PKK’YI DOĞURAN SEBEPLER

NEVZAT LALELİ

 

            PKK, bu gün oluşan ve bu gün karşımıza çıkan bir terör çetesi değildir. Bunun oluşmasını sağlayan birçok iç ve dış ve tarihi sebepleri vardır. Bir evvel ki “Fe eyne tezhebün” başlıklı yazımda bu sebeplerden siyasi, dini ve ekonomik sebepleri anlatmaya çalışmıştım.

                 

            Sizce ayrışma, çatışma mı güzel, yoksa kardeşlik mi?

Osmanlı döneminde ekonomik kurallar, İslami kurallardı. Yani ekonomi içerisinde “faiz” yoktu. “Vergi sistemi” vergiyi, varlıklı olanlardan alır, fakir halktan almazdı. Fakirler için devletten teşvik gören vakıflar devreye girer, fakir halka maddi ve manevi yardımlar dağıtırlardı. Bu esnada kimsenin ırkının ne olduğuna bakılmaz, onun bu ülkede yaşayıp yaşamadığına ve fakir olup olmadığına bakılırdı.

Hatta bu yardımlar, fakir halkın onuru kırılmadan, hangi zenginin hangi fakire verdiği belli olmadan yapılırdı. Devletin bu konuda çalışan “zekât amilleri” sınıfı bulunur, zenginlerden alınan zekâtlar, bu görevliler tarafından fakirlere dağıtılırdı. Böylece ne zengin “ben yardım ediyorum” diye nefsine pay çıkarır, ne de fakir “Ben bu yardımı falanca aldım” diye ona minnettarlık duyardı. Fakirler için “sadaka taşları” ve “sadaka askıları” bulunurdu. Hayır sahiplerinin buralara koyduğu yardımları fakirler, ihtiyacı kadarını alır, fazlasına el sürmez, kalanını da bir başka muhtaç kardeşim kullansın, diye düşünürlerdi.

            “Kumar” kesinlikle yasaktı ve kazanmak isteyenler için tek yol, çalışarak üretmekten geçerdi. “İçki” sadece Gayr-i Müslimlerin (Müslüman olmayanların) kendi aralarında kullandıkları bir içecekti.

            Yukarıdaki satırları okuyanlar, bu tip olayları yaşamadıkları ve hatta hırsızlık, dolandırıcılık, hortumculuk, hakka tecavüz olaylarının fazlaca yaşandığı günümüzde “sanki cennetten bir tasvir dinliyorlarmış” gibi duygulandıklarını tahmin ediyorum.

            Cumhuriyet döneminde Devlet başta Ziraat Bankasını, yabancı sermaye ise  “Osmanlı Bankasını” kurarak ülkeyi faizci bir ortama taşıdılar. Sonra arkalarından diğer bankalar kuruldular. Batan veya hile batırılan bankaların zararları da maalesef Devlet tarafından yani bütçeden yani bu halkın vergilerinden karşılandı. Çünkü bütün bankalar, devlet garantisi altında çalışmaktadırlar.

Para lazım olduğunda devlet, kısa ve uzun vadeli “tahviller çıkartarak” özellikle bankalardan para alır, sonra bu parayı geri öderken faiziyle ödeyeceği için, halk üzerine yeni zamlar koyarak ve yeni vergiler ihdas Ederek ödemekteydi. Üreticiler, kullandıkları kredinin faizini masrafa yazarak maliyete ekler, böylece ödenen faizler, halkın satın aldığı (elbise, ayakkabı, ekmek gibi…) mallar üzerinden yine halktan tahsil edildi.

Özelikle Doğu ve Güneydoğu illerimizde çiftçilik, hayvancılık, üreticilik yapanlar, kullandıkları tohum, gübre, mazot gibi temel girdilerde çok yüksek maliyetler öderken, devletin taban fiyatlarında belirlediği fiyatlar, giderleri karşılayamaz hale geldi ve artık bunlar ekip – dikmez hale geldiler. Ama ihtiyaçlar durmak bilmiyordu. İşte bu sebeple gittikçe daha fakirleştiler ve her türlü istismara açık hale geldiler.

Mesela bugün Devletin kontrolünde olan mazotun, çitçiye ve üreticiye litresi 4,50 TL den verildiğini ama yat ve kotralarda keyif çatanlara 1,50 TL. den verildiğini biliyor muyuz?

HİLAFETİN KALDIRILMASI

            Hilafet, ırkı ne olursa olsun bütün Müslümanları birbirine bağlayan çok önemli bir birleştirici idi. Bu aynen şuna benzemekteydi;

“Birkaç ayrı ocaktan kamyonlarla getirilen kum, bir meydana yığılsın. Bu haliyle kum, hiçbir yük taşıyamaz. Ayağınızla kumun üzerine bastığınızda bunların dağılıp gittiğini görürsünüz.

Ve siz bu kumu bu haliyle tutarsanız, o kum yığını içinde, geldiği ocakla övünenler çıkacaktır ve diğerlerine; “Biz sizden üstünüz” diyeceklerdir. Bu gün Türklük, Kürtlük ve Araplık gibi insanların kendi ırklarıyla övündükleri gibi. Bu da yıllarca birlikte yaşamış aynı ülke insanı arasında ayrışmayı ve çatışmayı getirecektir.

            Bu kumun içine, “İman çimentosu” koyarsanız, onları “Hilafet demiri” etrafında toplarsanız ve “İslam kardeşliği” kalıbına dökerseniz, o zaman kumlar, kolon - kiriş olacak, birbirlerine sarılacaklar ve tonlarca ağırlığındaki binaları kolayca taşıyacaklardır.

            En son Sakarya ve Çanakkale savaşlarında düşmana karşı omuz omuza çarpışanların bir ırki tahlilini yapacak olursanız, bunlar içinde Türkler olduğu kadar Kürtler, Kürtler olduğu kadar Araplar, Araplar olduğu kadar diğer ırktan insanlar olduğunu anlarsınız. Ve bunların Yedi Düvele karşı, “Çanakkale geçilmez” hükmünü tarihe kazıdıklarını görürsünüz.

            Düşman karşısında bu birlikteliği sağlayan en önemli sebeplerden birincisi imandır ve ikincisi imanın fiili tezahürü olan “Hilafetin varlığı” dır.

            Cumhuriyet döneminde “Hilafet kaldırılmış” aynı milleti oluşturan insanlar arasında kendi ırkıyla övünen ve diğer ırkları küçümseyen insanlar (gençler) çıkmışlardır. Benim ırkım üstündür diyenlerin karşısında, diğer ırka mensup insanlar da “Hayır benim ırkım daha üstündür” diyecek hakka sahip olmuşlardır.

Böylece toplum arasında ki milli birlik beraberlik kaybolmuştur.