FETİH RUHU

ŞEVKET TANDOĞAN

            İstanbul’un 562. Fetih yıldönümü,29 Mayıs günüdür. 6 asır önce 1453 yılının 29 Mayıs Salı günü, Fatih Sultan Mehmet Han emrindeki Osmanlı ordusu, ciddî bir hazırlık ve çetin mücadele sonucu köhne Bizans’ın surlarına sancağı dikerek, çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştı.

            Bu vesileyle Sultan Fatih’i ve Fetih Ordusunu takdirle, minnetle anıyor, tüm şehit ve gazilere Allah’tan rahmet diliyorum.

            Asırlar boyu unutulmamış ve kıyamete kadar da unutulmayacak olan, gemilerin karadan yürütüldüğü bu muhteşem fütuhatı her yönüyle iyi anlamak ve genç nesillere FETİH RUHUNU aşılamak zorundayız.

            Tarihin akışını değiştiren bu hadiseye FETİH diyoruz. Zira bu bir toprak kavgası için sıradan bir şehrin alınması, işgal ve istila edilmesi değildir. Tarihi iyi incelediğimizde; hilalin haçı dize getirmesini sembolize eden bu fetihle; zulüm, cehalet ve barbarlığın yerine ilim, iman ve adaletin geldiğini görürüz.

            FETİH: Açmak, açılmak demektir. Büyük zafer ve başarılara kapı açıldığını anlatır. Askerin silah gücüyle birlikte KELAM VE KALEM ehli beraberce hem kaleyi, hem de gönülleri fethetmek gerekir. İşte İstanbul’un fethinde bunu görüyoruz. Fatihin otağının yanında fethin manevî mimarları ve “leşker-i dua” dediğimiz dua askerleri, Ak Şemsettinler, Molla Gürâniler ve diğer ulema, ehlullah yer almıştır.

            Tarih boyunca İstanbul, pek çok hükümdarın ve kumandanın dikkatini çekmiş, hayallerini süslemiş, ona sahip olmak için hazırlıklar yapılmış çok kuşatılmıştır. Özetle; tam 17 defa gayri-müslim milletler, 7 defa Müslüman Araplar ve 5 defa da Osmanlılar tarafından olmak üzere toplam 29 kez muhasara edilmiştir.

            Çünkü İstanbul öyle merkezi ve mühim bir noktadadır ki, iki kıtayı birbirine bağlayan bu tarihi şehir stratejik konumu dışında; havası, denizi, güneşi ve manzarasıyla zarafette ve letafette emsalsiz bir Belde-i Tayyibe dir. Ünlü Fransız devlet adamı Napoleon: “Yeryüzü tek devlet olsa, başkenti İstanbul olması icap ederdi.” Demiştir. Rus Çarı B.Petro da vasiyetnamesinde: “İstanbul’a hükmeden bütün cihanın hükümdarı olur. Onun için mümkün olduğu kadar İstanbul’a yaklaşmak lâzımdır.” Der.

            İstanbul’u Yıldırım Bayezıt Han iki defa kuşatmış, Musa Çelebi ve Sultan 2.Murat da kuşatmış, çok büyük mücadele verilmiş, ancak Bizans entrikaları yüzünden fethe muvaffak olunamamıştı. Fatih Sultan Mehmet tarafından 53 günlük muhasara sonunda fethedilmiştir.

            Daha önce Resûlüllah efendimizin sancaktarı Hz.Halid ibni Zeyd Ebû Eyyub-el Ensari 80 yaşında fethe gelmişti. Hz.Kâ’b, Hz.Ebudderda, Hz.Cabir, Hz.Ebu Said-el Hudri ve benzeri büyük 17 sahabî İslam Ordusunda İstanbul’u fetih için gelmişlerdi.

            Müslüman devletler, cihangirlik sevdasıyla değil, Peygamberimizin müjdesine nail olmak ve İLÂ-İ KELİMETİLLAH için bunca mücadele ile canlarını, kanlarını vererek İstanbul’u kuşatmışlardır. O müjde şöyledir:

            “Allah, tesbih ve tekbirlerle Rum’un Kostantiniyesini müminlere açmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”

            “Kontantiniye elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır ve o asker ne güzel askerdir.”

            Muhasara uzayınca Sultan Fatih, orduya yaptığı konuşmada: “YA BEN İSTANBUL’U ALIRIM, YA DA İSTANBUL BENİ.” Demiştir. Elçi gönderip vazgeçirmeye çalışan Kral Konstantin’e şu cevabı vermiştir: “İmparatorunuza söyleyin, şimdiki Padişah eslafına benzemez. Kudretimin yettiği yerlere onun emelleri bile varamaz.”

            1453 yılı 28 Mayıs’ı 29 a bağlayan gece bütün hazırlıklar tamamlanmış, gemiler karadan yürütülerek haliç’e indirilmiş ve şafakla beraber umumi ve son hücum yapılacaktı. Emir kesindi. Tekbirlerle ve Allah, Allah nidalarıyla taarruz başladı. Fakat düşmanın ok ve ateşinden ilerlemek mümkün olmuyordu. İşte tam bu sırada burma bıyıklı, yağız bir yeniçeri gürledi!!! Bu kişi Ulubatlı Hasan’dı:

            “Bre kardeşler, şehit olmaktan niye korkarsız. Korkak gibi davranmak bize yakışır mı? İleri atılalım. Dinimiz ve Padişahımız uğruna bir can çok mudur?” dedi yalın kılıç ileri atıldı. Onun bu cesur hareketi bütün orduya tesir etti. Düşmanın ok ve ateş yağmuru altında bir anda surlara tırmandı. Elindeki kılıçla önüne geleni yıkıyordu. Geriden getirilen bayrağı alan Ulubatlı hasan surlara dikti. Fakat bu sırada vücudu delik deşik olmuştu. Diktiği bayrağı indirtmemek için savaşıyordu. Sonra şehit oldu. Lakin diktiği bayrak asırlardır İstanbul’un surlarında dalgalanmakta, Ulubatlı Hasan ismi de gönüllerimizde yaşamaktadır.

            Haçlı Hıristiyanların en önemli merkezi doğu Romanın, Müslüman Türklerce fethedilmesi çok zorlarına gitmiş, intikam yemini etmişler ve rövanşı almak için, 5 asır sonra 7 düvel üzerimize çullanarak Osmanlı’yı çökertmişlerdi. Fethin sembolü Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarttırmışlardı.

            Yıkılan Osmanlı’nın küllerinden doğan yeni Devletimiz, bir asır sonra tekrar süper güç olma yolunda şahlanmaya ve batılı emperyalistlerin oyunlarını bozmaya başladığı bu dönemde, BOYNU BÜKÜK MAHZUN AYASOFYA DERHAL İBADETE AÇILMALIDIR.

            Bu amaçla istikrarı korumak için, ehli-salîbin ve tüm şer güçlerin boy hedefi olan hükümetimizi, cânilere ve kurda-kuşa yedirmeyip güçlü bir şekilde desteklemek ve Ayasofya’yı ibadete açtırmak gerekmektedir.