durmaksızın yürümüş, ayaklarına kara sular inmişti. Bir akşam, fakultenin yeşil parkeli gediklisi yanına sokulmuş:

“Bak aslanım, bu memleket niye geri kaldı biliyor musun? Hep şu mızraklı ilmihalcilerin yüzünden; bir şeyden anladıkları yok; güya eski günlere dönersek kalkınacakmışız; önce ahlak ve maneviyatmış; utanmak, insan olmakmış!

 Roma hukuku, Mısır hukuku… zulüm, kan ve gözyaşıymış; bir de Alemlerin Rabbi"nin Hukuku varmış; insanlık O"na sarılarak kurtulacakmış. Başımıza ne geldiyse, İsviçre"den medeni , İtalya"dan ticaret , Fransa"dan ceza hukukunu almaktan geliyormuş;  hepsi de Firavunlardan mirasmış!

Firavun, halkına ilahlık taslayan bir şarlatanmış, koca koca piramitler yaptırmış; Nemrut, bir sinekle başa çıkamayacak kadar acizmiş; modern çağın diktatörleri onların izindeymiş!

Tabiat kanunu safsataymış; O"ndan habersiz, bir dal bile yere düşmezmiş! Evrim, inkarmış; bir defa, kromozomları tutmuyormuş; ama dileyen, “Ben maymunum!” diyebilirmiş; onlar, insan olmaktan onur duyuyorlarmış! Büyük Doğu"daki adam, akıl hocalarıymış; bir de kırmızı kitapların müellifi! Tanı bunları!”

Kafası karışmıştı bir kere; laf cambazı aklını çelmiş; yem, oltaya gelmişti! Ona "görev" verildi. Artık, okulunun gözdesi idi; formlarda boy gösteriyor, "asılan adam"dan adalet istiyordu.

O yaz köyüne döndü; babasının cizlavutu, anasının yemenisi ona "banal" geliyor; “Daha çağdaşı yok mu?” diye iç geçiriyordu; sofrada ne varsa süpürmüş, bir de bakmış ki, kimse yemeğe kaşık bile sürmemiş, azıcık utanmış; suçlu gibi kalkmıştı.

Köy meydanındaki akranlarına frenk usulü başını sallamış; “Proleterya çocukları, feodalitenin kırsala mahkum ettiği zavallılar; bunlar beni bozar!” hayıflanmasıyla oradan uzaklaşmıştı. “Vebalılar ne olacak!”

Kahvedeki taş plaktan yanık Anadolu havası esiyor; sanki mahsus çalıp, ona dokunduruyorlar gibi diş biliyordu.

Ben de bu dağların nesine geldim / Meleşir kuzular sesine geldim / Bir garip ölmüş de yasına geldim / Geldim emmoğlu.

“Üç beyaz adam”ın şafak vakti asılmasından derin bir haz almış; sanki, her birinin boynuna yağlı urganı o geçirmişti. Yaşayan mı karlı idi, yoksa hergün ölüp ölüp dirilen mi…! Tarih, cellatları değil; "boynunda yafta", ötedünyaya göçenleri hayırla anacaktı!

“Zulmedenler, nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını yakında bileceklerdir!”

Yıllar yılları kovalamış; Beyaz Reis"in memleketinde, "devlet bursu" nasip olmuş;  Kenedi"nin kanadına girmiş; Moon büyüsüne kapılmıştı; döndüğünde, ortalığı ana baba günü görünce, "dumanlı hava"yı sezmiş; Milli Şef"e bir darbe vurmanın zamanı gelmişti. Öyle ya, "kurt kocayınca…"

Okyanus ötesi icazeti, ülkenin en genç mebusu olmanın yollarını açmış; hırsı, onu "bakan" bile yapmış; lakin kilometrelerce uzayan yağ kuyruklarına "bakamamıştı."

Yavru Vatan"a çıkarma yapılmasına, altı ok"tan tek destek ondan gelmiş; anahtar"la omuz omuza vermiş, lakin balayı kısa sürmüştü.

“Kalk!” borusu ona yaramış, bahtı açılmıştı. Şöhreti, referans olmuş; "sosyal" bir tarafa, "demokrasi" bir tarafa savrulmuş; "varoşların efendisi(!)" gettolara kapıyı kapamıştı.

 "Er-soy"dan aldığı yeter de artardı bile. Estetik hanımefendi sahne alıyor, saygın beyefendi haracı kapıyordu.

“Bu hanıma haddini bildirin”in Helen hayranı liderinin izinde, ahde vefaya havlu atmış; “sarıgül”ü “şişlemiş”; “ışılak”lı, “kırmızıgül”lü papatyalara kucak açmıştı. Projesizliği ortaya çıkar! diye de, vizyonunu muhalefete bağlamış; aba altından sopa göstermiş, günü kurtarmıştı. “Ama”lı cümleler, talkşovculara taş çıkarmış; “Bu mu bizi yönetecek!” dedirtmişti.

Zor, oyunu bozardı. Anadolu, bağrından, kökleriyle barışık önderler çıkaracak; meydanlar, pek yakında, “kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip gençlik…”le dolup taşacaktı.

Bu yazı toplam 2465 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum