KUTLU DOĞUM HAFTASI

ŞEVKET TANDOĞAN

            Kâinatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) miladî 571 yılının 20 Nisan pazartesi günü sabaha karşı seher vaktinde dünyayı şereflendirmişti. Yâni kamerî takvime göre Rebîülevvel ayının 12. pazartesi gecesi sabahı, 1445 yıl önce Nübüvvet ve Risâlet nuru, kâinat ufkunu aydınlatmış, kutlu bir doğum olmuştu.

            Kâinatta ilk yaratılan varlık Peygamber Efendimizin nurudur. Hz.Adem’in (a.s.) alnında parlayan bu Nûr-u Muhammedî; asırlar boyunca peygamberden peygambere intikal ederek. babası Abdullah’a, ondan da Amine hatunun ana rahmine düşerek vücut buldu. Hz.Muhammed dünyayı teşrif ettiğinde âlem bambaşka bir âlem oldu. Sayısız mucizeler görüldü. Şâirin ifadesiyle:

           Âlemler nura gark oldu Muhammed doğduğu gece,

           Mümin münafık fark oldu Muhammed doğduğu gece.

            İslam âleminde ve ülkemizde asırlardan beri her yıl Kamerî-Hicrî takvime göre Rebîülevvel ayının 12.gecesi VELÂDET KANDİLİ kutlanmaktadır. Bu takvim, ayın güneş etrafındaki seyrine göre düzenlendiği için her yıl değiştiğinden, kandil yıl içinde farklı gecelere rastlamaktadır. Zira ay takvimi,güneş takviminden yaklaşık 10 gün kısadır ve her yıl 10 gün erken gelir.

            Diyanet İşleri Başkanlığı, güzel bir hazırlık çalışması yaparak, 571 yılı Rebîülevvel ayının 12.gecesinin, 20 Nisan’a tesadüf ettiğini tesbit ederek, 1989 yılından itibaren her yıl 14-20 Nisan günlerinde Kutlu Doğum Haftası düzenlemeye başlamıştır.

            Mevlud-ü şerifler, vaaz sohbet ve konferanslar, dinî yayınlar ve çeşitli etkinliklerle ülke çapında gittikçe yaygınlaşan bir haftalık kutlama programları icra edilmektedir.

            Fahr-i kâinat efendimiz ne kadar anlatılsa azdır. Zira o dünyaya gelmeden önceki Cehalet devrinde yeryüzü yoğun bir küfür, zulüm ve şirk karanlığı içindeydi. Şâir Mehmet Akif’in ifadesiyle:

            Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

             Zayıf mı bir insan, onu kardeşleri yerdi!

            İnsanlar Allah’ı unutmuş, kendi elleriyle yaptıkları taştan, ağaçtan ve çeşitli maddelerden mamül putlara ilah diye tapıyorlardı.

Kutsal kâ’be böyle irili ufaklı 360 putla doldurulmuştu.

            Hz.Peygamberimizin doğduğu gece mucizeler görüldü: Kâ’bedeki putlar yüz üstü yere düştü. Putperest İran Kisrâ’sının sarayındaki sütunlar çatladı. Mecûsilerin bin senedir söndürmeden yaktıkları ateş söndü. Sava Gölü’nün suları çekilip görünmez oldu.

            Peygamberimizin doğduğu gece, dedesi Abdülmuttalip, Mescid-i Haram’da münâcaat üzere iken, “Müjde ey Abdülmuttalip! Şimdi Amine’den bir çocuk doğdu. Vücûdu Âlemlere rahmettir.” Diye bir ses işitmiş ve hemen Âmine’nin yanına gitmişti.

            Efendimiz sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğdular. İki küreğinin arasında kalbinin hizasında NÜBÜVVET MÜHRÜ vardı.

            Hz.Âmine Validemiz, kutlu doğum gecesini şöyle anlatır:

            “Ben diğer hanımlar gibi hâmilelik zahmeti çekmedim. Rü’yamda bana “Sen alemlerin en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hâmile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman adını Muhammed koy.” Dediler.

            Doğum vakti geldiğinde kulağıma bir ses geldi. Ürktüm. Hemen bir ak kuş geldi. Kanadıyla arkamı sığadı üzerimdeki korku ve ürküntü geçti. Bir de baktım ki, etrafımı Abdimenaf kızları gibi boylu-boslu kadınlar çevirmiş; öyle ki ben onlar kadar yüzü nurlu kadın görmedim. Biri beni arkamdan tutuyordu. Çok susamıştım. Diğeri yaklaşarak beyaz bir kâse içinde şerbet sundu. İçtiğim zaman her tarafımı nur kapladı. Sütten ak, kardan soğuk, baldan tatlı bir şerbetti. O anda Muhammed dünyaya geldi. Bu kadınlar birisi Hz.Âsiye, diğeri İmran kızı Meryem, öteki de cennet hûrilerinden olduklarını söylediler.”

            Sevgili peygamberimizin süt Annesi Hz. Halime anlatıyor:

            “Hz.Muhammed’i teslim almaya gittiğimde; yeşil bir ipeğe sarmışlar, üstüne de misk kokulu sütten beyaz bir yün örtmüşlerdi. Arka üstü yatırmışlar uyuyordu. Cemâline baktım uyandırmaya kıyamadım. Yavaşça yanına vardım. Elimi göğsünün üstüne koydum. Mübarek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü. Gözlerinden nur yükseldi. İki gözünün arasından öptüm ve sağ mememi verdim, aldı. Doyana kadar emdi. Ondan sonra sol mememi verdim, almadı. Hep böyle yaptı. Dâimâ sağ mememi emer, soldan hiç emmezdi. Bir devemiz vardı, sütü çok azdı. Hz.Peygamberimizi evimize getirdikten sonra memeleri sütle dolmuş. Kocam dedi ki: “Ey Halime getirdiğin yetim ayağı uğurlu imiş, evimizde bereket zahir oldu.”

            Âlemlere rahmet olan cihanşumül ve son Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmetine çok düşkün ve gayet merhametliydi. Onun beşeriyeti kucaklayan bu özelliği değişmez rehberimizdir. Mezhep savaşları, tarikat cinayetleri ve cemaat kamplaşması yayıldığı bu dönemde onu anlamak çok önemlidir.

            Dinimiz İslâm'ı yaşamak ve uğrunda hizmet etmek var. Mezhebimiz de var, ama önce Müslümanız. İslam dâiresindeki diğer mezhep mensupları kardeşimizdir, mezhepçilik yoktur. Tarikatımız, cemaatimiz olsun, ama diğer müslüman cemaatleri ötekileştirmek olamaz. Büyük çatı ümmet-i muhammed ve İslam milletidir. Tüm müslümanlar kardeştir. Allah ve Resûlünün sevgisi hepsinin önündedir. Bu gerçeği mezhepsizlik ve tarikat düşmanlığı gibi anlayan cemaat bezirgânları ilim-irfan yoksunudur.

             Sevgililer sevgilisine binlerce salat ve selam olsun.