Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Herkes Sussun, Sen Konuş!

 

 

On ikinde var yoktun. Girdin, nizamiyeden içeri. Ürkek ve ödlek… Bekleme salonuna aldılar, seni. Baktın etrafına. Bir resim vardı, sadece. Şaşırdın. Daha çok şaşıracaktın…

“Sağlık kontrolü için sırayaaaa geç!”

………………….

“Pantolonunun ütüsü bozulmuş! Yoksa…”

“Anam:

Peygamber ocağına gidiyorsun. Boş bırakma; yönel Yaradan’a! dediydi de… Teslim olmadan önce iki rekat…”

“Bu son olsun! Aydınlanmacı(!) devrim için ertelemeli, hatta büsbütün terk etmeli, alışkanlıkları(!)”

Koğuşunda on altı kaderdaştınız. Akşamı dar ettin. Yorganının altında tortop oldun. Kimseyle konuşacak bir dermanın, kimseye cevap verecek bir mecalin, kimseye verilecek bir hesabın yoktu!

Lakin gecenin bir yarısı elinde mavi dosyayla hesap almaya geleni hesaba katmadın:

“Yeni hayatına hoş geldin. Bu formdaki ananın resmi mi?”

“Anam aslında…”

“Takiyye yaptın demek! Anlatsam da anlamazsın. Bir montajla bizi kandıracağını mı sandın? Peruk meruk!

Tanrı bilir, odandaki resimleri biz gidince asmışsındır yerine. Çivi yeri bile duruyordu.

İşimiz çok, seninle. Yarın etütler başlıyor. Ulusal devrime sadakatini göreceğiz. Sınayacağız. Birinden geçemezsen, doğru ineklerinin başına…!”

……………………

“Bugünkü seminer konumuz: “Kadınlara seçme seçilme hakkı veren medeni kanun. Osmanlı yıkılınca özgür oldu, kadınlar. Oy kullandılar ilk kez!”

Dayanamadın, reflekslerin sağlamdı. “Ama hocam…!”

“Hoca yok burada. ‘Öğretmenim’ diyeceksin! Ne ‘ama’sı, de bakalım!”

“Öğretmenim, Osmanlı’da erkekler de oy kullanmıyordu. Ne sandık vardı, ne demokrasi, ne parti… Devrimle birlikte parti’ye geçilince erkeklerle beraber kadınlar da oy kullandılar.

 Yoksa, Osmanlı, erkeklere oy kullandırmış da kadınları kafese sokmuş değil! Seçme seçilme hakkını  kadın erkek beraber aldı.”

 “Arkadaşınızın ipince zekasına hayran kaldım çocuklar. Hay Osmanlı kadar başına… Ders bitince odama gel bakayım!”

………………….

“Sivri dilli bir şeye benziyorsun. Söylediğin doğru olabilir; ama her doğru her yerde söylenmez aslanım… Tamam mı?”

…

“Demek cevap vermiyorsun. Seninle işimiz var, anlaşılan. Velini çağırayım da gör gününü!”

………………….

“Senin bu oğlan var ya, dik kafalının teki. Sahi, niye eşinle gelmedin? Başındakini çıkarmaz, diye mi…? Oğlunla vedalaş, bir daha da adım atma buralara.”

…

“Hakkını helal et, oğlum. İyi mi yaptık, kötü mü? Bilemiyorum. Kendine mukayyet ol, olur mu? Sık dişini, belki düğününde…”

……………………

Geceler sığınağın, ay ile yıldız dert ortağındı. Düşünceye de kement atılmazdı ya! İyice ağırlaşan başın, rüyalarda buldu, huzuru…

Mahallendeydin.  Sokaklar, iftar anı tıkıç tıkıçtı. “Top atııldı, top atııldı. Kazan gömlek paatlaaadı! Zaten herkes duyardı, atılan şey toptu zaten.

‘Gol’ü görüp ‘gol’ demeye benzerdi, bu. Malumun ilanı idi, bir bakıma.

 Sahurlarda çayın dibini getirir, bakır kazandan bakır tasın üç dolusunu içmeden niyet etmezdin, yarına.

Sağ omzundan sol beline doladığın hamaylınla, koşa koşa rahlenin başına oturur, hayal iklimine yelken açardın. Rüyalarda mı kalmıştı, güzel olan ne varsa?

……………….

Enikonu üç yıldı, geçen. Değiştiremiyor, değişiyordun. Sabahları gözlerinin altında mor halkalar oluşuyor, ısrarlara direnemiyordun. ‘İki tekten ne çıkardı ki!’

“Senin oğlan niye aramıyor, komşu?”

“Zamanı mı var körpenin!”

Zamanı vardı ve bozuluyordu düzen. Memlekete haber salmış, ‘Aramasınlar bir müddet!’ dedirtmişti. Gerçi evde de adı daha az anılır olmuştu ya…!

…………………

Yıl dediğin ne ki, on seneydi, geçip gitmişti işte. Elinden epey iş gelen komşu kızıyla evermekti, anasının muradı. Kızın babası: ‘Üç günde geldiniz geldiniz….!’ demişti bile.

Tersledi bizimki. ‘Ben buldum bulacağımı, haftaya düğünüm!”

“Bari düğününe gidelim deli oğlanın, pek sevinir. Dünya gözüyle görelim gelinimizi…”

…………………….

“Niçin geldiniz?”

“Oğlumuzun düğünü var da!”

“Sorayım!”

!!!!!?

“Kıyafetinizde sorun var. Sen başındakini çıkar, sen de çenendekini kes! Talimatlar böyle; emir kuluyuz!”

“Oğlumuzla gelinimiz gelsin kapıya, o halde.”

….

“Zahmet ettin, anacığım. Sağol babacığım. İşte gelininiz. Beğendiniz mi?”

“Sana mutluluklar dilemeye geldik oğlum, bize müsade.”

………………………

“İçeri giremediler. Çok dokundu bana.”

“Aldırma. Unutursun bunu da. Misafirlerimizi bekletmeyelim. Mezeler söylenmiştir. Kaçmasın keyifleri.”

“Onların keyfi kaçacak, diye bağrıma taş mı basacağım? Ne yaparsın, girdik bir kumpasa!”

………………………..

“Seni çağırıyorlar.”

“Ne ola ki!”

“Andıçta görev vermişler, sana.”

“Andıç mı? Milletimi jurnallemek, ihbar etmek ‘derin’lere… Nifaktır bunun adı, münafıktır bunu yapan.”

“Ne nifakı, ne münafığı! Üst böyle ister, emir demiri keser; anlasana! İtiraz edeceksen…!”

Kıttır, feraseti. Aklını başından alır, pırpırı. Emir alıp, emir verir şuursuzca.

 

“Maaşıma zam, işime son mu? Ne yapayım, kirli parayı. Vazifemiz yürütme mi, yargı mı, yasama mı? Sınırları korumak, sadece ve sadece!

İşi gücü bırakıp değerleriyle mi uğraşacağız, halkın? Emanete saygısızlık bu! Bana ters bu iş. Yapanı bulun! Piyon çok!”

“İlk toplantıda işin bitik!”

“Rızkı Veren O!”

………………………

“Ben geldim!”

“Safalar getirdin! Başköşe senin. Yüzümüzü kara çıkarmadın ya, helal olsun sana! Mayanda ihanet yok, neslimizden çıkmaz lain.

Bir kaşık daha koyalım soframıza! Aşımızın bereketi artsın. Sen bölmedin milleti; sağcı solcu, Türkçü Kürtçü, sünni alevi, gerici ilerici… diyerek.

Verir Kadir Mevlam, dünyamıza bir ahenk!”

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 2445 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.