MERHABA, MİLLİ GÖRÜŞ

Nevzat Laleli        nevzatlaleli@gmail.com

Hatıralar canlanıyor yazı serisi                                                   

1968–69 öğrenim yılı Yükseköğrenime gidebilmek için hazırlıkların yapıldığı yıl. O yıllarda her şehirde Üniversite ve yüksekokul bulunmadığından İstanbul ve Ankara'ya gitmeniz gerekmekteydi. Ben de ilk, orta ve lise öğrenimi sürdürdüğüm Konya’dan ayrılarak önce İstanbul’a gittim. Maksadım Mühendislik öğrenimi veren okullardan birine kayıt olmaktı. O dönemlerde özel yüksekokullar da yeni yeni açılıyordu.

Önce İstanbul Yıldız Teknik Yüksekokuluna imtihan vermek için İstanbul’da MTTB (Milli Türk Talebe Birliği)nin açmış olduğu kurslara katıldım. Ancak Yıldız’ın imtihanlarını kazanamadım. Ankara’da ki “Teknik Yüksekokulunun” imtihanlarını kazanmış ama ben mühendis olmak istediğim için o okula da gitmemiştim. Beşiktaş’ta sahilde Işık Mühendislik ve Mimarlık yüksekokulu var, oraya kaydolmayı düşünüyorum.

Bu arada babamın ticari faaliyette bulunduğu İstanbul’daki tüccar ve sanayiciler ziyaret ediyorum. Bunlardan Haliçteki Çelik Endüstrisi Genel Müdürünü ziyaretim esnasında benim İstanbul’a bir yüksekokula kaydolmak için geldiğimi duyunca; “Niçin Ankara’da ki Özel Mühendislik yüksekokulunu tercih etmiyorsun. O okulu bizler açtık. Hem Konya’ya da yakın bir yer” dedi.

Bu okulları, o sırada Başbakan olan Süleyman Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel kurmuş. Ankara Maltepe’de lise seviyesindeki kolejlinin hemen arkasına birkaç ay içerisinde mimarlık ve mühendislik yüksekokulunu da yaptırıvermiş. Ben okula kayıt yaptırırken henüz inşaat işleri tamamlanmamıştı.

İLK DERS VE HOCASI

Zannederim 1968 yılı Eylül ayının ikinci haftası okulun öğrenime başlaması ve derslere başlama zamanı. Ben Ankara’yı henüz tanımıyorum. Babamla birlikte Ankara’ya geldik. Pazartesi sabahı okul önünde öğrenciler, onların velileri, okul idarecileri ve öğretim görevlileri olmak üzere bin kişi kadar okul girişi bahçede toplandık.

Küçük bir açılış merasimi yapıldı ve merasim sonunda kürsüden bir anons yapılarak; “Öğrencilerimize ve velilerine ilk dersi Profesör Doktor…(!) verecektir. Hepinizi Amfiye (salona) davet ediyoruz” dediler. Biz de babamla birlikte amfiye girdik ve bulduğumuz boş koltuklara oturduk. Tabii bize ders verecek olan hocayı o gün ben henüz tanıyamadığım için adını size yazmadım.

Elbisesi üzerine beyaz iş önlüğü giymiş birisi (Prof. Dr) elindeki beyaz tebeşiriyle yazı tahtasını da kullanarak başladı dersini anlatmaya. Dersinin adı, “İslam ve ilim” idi. “Önce ilmin ne olup olmadığını, sonra ilmin kaynağının İslam olduğunu ve bütün fen ilimleri İslam âlimlerinin geliştirdiklerini…” anlattı. Bu arada yazı tahtasında şekil ve şemalar çiziyor, mükemmel olan konuşmasını, gözlerimize de hitap ederek pekiştiriyordu.

Fen ilmi olarak bilinen matematik, geometri, cebir, trigonometri, kimya, fizik, tıp, astronomi (uzay ilimlerinin) kurucularının hep Müslüman âlimler olduğunu söyledi. Mesela Cebir ilmine ismini verenin “El Cabir” olduğunu, tıpta “İbn-i Sina”nın büyük katkıları bulunduğunu, matematikte (0) sıfırı ilk bulan ve kullananların Müslüman âlimler olduğunu anlattı. O zamanlar Batılıların kullandıkları Romen rakamları ile matematiksel hiçbir işlem yapılamayacağını, dört işlem olmak üzere diğer işlemlerin de bizim âlimlerimiz tarafından bulunarak insanlığı hediye edildiğini söyledi. Tasavvuf da Mevlana hazretlerini, Felsefede Batılı felsefecilere diz çöktüren İmam-ı Gazali’yi anlattı.

Artukoğulları zamanında Diyarbakır’da yaşamış olan Ebul-liz’in su ile çalışan bir çok otomatik makinenin kaşifi olduğunu ve bu makineleri Batılıların hocası Leonarda Davinci’den 2-3 asır önce çalıştırdığını ifade etti.

Batılılardan 200 yıl kadar önce galata kulesinden İstanbul’un Anadolu yakasına uçan ilk insanın Hazerfan Çelebi, Lagari Hasan Çelebi’nin de 50 okka barut kullanarak Batılılardan 150 sene önce ilk roketle uçan ilk insan olduğunu anlattı.

O günkü unutamadığım bir mukayesesi de Felsefeye aitti ve “İlim, hakikatler zinciridir. Eğer bir hakikat varsa bu hakikat Batıda olduğu gibi birbirlerini tekzip edenler (yalanlayanlar) arasında mı, yoksa İslam âlimlerinde olduğu gibi birbirlerini teyit edenler (doğrulayanlar) arasında mı olacaktır?” demişti. Ve ilave etmişti, “Elbette ki hakikat, birbirlerini teyit edenler arasında olacaktır” demişti.

Bu gün artık Batının ilimde bunaldığını onların önünün açılmasını yine İslam âlimlerinin yapacağını…” anlattı.

Konferanstan çıkarken babam bir itirafta bulundu ve “Ben hayatımda böyle güzel bir konferans dinlemedim” dedi.

İLAHİ TECELLİLER

Ben liseyi o sene tamamlayacağım, yüksekokula gitmek için İstanbul, Ankara dolaşacağım. Öğrenimi Mühendislik olarak yapmak isteyeceğim. Sonra kaydımı Ankara’da Mühendislik ve mimarlık okuluna yaptıracağım. Nitekim ta İstanbullardan beni bu okula yönlendirecekler. İlk sene bize ilk dersi veren Prof. Dr. derslerimize de gelecek ve bize “İmalat usulleri” derslerini verecek. Kendisiyle hem hocamız ve hem de okulun mescidinde birlikte namazları eda ettiğimiz aynı cemaatin insanı olarak, fikir ve eylemlerimizi birliği yapacağız.

Sonra birlikte çalışmaya başlayacağız ve tam 42 yıl ayrılmadan çalışmalarımızı birlikte sürdüreceğiz. Siyasal, sosyal ve kültürel birçok çalışmaları birlikte yapacağız. Yeri gelecek “Maneviyatçı gençlik yetiştirecek” yeri gelecek “Türkiye Kur’an Kursları Federasyonu” kurarak orada Kur’an hadimi gençlerle ilgileneceğiz. Yeri gelecek “Milli Gençliğin yetişebilmesi” için ülke genelinde bütün gençlerimizi kucaklayacağız.

Aman, ya Rabbi... Sen ne kadar kudret ve kuvvet sahibisin. Sana sonsuz şükürler olsun. Eğer sen lütfetmeseydin, ben de birçok gencin takıldığı küfür ve inkâr bataklığına takılacak böylece dünya ve ahiretim heder olacaktı.

Hâlbuki Hatıralarımın şimdi irdelemesini yapınca görmekteyim ki, bir güçlü cereyan beni yakalamış ve hayatıma yön vermiştir. Böylece hayatım boyunca inandığım doğrulara hizmet imkânına kavuşmuş oluyordum. Tabii buna yukarıda sıfatlarıyla sizlere tanıtmaya çalıştığım, Profesör Doktor Necmettin Erbakan vesile olacaktı.

 

Bu yazı toplam 1177 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar