RUHUNU ARAYAN ÜLKENİN YENİ BAŞKENTİ

 

Glasnost sonrası yeni bir yola giren ve bu yolda liderini değiştirmeden devam eden tek Türki Cumhuriyeti kaldı;Kazakistan.

Rejim değişiminee hazırlıksız yakalanan bu ülkeler içinde maddi olarak en şanslılarından biri Kazakistan’dı. Zira petrol rezervleri biliniyor ve işletilmeye hazırdı. Söylenti odur ki Gorbaçov Amerika ile glasnost öncesi anlaştı ve Tengiz sahasını şu anki işletmecisi olan Amerikalı şirketlere verdi. Konumuz onun detaylarına girmek değil olmadığı için bu defteri açmıyoruz.

Ekonomik avantajlara sahip olan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev ülke tarihine damgasını vuracak iddalı  bir projeyi de devreye soktu ve ülkenin başkentini  Almatı’dan Astana’ya 1998 yılında taşıyı verdi.

Astana, Kazakistan’ın kuzeybatısında  küçük bir kasabayken, kısa zamanda  devasa binalara, tesislere, parklara vs  kavuştu ve bu yapılaşma hala devam ediyor. Yapılaşmanın, kentşemenin tamamının  bir merkezden bir plan dahilinde yapıldığı o kadar aşikar ki,  bunu müşahede ederken bir yerlerim sızlıyor. Ankara’yı düşünüyorum mesela. O da 1923’te 30.000 nufüslu bir küçük bir şehirdi ve payitahtın Dar Saadeti’nin makamına oturduktan sonra hızla büyümüştü ama kontrolsüz, şekilsiz. Gördüğüm diğer  Türkiye’deki şehirlerle kıyaslıyorum. Buralarda şehircilik adına gördüğüm, takdir ettiğim her güzellik içimi sızlatıyor. Türkiye’de maalesef bir şehrin kaderi hiç bir mesleki   kariyeri olmayan memurların eline bırakılmış.

Burada okuduğum bir haberde Atyrau şehir planının Leningrad Tasarım Enstitüsüne verildiği öğreniyorum. Astana’nın da böyle saygın bir mimar veya enstitü tarafından planlandığı o kadar belli ki, simetri, binaların ölçeği, hava sirkülasyonu… hepsi düşünülmüş, planlanmış ve uygulanmış.

Şehirde yürüyüp  bizim şehirlerle kıyaslarken buranı halkının müslüman olduğunu düşünüp bir taraftan  kıvanç  duyup seviniyorsunuz, diğer taraftan İslami bir atmosferi  teneffüs edememenin verdiği acı gerçeği, o ruhu da yakalayamayınca hayıflanıyorsunuz.

Astana’ya on yıl önce resmi bir ziyaretim olduğunda buranın ikinci bir Houston olacağı söyleniyordu. On yıl sonra geldiğimde ise denizi olmayan Dubai nitelemesini duydum çok kişiden.  Binalar kısmen seyrek ve alçakta olsa haklılığı olan bir benzetme.

Uçaktan inerken yerel saatle 04:00 gibi bizi karşılayan organizasyon temsilcinin birleştirdiği grupta Sloven bir ekipte vardı. Bu ekibin başında bulunan Dan  “en az elli defa geldim bu şehre” dediğinde çok şaşırdım. “Burası kışın çekilmez, dünyanın en soğuk başkentidir Astana”.

Bir kaç sonra katıldığımız ve forum sonrası Dan ile  otelin yakınında bulunan alışveriş merkezine giderken bu gerçeği iliklerime kadar hissettim. Konuşkan ve sıcak  bir tip olan Dan’den bu bölgenin Expo kapsamına alındığını kaldığımız otel, AVM ve diğer tüm binaların teşviklerden yararlandığını anlattı. Kentin bütün yollarının Expo öncesi iki hafta kapatılarak binlerce iş makinası kullanılarak yeniden asfaltlandığını, yollarda bir tek çukur bile bulamayacağımızı söyledi. O öyle deyince şehrimiz her on santime düşen çukur sayısı aklıma geldi. Ertesi günü 2-3 saatlik yürüyüşte de bu gerçeği de müşahede ettim.

Astana sıfırdan  yapılmış bir kent. Kütüphane, spor salonları, müze, tiyatro vs hatta bazı üniveristeler gibi özel kurum binaları aykırı sanatsal yapılar olarak kendini fark ettiriyor. Bunun dışında Başkanlık Sarayı açıkça Beyaz Saraya öykünmüş. Sarayın doğu tarafı ise nehir demeye bin şahit İshim deresinin yatağı genişleterek göle yapılan bir boşluğa bakıyor. Ötesinde park ile bütünleşmiş Ruhani Meydanı (Barış ve Hoşgörü Meydanı).

Şehrin diğer mesken binaları  20-30 katlı gökdelenler. Çoğunu Türk ve Koreli firmalar yapmış ama hala devam eden inşaatlar, temeller görünüyor.

Şehrin nüfusunun on yıl önce 500 bin olan nufüsu, 900 bin olmuş, ama sokaktaki insan sayısı belki soğunda etkisi ile başkentten ziyade Norilsk şehrini çağrıştırıyor.

Halkın yüzünde mutluluğu okumak zor. Zaten yaratılıştan tenlerinde esmerimsi kavrukluk olan Kazakların hafif çekik gözlerinin arasından gülüşü görmek, hatta gençleri şakalaştığını bilmek görmek nadiren. Sokakta  çocukta göremiyorsunuz. Zaten çocuktur insanı tüm enerjisini alıp, umuda tebessüm ettiren. Çocuk olmayınca somurtkandır insanoğlu.

Kazakistan’a on yıl önce nufüs 20 milyon görünüyordu, istatiklere  göre bunun %47’si Ruslar oluşturuyordu.Bu oranın şimdilerde %20’lere düştüğünü söyledi cami çıkışında tanıtığım Şakhsen.

Ülke nufüsunu sorduğumda 18 milyon dedi. Hem eniştesi Karamurat ve hem de Şakhzen Özbek. Çimkent’liler. Her ikisininde  Türkçesi Anadolu’nun Türkmen Türkçesinden farkı yoktu.  Birazda Türk firmalarında çalışırken yaklaşmış Türkçeleri Anadoluya.

Kazaklar yavaş yavaş Rusçayı bırakıyor. Kazakça yayın ve televizyonlar artmış. Kazakçada bizim  ortak kelimelerimiz az görünse de lehçeyi  kaptıkça, kril alfabesi ile yazılan Kazakça metinleri  anlama oranınız artıyor.  Bunu camiden aldığım Kazİslam gazetesini Şakhzen’le okuyunca daha iyi anladım. Ararştırma değil de gözlemime göre söylüyorum Türkiye’den Orta Asya’ya ülkelerine giden birisi Azerbaycan’da  bir ayda, Özbekistan ve Türkmenistan’da 2-3 ayda, Kırgızistan’da 3-4 ayda, Kazakistan’da ise 5-6 ayda dil sorunu tamamen çözer.

Sekülerizme inanmış bir liderin arkasında, Kazak halkının içinde önemli bir kesim;  tanınan ve tanımlanan imkanlarla artan bir şekilde İslam’a yaklaşıyor. Sıkı tutulan sınırlardaki ılımlı politika, şehirde bulunan her ikisi de sembol cami niteliğindeki Nur Astana ve Hazret  Sultan Camilerine girip çıkan insanlardan da anlaşılıyor. On yıl önce neredeyse tek tük olan cemaat hareketlenmiş. Görevli Cuma namazlarında  cemaatin avluya taştığını, Hazret Sultan’ın kapasitesinin 17.000, Nur Astana Camisinin ise 8.000 olduğunu bir çırpıda söyleyiverdi. Camiye giren hanımlara pelerin tipinde bir elbise giyme zorunluluğu getirilmiş ve hanımlar ibadetlerini ahşap ızgara ile ayrılmış bölümde yapıyorlar.  Burada ibadet ve hatta dindar olmanın gereği bazı insanların camiye gelip kısa bir aşır okuttuğuna da şahit oldum.

Hazret Sultan Mescidinin dünyada son dönemde yapılmış gördüğüm en güzel camilerden biri olduğunu söyleyebilirim. Mesela, Abu Dhabi’deki Büyük Ziyad Camii bundan daha büyük ve şatafatlı olmasına ragmen, Nur Sultan Camii sanki İslamın ruhunu bilen birileri tarafından tasarlanmış ve yapılmış. Türkmenbaşı’nın köyüne yaptırdığı cüsseli ama içinde bir tek Arapça ibare olmayan, sanki Ruhnamesi ile adı İslam ama dili farklı protestan bir dinin mabedi gibi yaptırdığı Ruhi Mescidiyle hiç kıyaslanmaz. II. Hasan’ın Köln Kilisesi ile yarıştırdığı Kazablanka’daki camiyi de hiç benimsememiştim. Karşılatırmıyorum bile.

Her iki camininde bodrum katlarında güzel/sıcak sulu abdesthaneler var.İçimden acaba II. Hasan Camisindeki  iç mekan ve  kubbe cinnetini görürmüyüm diye  geçirerek yaklaştığım ikinci kademede kubbelerin dehşet güzelliğini görünce rahatladım.  İlk kez bir camide Hz Adem’den Hz Muhhammed’e kadar Kur’an geçen bütün peygamberlerin ismini(Arabça) dairesel tabaklara yazıldığını gördüm. Kufi yazı ile yeşil bir zemine yazılmış ayetlerin neredeyse tamamı “Ey iman edenler… (Ya eyyühellezine amenü..“ diye başlayan ayetlerden seçilmiş.

Otelden taksi ile Nur Astana Camiisi, oradan da yürüyerek Bayterek Kulesi, arkasından Başkanlık Sarayına uzanan   uzun simetrik  kamu ve özel binaların arasından  Başkanlık Sarayına kadar uzanan boşluğu geçtikten sonra, İshim nehrinin(şu anki haline dere demek daha doğru)  üzerine Strovo Köprüsü gibi yapılmış yapıdan geçip Hazret Sultan Camiine varmak neredeyse bir saatimi aldı. Geriye dönmeye ne takatim kaldı ne de zamanım.  Cami çıkışında taksi sormak için selam verdiğim  Şakhzen’in eniştesine ait Hyundai Starex’i taksi olarak tutup, Kergek’e geri gelmek için 700 tenge (yaklaşık 8 TL) verdim. Sokakta yürürken hiç bir araçta taksi emaresi görmediğimi sorduğumda Şakhzen bana burada elini kaldırdığında duran her aracın taksi olduğunu söyledi.

Kergek AVM’nin arka kapısından  çıktığımda dediklerini yaptım ama hiç bir araç durmayınca bende ön kapıya yöneldim ve orada “taksi taksi”  diye bağıran isminin binince Cengiz olduğunu öğrendiğim arkadaşın aracı ile önce otel diye anlaştıysakta sonradan bekleme yapmayıp valizimizi alarak istikameti üzerimde kalan tüm tengelere ona vermek üzere ikinci bir anlaşma yaparak havaalanına çevirdik. 

Dönüşü THY ile ortak uçuş yapan Air Astana’na ile yaptım. Uçakta Air Astana’nın dergisinin adını “tengri” olduğunu görünce ostese hem para birimi olan “tenge” ile ilişkisni hemde eski Türklerde Tanrı anlamına gelen “Tengri” ile olan bağı sordum. El-cevap tenge ile bir anlam ve kök benzerliği yok ama “tengri” bizim eski tarihimizde de Tanrı anlamında geçer.

Bu yazı toplam 1934 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.