“DİN HİZMETİNE ADANMIŞ ÖMÜRLER” KONFERANSI...

“DİN HİZMETİNE ADANMIŞ ÖMÜRLER” KONFERANSI...

İlçe Müftülüğü tarafından 2018 Yılı “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” etkinlikleri çerçevesinde Çubuk Halk Eğitim Merkezi Konferans Salonu’nda "Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler" konulu bir konferans düzenlendi.

Şuayip YAMAN

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını "Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler" oluşturuyor.

 

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı ve aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Mehmet Ünal’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans, İlçe Kaymakamı Uğur Sezer, Belediye Başkanı Dr. Tuncay Acehan, İlçe Milli Eğitim Müdürü Murat Aslan, İlçe Müftüsü Tahsin Yazgan, daire müdürleri, İmam- Hatip, Müezzin, Kur'an Kursu öğreticilerinin katılımıyla gerçekleşti.

 

Sunuculuğunu Merkez Gökçe Kur’an Kursu öğreticilerinden Mustafa Öztürk’ün yaptığı program saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Merkez Gökçe Kur’an Kursu öğreticilerinden Mustafa Güler tarafından Kur’an Tilaveti okundu. Ardından meali okundu.

 

Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığınca Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle hazırlanan Sinevizyon gösterisi yapıldı. 

 

Sinevizyon gösterisinde işlenen temalar;

 

Eşref-i Mahlâkat, İnsan olmanın onuru...

 

Kulduk

 

Biz yolcuyduk; Yol uzun, zaman kısa...

 

Neydi güzelliğin öyküsü?

 

Tebliğ

 

İrşat

 

Oku! Allahın ilk emri...

 

Kalk ve uyar!

 

Diyen birileri var. Rabbimizi tanıtan Peygamberimizi anlatan birileri var.

 

Askere giderken bizi uğurlayan,

 

Yetişkin olduğumuzu belirten,

 

Evlenirken birileri vardı.

 

Vaaz

 

Hutbe

 

Onlar vefakâr din görevlilerimizdir...”

 

İlçe Müftüsü ve Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) Çubuk Şube Başkanı Tahsin Yazgan açılış konuşmasında; “Diyanet İşleri Başkanlığımız, Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını "Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler" olarak belirlemiştir.

 

Gerek dini değerler ve gerek mekânlar ve gerekse hizmet sunan görevlilerimiz olarak bir program hazırladık.

 

Din Görevlileri Haftası 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanır.

 

Yanı başımızda Yıldırım Beyazıt üniversitesi var. İlçemiz insanının manevi değerlere saygısı ve hürmeti var. 

Bu potansiyelleri hem yaşayan ve hem de gelecek nesillere aktarmak için birlikte çalışmaya gayret edeceğiz.

 

Haftalar belirli günler bize uzak görünür; Camiler Haftası, Anneler, Babalar günü gibi.

 

Cenab-ı Allah onları bile bize hatırlatıp kutlattırır. Örneğin Ramazan ve Oruç gibi.

 

Kadir Gecesi, bir gecenin ilanıdır. O gece de bir şeyler yeni baştan yaşatılıyor.

 

Bu haftayı da bir abes görmeyelim. Farkındalık oluşturarak programlar düzenlemeliyiz.

 

İlk mabetler Kabe’den başlar. Mescidi Nebeviye, garip Kudüs, Mescidi Aksa; Bunlar Peygamber efendimizin nefesini taşır.

 

Rabbime hamdolsun; Dünyamızı ve ahretimizi hayır eylesin...

 

Öncelikle haftamız mübarek olsun. Kısaca kendimize gelmemize vesile olsun. Kendi nefsime sesli olarak hatırlatma yapmak istiyorum.

 

Sine vizyondaki ifadelerde kendimize yer bulabildiysek, o ifadelerde kendimizi bulabildiysek Allaha hamt edelim, şükredelim ve o yerimizi güçlendirmeye çalışalım.

 

Eğer bu ifadelerde kendimizi bulamadıysak bir an önce o ifadelerde kendimize yer bulmaya çalışalım. Her vesileyle ifade etmeye çalıştığımız gibi bugün ve geceler, haftalar vesilesiyle birbirimize söyleyeceğimiz, hatırlayacağımız, hatırlatacağımız şeyler oluyor.

 

Camiler ve Din Görevlileri Haftası vesilesiyle bizim birbirimize söyleyeceklerimiz var, halkımızın ve milletimizin bizlere söyleyecekleri var, bizim onlara söyleyeceklerimiz var, amirlerimizin, büyüklerimizin bize söyleyecekleri uyarıları var, onlara kulak vermekle de mükellefiz.

 

Hedef hem daha sağlıklı bir görev bilincine sahip olmak hem de bu aziz milletimizin dini hayatına daha sağlıklı bir rehber olabilmek. Bunların bütün toplamının nihayetinde de yüce Allah’ımızın rızasına vasıl olabilmektir.

 

 Allahın mescitlerini ancak Allah’a ve ahret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. (Tövbe-18)

 

Muhakkak ki insanlar için konulmuş (yapılmış) olan ilk ev; çok mübarek olarak kurulan ve âlemler için hidayet olan Mekke'deki ev (Kabe) dir. (Ali İmran-96)

 

İlçe Müftüsü Yazgan camilerin Allah’ın yeryüzündeki evleri olduğunu belirterek, camileri imar edenlerin gerçek müminler olduklarını ifade ederek;  “Camilerimizi sadece namaz ibadetini ifa etmek için kullanmaktan ziyade birer dinî ve ahlakî eğitim merkezine dönüştürmemiz gerekir. Bu anlamda din görevlilerine çok iş düşüyor”  ifadelerini kullandı.

 

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı ve aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Mehmet Ünal, “ Camiler. Bu güzel ifadeler hayatımızın olmazsa olmazı kutsal bir görevdir.

 

Yüce Allah, Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar varlığını ifade eden peygamberler göndermiştir.

 

O peygamberler o görevi önceleri tek başlarına daha sonra da insanlarla birlikte yerine getirmişlerdir.

 

Yarabbi biz bu dine iman ettik (İndirdiğine iman ettik) peygambere uyduk, bizi şahit olanlarla beraber yaz.

 

Dinler gariptir. Din garip geldi, garip gider.

 

Din ile ilgili topluluğun içinde insanlar vardır.

 

 Peygamberler ve sahabesi düzgün olarak yaşamışlardır.

 

Günde 5 (beş) vakit kurtuluş çağrısıyla yanımızda olan birileri var.

 

Dindarlaşmak zorundayız. Din ile bağımızı iyi ve kuvvetli (derinlikli9 kurmalıyız. Bu konuda Kuran Kursu hocaları ve vaizler yardımcı olacaklardır.

 

Ama bizde gönlümüzü onlara açmalıyız.

 

Peygamberimiz, “Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun!” buyurmuşlardır.  (Hadis-i şerif, Taberani)

 

Biz böyle yavan kalırsak biz bundan dolayı vebal altında oluruz. Yarın Allah’a hesap vermek zorunda kalırız.

 

Cuma günü Allah'ın zikrine koşun...

Cenab-ı Hak, Cuma Suresinin 9. Ayetinde mealen şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”

Yine Cenabı Allah, “Namazı, orucu, haccın kurallarını benden öğreniniz” buyuruyor.

 

“Allah Adına Hüküm Koyanlar”

 

Birtakım kimseler dinde olmayan batıl hükümler, helal ve haramlar çıkarır, Allah’ın Kuran’da helal kıldıklarına haram, haram kıldıklarına ise helal derler. Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarını da tamamen göz ardı ederler.

 

Bunu yaparak dini özünden ve aslından saptırmaya çalışır, kendilerine özgü inançları ve uygulamaları olan “batıl bir din” meydana getirirler. Allah’ın indirdiği hak dini bilmeyen ve Kuran ayetlerinden ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatından haberdar olmayan insanlar ise bunun batıl bir din olduğunu fark etmezler.

 

 Bu kişilerin telkinlerine aldanır ve bilinçsizce onların peşinden giderler. Böylece Allah adına hüküm koyanlar, kendileriyle beraber büyük bir kitleyi de günaha ve isyana sürüklemiş olurlar. Allah bu kişilerin durumunu Al-i İmran Suresi’nde şu şekilde bildirir:

 

“Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitap’a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap’tan sanasınız diye. Oysa o Kitap’tan değildir. “Bu Allah Katındandır” derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)

 

Ayetlerde tarif edilen kişiler bu davranışlarını genelde dine bağlılık adına yaptıklarını iddia ederler. Bunun nedeni de Allah’ın Kuran’da tarif ettiği gerçek dini bilmemeleridir.

 

Allah’ın hükümlerini göz ardı eden veya kişisel çıkarları ile çatıştığı için bu hükümlerden hoşnut olmayıp, kendince yeni hükümler getirenler, Allah’ı ve indirdiği Kitabı tanımayan insanlardır.

 

Bu kimseler tüm kainatı yoktan var eden Rabbimizin her şeye muktedir olduğunu, ilmi ile her yeri kuşattığını, gizlinin gizlisini bildiğini takdir edemezler. Onların bildikleri sadece birtakım hurafeler ve ön yargılardan ibarettir.

 

Oysa Allah insanlara şöyle buyurmaktadır:

 

Rabbinden sana vahye dilene uy. O’ndan başka İlah yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir. (Enam Suresi, 106)

 

Bütün Müslümanlar Allah'ın emir ve yasaklarıyla muhataptır. Hatta bütün insanlık muhataptır. Ancak Allah, ilk insanı görevlendirmiştir. Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamberdir.

 

Ondan sonraki süreçte hiçbir zaman insanlık yalnız bırakılmamış. Allah eşsiz olarak yaratmış olduğu, nimetlerle donatmış olduğu, sayılamayacak nimetleri maddi ve manevi yapısında barındırmış olduğu insanı başı boş bırakmamış."

 

Asr-ı Saadetten bugüne mescit ve camilerimiz hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Allah katında en makbul yerler olan camiler, içinde Rabbimizin adını andığımız, kulluğumuzu, dualarımızı, niyazlarımızı O’na arz ettiğimiz mukaddes yerlerdir. Ecdadımız başta imam hatiplik olmak üzere cami görevlerini yürütenlere; minberden, mihraptan, kürsüden dîn-i mümin-i İslâm’a hizmet edenlere “Hademe-i Hayrat” yani hayra hizmet edenler ismini layık görmüştür.

 

“Allah’ın kürsüde olması”

 

İslam literatüründe “kürsü”, “arş” ve “sema” kelimeleri çok defa birlikte kullanılır.

 

“Kürsü” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde geçer. Biri İlâhî kürsüyü konu edinir.
Arş ise çok daha fazla geçer. Sadece İlâhî Arş’ın zikri 22 yerde geçmektedir. Esas itibariyle maddî, dünyevî eşyaları ifade eden bu kelimelerin Cenâb-ı Hakk’a nisbeti elbette düşündürücüdür.

 

Öncelikle şunu belirtmekte fayda vardır: Kur’ân-ı Kerim bir astronomi, bir matematik, bir coğrafya kitabı değildir. Evet, bu ilimlerin konuları olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerim’in takip ettiği esaslar farklıdır. “Kur’ân’daki anasır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür.” 1 Yani Kur’ân’ın ilk gâyesi, bütün âyetlerinde, Rabbü’l-âlemin olan Cenâb-ı Hakk’ı tanıtmak, bize kulluk vazifelerimizi öğretmektir.

 

Din ile alakalı aczi yet ve zayıflığı kabul etmemiz gerekir.

 

“Namazı kılan, orucu tutanlar, zekâtı verenler o mescidi imar ederler.”

 

İnsanlar; “mescitler için Kâbe için gereğini yapıyoruz” diyorlar. Velev ki onlar Kâbe’yi yapsalar da Bir insan da şirk varsa onun yaptığı ameller boşa gitmiştir.

 

Mescid-i Dırar ; Peygamber efendimiz zamanında münafıkların, fitne ve fesat yuvası ve silah deposu olarak kullandıkları ve Kubâ denilen yerde yaptırdıkları bir mescittir.

Zındığın birisi, (Allah camilerin yıkılmasını emrediyor, Peygamber de yıktırdı. Bugünkü camiler, mescitler geleneğe dayanan bir bidattir) diyor. Bu çok cahilce bir iddiadır.

 

Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescit. Müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mesciti yaktırarak Müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.

 

Kuba Mescidi:

 

 Peygamberin hicreti sırasında Medine'den önce son durağı olan Kuba'da yapılan mescid. ilk muhacirler, Resül-i Ekrem daha Medine'ye gelmeden Kuba'da ...

 

Kuba. Hicret sırasında Hz. Peygamber'in misafir olduğu ve ilk mescidi bina ettiği köy. Resulu Ekrem döneminde, Mekke yolu üzerinde Medine'ye 6 mil mesafede ...

 

“Cami kültürümüzün eskisi gibi değil”

 

Cami kültürümüz eskisi gibi değil. Camilerde cemaat sayısı az. Kadı ve erkeklerle doldurmamız gerekir. Oraları imar etmek gerekir.

 

Vatandaş “Hoca ezanı okuyacak” diyor. Ama camide cemaat yok.

 

İmamın tatili yok, düğünü yok, çarşısı-pazarı yok. Hastasını hastaneye götürecek vakti yok. Tabii ki hoca camiye gelmeli. Fakat onların da kendilerine özgü sorunları olduğunu bilinmeli. Bu sorunlarda karşılıklı olarak çözülmeli.

 

“Mihrap”

 

Mihrap; Savaş alanı demektir.

 

İnsanlar olarak bir çabanın içinde olmamız gerekir.

 

Hocaları yanlış yaptığında hatırlatın. Çünkü onlarda bir insan hata yapabilir. Hoca hadisi yanlış okuyabilir.

 

Hoca çalışmamış olabilir. Hoca hutbeye çıkıyor, hadisi, ayeti yanlış okuyor, olabilir.

 

Bu meslek sevilmiyorsa yapılmaz. Mesleğe aşık olmak lazım.

 

“Aş karın ağrıtır.” Derler. Mihrap size, siz mihraba yakışmalısınız.

Cemaatten bazıları hocanın yanlışını bulmak için camiye gider. Hoca da yanlış yapar. Her şeyin başı, insan bu mesleği edecek.

 

“İhlâs”

 

Allah’a bağlı kullar, dindar hoca almak lazım.

 

Askerde durumum müsait değil diye namaz kılmamak olmaz.  İhlâs önemli...

 

Aşerat: Kur’an’ın 10 şekilde okunması.

 

Hocalar olarak;

 

  1. Biz hocalar olarak kendimizi cet etmemiz, dindar olmamız lazım.
  2. Kendimizi güncellememiz, yenilememiz, yetiştirmemiz lazım.

 

Cemaatten biri on sayfa Kur’an okumakla imam olunur mu? demiş.

 

İmam da hazır cevap, “Hz. İbrahim 10 sayfa vahiy inmekle peygamber oldu ya” diye cevap vermiş.

 

Kur’an-ı sevdirmemiz gerekir.

 

Buradan imam kardeşlerimize sesleniyorum;

 

  • Kur’an’ı öğretirken anlamıyla beraber çocukları bilgilendirin;  Allah’ın boyası ile boyanın, Allah’ın bizden istediğini öğretin.
  • Yılda en az bir kez Kur’an’ın mealini okuyun.
  • Bol bol Kur’an kıssalarından bahsedin. Hz. Eyüp, Hz. Musa, Hz. Nuh, Hz Lut gibi.
  • Bol okumalarla kendinizi geliştirin.
  • İnsanlarla ilişkileriniz süreklilik arz etsin.
  • Onları aklına uygun bir yöntem uygulayın.
  • Sahabe hayatını öğrenin.
  • Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i anlatın.
  • Bu yol sabır ve metanet isteyen bir yoldur.
  • Bizler peygamber mesleğini yapıyoruz.  Biz o yolu seçmişiz. Resulullah gibi olmak zorundayız.
  • Hediyeleşmeyi ihmal etmeyin.
  • Öğrencilerinizi mükâfatlandırın...
  • Bu ülkenin benimle birlikte dini, Peygamberi ve Allah’ı sevecek din adamlarına ihtiyacımız var.
  • İnsanlarla birebir ilgilenin.
  • İslam’da din adamı diye bir sınıf yoktur. Ama toplumun dindarlaşması gerekir.

 

Ülkemizde 15 bin imam var. Her gün bir kişiyi iyiye, doğruya ve güzele yöneltirsek Türkiye kurtulur.

 

Düze çıkmak istiyorsak;

 

  • Çok çalışmak,
  • Çok gayret etmeliyiz.
  • Ben bu cemaate bu bilgilerle yeterli değilim diyebilmeliyiz.
  • Bilgi olarak iyi donanım ve gönül adamı olmalıyız.
  • Hacı Bayram Veli ve Mevlana gibi olmamız, onların hayatını iyi okumamız lazım. En az bir kere “Çilehane’ye girmemiz lazım.

 

Maalesef piyasayı İskender ve Adnan Oktarlar’a bıraktık. Boşluğu onlar doldurdu.

 

Allah’ım bu günümü sana adadım diyebilmeliyiz.

 

Öncelikle niyetimizi düzeltmeliyiz.

 

Rıskı düşünmeyin.

 

Böyle yaparsanız; durakta beklemenizi, yürümenizi, yorgunluğunuzu, uyumanızı, yaptığınız ibadeti, yaptığınız görevi aldığınız maaşın karşılığı olarak görmeyin.

 

Bu meslek para iin yapılacak meslek değil.

 

Ölünceye kadar ilim yolcusunun yolcusu olmalıyız.

 

Bende sizin gibi ölünceye kadar din öğretmeye çalışan bir kardeşinizim.

 

İnsanlara Kur’an öğretmek kadar güzel bir şey bar mı?

 

“Sadaka-i Cariye”

 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

 

“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” 

 

Yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

 

“Yedi şey vardır ki, kul vefatından sonra kabrindeyken de bunların ecri kendisine ulaşır: Öğrettiği ilim, akıttığı su, açtığı su kuyusu, diktiği meyve ağacı, inşa ettiği mescit, miras bıraktığı Mushaf-ı Şerîf, vefatından sonra kendisi için istiğfar edecek hayırlı evlât.” 

 

Başka bir hadiste Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

 

“Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir. Kul:

 

−Ey Rabbim! Bu sevap nereden geldi? diye sorar. Cenab-ı Hak ona:

−(Arkanda bıraktığın) hayırlı ve salih evladın senin için istiğfarda bulundu, dua etti» buyurur.” 

 

“Vakıflar sadaka-i cariyedir”

 

İslâm âlimleri ekseriyetle sadaka-i cariye ile vakfın kastedildiğini beyan buyurmuşlardır. Sadaka-i cariye, Allah rızası için hizmet veren bir eser bırakmaktır. Bu, ilim ve irfan yuvaları tesis etme, yol, köprü, kütüphane yapma veya müessese kurarak talebelere burs vs. imkânlar sağlayıp insan yetiştirme ve bütün fedakârlıklarına katlanarak hayırlı bir evlât büyütmedir.

 

“Salih evlatlar sadaka-i cariyedir”

 

İnsan, ölümün kendisini amelden keseceğini bilse, hayattayken ecri ölümünden sonra da devam edecek olan amel-i Salihler işler. Birazcık dünyevî imkânı varsa onu vakfeder, ağaç diker, su akıtır, kendisinden sonra Allah’ı zikredecek nesiller yetiştirmek için gayret eder ki, kendisi için de ecir gelsin! Veya insanlara faydalı ilim öğretecek bir kitap telif eder.

 

 Zira âlimin bu vasıftaki bir kitabı, onun ebediyen devam edecek olan Salih evladıdır. Âlim kişi, ilmiyle amel eder ve kendisine tabi olacak kişilere de bu hayırlı amelleriyle örnek olur. İşte böyle bir kişi ölmez!

 

“Evliliğe vesile olmak sadaka-i cariyedir”

 

Muhyiddîn-i Arabî -Kuddise Sirruh- Hazretleri, nikâha teşvik edip evlenenlere yardımcı olmanın fazileti hakkında şöyle buyurur:

 

“En üstün sadaka-i cariye, evliliğe vesile olmaktır. Zira onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten vesile olana da bir ecir vardır.”

 

Kim, Allah rızası için bir mescit inşa ederse, Allah da ona cennette bir ev (köşk) yapar.

 

 Bu gücün yoksa Âlim ol. Salih bir evlat bırak.

 

Bu anlamda bu yol kutsal, mübarek bir yol olur. Allah bizi bu yoldan ayırmasın.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) “Kur'an okumak her mümin erkek ve kadına, “Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuşlardır.

 

Mevla’m senin aşkına, duruşuna, samimiyetine bakıyor. Utanmayın, çekinmeyin din adamlarından faydalanın.

 

Bu milletin ıslahı için bu dini her yere ulaştırmamız lazım.

 

Biz kendimizi çok iyi yetiştirmemiz lazım. Tefsiri, hadisi öğrenmemiz lazım.

 

Allah yolunuzu açık etsin. Kur’an ile başlayan ve sonuçlanan bir yaşamınız olsun.”

 

Program Din-i Mübin-i İslam’a ve İslam Âlemine ve tüm insanlığa hizmet etmiş, Din Hizmetine ömrünü adamış ve ahrete intikal etmiş bütün din görevlilerinin ruhuna ithaf en İlçe Vaizi Ramazan Gökmen tarafından dua okudu.

 

İlçe Müftüsü Tahsin Yazgan tarafından Konuşmacı Prof. Dr. Mehmet Ünal’a günün anısına bir demet çiçek takdim edildi.

 

 

         Mehmet Ünal - Özgeçmiş

 

1963 yılında Ankara'nın Kazan ilçesinde doğdu. İlkokulu aynı ilçeye bağlı Kumpınar Köyünde, hıfzını Bolu Yeniçağ Kur'an Kursu'nda, orta öğretimini Bolu İmam-Hatip Lisesi'nde tamamladı.

1988 de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu.

1987-1992 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev yaptı.

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak iki yıl öğretmenlik görevinde bulundu. Akademik hayata, Yüzüncü yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalına Araştırma Görevlisi olarak girerek 1993 yılında başladı.

1992-1994 yılları arasında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde "Sahabenin Kur'an Okuma Anlayışı' adlı teziyle yüksek lisansını, 1996-2002 yılları arasında aynı enstitüde "Kur'an Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü" (Fecr Yayınları, 2005) adlı teziyle de doktorasını tamamladı. 2008 yılında "Zeydiyye'nin Tefsir Anlayışı" isimli çalışmasıyla doçent oldu.

2009-2011 yılları arasında Iğdır Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2013 yılında Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesine öğretim üyesi olarak geçti. 2014 yılında profesörlük kadrosuna atandı.

Mehmet Ünal, hâlen aynı fakültede öğretim üyesi olarak çalışmakta ve fakültenin dekanlık görevini yürütmekte iken, 28.08.2015 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine seçildi. Halen bu görevi de yürütüyor.

dscn2141-vert.jpg

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.