Kan Davası Değil, Asrın Davası!

Tarık Sezai Karatepe

Dinle, sana bir hikaye anlatayım. Masal bilmez bizim nesil! Ninnilerle uyutmaz kuzuları, manilerle aldatmaz!

Oralarda hayat, olağan bir acıdır; sıradan bir sevinç!

………………

Venizelos, bebe becik dinlemeden, karnındakini, anasıyla dipçikletti, bu ülkede. Henüz et kemikten ayrılmadan, bastı necis ayaklarıyla, Boğaz’a, Altın Boynuz’a.

Kırk yıllık dosttu sanki(!) Hiçbir şey olmamış, Batı’sında Anadolu’nun…. Karartmamıştı hayalleri(!) Giderayak, pek sevindi, mutlu oldu.

Fetih’le yıkılan heykeller, boy veriyordu yeniden.

Apollon, Zeus, Europa, Olimpos… Gün yüzüne çıkıyor, toprakaltından… Küfrün kolları gaflet / ihanet / dalalet üçgeninde birleşiyordu, iki yakada.

Athena, kurulacağı tepede yer beğeniyor, mimarisini nakşediyordu Hacı Bayram’ın Diyarı’na. Onursuz işlerdi, o nursuz adamların işlediği!

Dost, düşman; düşman, dosttu. Saniyesine bile hükmetmek isterken, ‘Ne yapalım, kansız olmaz!’ nesebi bozuk kurgusu, kan revan içinde bırakıyordu Menemen’i, Menderes’i; Lice’yi, Pervari’yi…

………………

“Gönder okula, çocuğunu!”

“Olur da, izbe yerlerde kurt  kapar evladımı. Gönlü aydınlanmışken Hira’dan Gelen Nida’yla, şimdi uzak illerde, Marks düşer peşine, Lenin yetişir imdada(!)

Gelir buralara, beğenmez İffetin Sembolü’nü, Kurtuluş’un İdolü’nü. Açmaz Mushaf’ın yaprağını, tanımaz ecdadın toprağını, enstitü çocuğu(!)

Gönderemem. Yarın Hakk’ın huzuruna, çıkamam ‘ate’ bir evlatla! Eğitimse ‘beşikten mezara’, itikadımca. Lakin kıyamam körpeye, atamam derin çukura!

Hem, benim değil mi evlat, can benim değil mi? Tillo’da bin yıllık uzay medresesini, sensin tahrip eden!

Şimdi kalkmış, seferberlik ilan eden! Önce çıkaran kamuyu, ‘kamusal alan’ diye, sonra kalaylayan ‘Niye inandın?’ diye!

Kuracaksan bir ilgi, gönülle beyin arasında, başım gözüm üstüne! Lakin, senin tanrın ‘cosmos’! Tüm izmlere paydos!”

“Keyfin isterse! Zaten tipini de beğenmedim. Kırçıl sakalın, toza bulanmış şalvarın, yiril yiril kokan cizlavutunla, bir ‘eski zaman adamı’na benziyorsun!

Anlayacağın ‘kıro’sun! Bekle bizi, yakacak seni Tekin Alpçi çizgi!”

…………………..

Başlayalım şimdi, önce isimler… Kapadokya, Trakya, Antakya, Frigya, Marmara, Ege… unutulmuş atalarımızın diyarı.

Başlasın kazılar, çalsın oratoryolar! Buluşsun Hitit, Urartu, Sümer, Efes. Silinsin; Selçuk, Karahanlı, Osmanlı…

Ne o öyle, kanun, ud, ney! Üfle üfle, nefes yetmez, üflemeli çalgılar. Gelsin basgitar, duyulsun viyolonsel!

‘İşte özlenen çağdaş ülke, aksın salonlara coşkun sel(!)

Şimdi tam da zamanı. Yoksulken halk, yorgunken toprak!

………………

Şu Fırat’ın ötesi, hep ayak bağı, sanki. Ne vakit ‘taşeron’lar istila etse Anadolu’yu, dikilir Eyyup sabrıyla, Selahaddin hıncıyla.

Kulp takarız Kulp’a, sileriz hafızadan, mümkünse haritadan. Sustururuz bir anda, gıkı çıkmadan; dağlarız ciğerini, kırk’ı çıkmadan.

“Musul ile Kerkük’ü sizin yüzünüzden alamadık!” deriz, müfredata sokarız. Anarız hainler listesinde adını, koca bir coğrafyayı.

Yapılmıştır pazarlık Mondros’ta, verilmiştir sözler Lozan’da… Psikolojik harbi başlattık mı, gerisi gövde ile baş! İstersen bu işe şaş!

Çanakkale’de mezar taşları, kanı kan ile yıkar gladyonun çatık kaşları!

Mazıdağı Mazıdağı, sıra sıra kazı dağı! Çıkarsa yanık bir bez, kupkuru bir iskelet! Çekilsin zulmün eli, sen de onu terket!

Kırk dört beden, şehadete uçarken, tam da secde anında melekler kıskanırken!

Bir değil, bin sebep arasın insanoğlu! Sendedir Bilge Köyü, Anadolu tapusu!