Medine’sini Arayan Coşkun Yürek!

Tarık Sezai Karatepe

 

Seksen bir… Gül kurusuna çalan, tek katlı evde; abisiyle mahatın üzerinde, iç içe geçirdikleri çoraplarla kalecilik oynar; pul biriktirirlerdi. Yüz elli dört ülkenin pulunu toplamak, yıllarını almıştı;

Nazi dönemi Alman pulları, Mussolini İtalya"sı, Franko İspanya"sı, Castro Küba"sı, Mao Çin"i, Kaddafi Libya"sı;  üçgen, altıgen pullar…

kardeşlere “nasıl bir dünyada yaşadıkları” konusunda fikir veriyordu.

“Eşkıya dünyaya hükümran olmuştu!”

Etem Şeker"in elindeki,  ceylan resimli Libya pulunu takas etmek için, ne mücadele vermişlerdi!  Bir trafik kazasında, ecel alıp götürmüştü onu da…

Haritadan şehir bulma yarışması yaparlardı. Şehirlerin o gün için, zihin dünyasında anlamı yoktu. Neden sonra  “şehiri  şehir  yapan” manayı kavradı.

İşte Mekke…  halkını  “karanlıklardan aydınlığa” çıkaran Kutlu Nebi"nin gözbebeği… Fetihle beraber, kız çocukları “gömülme” endişesinden uzaktı artık;

“Diri diri gömülen kıza, neden öldürüldüğü sorulduğu zaman!...”

Kan davası kalkmış; sömürü düzeni tar u mar olmuş; “fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan” faiz düzeni lanetlenmişti.

On üç senede, üç milyon kilometrekarelik bir yarımadayı “kardeş” kılan; kıyamete dek, yeryüzünün mihenk taşı…

Hani Hicret gecesi  “ikinin ikincisi”yle Mekke"ye son defa bakarken: 

“Mekke Mekke  güzel şehir, bir gün sana döneceğiz”i yüreklerinin dip dalgasında hisseden iki sırdaş; on yıl sonra, on binlik muzaffer bir orduyla “çevresi mübarek kılınan belde”yi fethetmişler; dün düşmanlıkta yarışanlar, mahcubiyetin ezikliğini yaşamışlardı.

 Kutlu yolculuğun adresi, yeryüzü coğrafyasıydı;  ve kentler bir bir medeniyetin ayak sesleriyle hayat bulacaktı.

Yedi yüz on bir… İspanya kıyıları…. Tarık, çağrıya kayıtsız kalamamış; yerli halkın isteğiyle,  ordusunu kıyıya çıkarmış; tam da savaşın kızıştığı esnada donamasını yaktırmış,

Komutanlarının  “kendi gemilerimizi neden yakıyoruz; ya dönersek!” demeleri üzerine:

“Ya burası bize vatan, ya da şehadet!” kararlılığıyla çağın süper gücünü mağlup etmiş:

“Allah"ım! Önümde Atlas Okyanusu olmasaydı, Sen"in adını ötelere  duyururdum!” coşkusuyla , yedi asır sürecek bir medeniyeti , Sevilla"ya, Zaragoza"ya, Kurtuba"ya, Granada"ya…  tattırmış;

özgürlüğün adı: “Endülüs” olmuştu. Rönesans, buradan doğacak; Avrupa, tuvaletle tanışacaktı.

Bin yetmiş bir… Malazgirt Ovası… Yirmi Altı Ağustos Cuma… Sultan Alparslan, beyazlarını giymiş; kırk binlik ordusuna Cuma kıldırmış; nihayet atına binmiş:

“İşte kefenim; dönmek isteyen şimdi ayrılsın; şehadeti arzulayan kalsın!” demiş; şehadet “nesillerden nesillere bir çağrı “ olmuştu.

Rüyasında, atını Isfahan"da sulayacak Diyojen, iki yüz binlik askeriyle rüsva olup, Konstantin"de, halkının hışmına uğrayacaktı.

“Nice az topluluklar vardır ki, çok topluluklara galip geldiler!”

Bin yüz seksen üç… “Neden gülmüyorsun Selahaddin?”  “Kudüs, haçlı çizmeleri altındayken nasıl gülerim!”

Kudüs"e girdiğinde hristiyan ve yahudi halk, kalleşliğin bedeli olarak, katliam beklentisi içinde korku ile titrerken;

 o, zulmün elebaşıları dışında, bütün bir halka “eman  tanımış”; “Gönüllerin Selahaddin"i “ oluvermişti. Suçların sahsiliği esastı.

Bin dört yüz elli üç….   Doksan yaşındaki Eyyüb Ensari"nin Haliç"te şehit düşmesinin üzerinden sekiz asır geçmiş; Mekke"den kalkıp gelen “ihtiyar delikanlı”nın destansı mücadelesi dilden dile yayılmıştı. Istanbul"un fethi, yirmi bir"indeki Mehmet"e nasip olacaktı.

“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes!..”

Bin sekiz yüz elli dokuz… Şamil, Ruslara, Kafkas dağlarında kök söktürmüş; esaret yıllarında, Rus Çarı"nın verdiği  yemekte:

“Ne o, Şamil, neredeyse beni de yiyeceksin!” laf atmasına karşılık:

“Bizim inancımızda domuz eti haram!” hazırcevaplığıyla okkalı bir ders  vermişti.

Kıyamete dek, Kafkasya"da  “Şamil yürekler” var olmaya devam edecekti!

Bin dokuz yüz doksan iki… Bilge Kral"ın ülkesi, ansızın yakalandığı haçlı saldırısına, devlet başkanı Ali İzzet"in “bir er gibi” cepheden cepheye koşmasıyla karşılık veriyor; onurunu dik tutan aslan yürekli halk, Yedi Düvel"e karşı, “Avrupa"nın ortasındaki Medine"sini  savunuyordu.

”Hele bir saldırsınlar, dünyayı başlarına yıkarız!” diye efelenen Çoban Sülü, elli yıllık adeti veçhile, gölgesi etrafında bir tur atmış, bu defa da:

“Dünyayı karşımıza alamayız; BM ile birlikte hareket etmek zorundayız!” diyerek Sulukule"ye taş çıkartmıştı!

Abisiyle yaptığı dünya turunda, hayal kentler, meğer “tarihin yüz akı” şehirleriydi;

Arap Tarık, Türk Alparslan, Kürt Selahaddin, Çerkez Şamil, Boşnak Ali İzzet…  kaynaktan içmeye söz vermiş kutlu yolcular; evrensel mesajı ,

“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah"ın oluncaya kadar!” iletecek; atlarını okyanuslara, dağ başlarına “bir gül bahçesine girer gibi” sürmeye devam edeceklerdi.

Gül kurusuna çalan, tek katlı ev! Senin duvarlarında bugün hangi ses yankılanıyor?

Acaba sende, heyecandan eser kaldı mı?