Çubuk, Mart 2014

Tarık Sezai Karatepe

 

Köprübaşı durağında ilk yolcularını selamlayan   metro, ana caddede aheste aheste yoluna devam ediyor… istimlak edildikçe daha bir güzel görünen çarşı içinde kalabalıklaşıyordu.

“Başkanım, önden buyurun!”

“Yok, sıramızı bekleyelim! Adalet dedik, sözde kalmasın. Kalkınma dedik, yüreklere kazınsın!”

Her halinden şehre yabancı biri, yanındakine: “Kim bu!” dedi. Öteki, gururla, “Bizim reis, başkente makam arabasıyla değil, metroyla gider!”

“İşleri aksamaz mı?”

“işleri mi? Zaten işi gücü halktır onun; halk rahatsa, keyfine diyecek yok; şikayetlerin biri bin para ise deliye döner!”

Başkan, yerine oturmadan, doğal gaz kartını çıkardı; gaz yükledi. Elektrik, su…. faturalarını da aynı kartla ödedi. 50 kuruş çıkarıp gazete butonuna bastı; gazetesini alıp yerine oturdu.

“Merhaba başkanım…. “  “Selamünaleyküm başkanım… “  “Hayırlı yolculuklar reisim…” 

“Allah, seni başımızdan eksik etmesin!…”

Başkanın, parasını verip boş bıraktığı yanıbaşındaki koltuğa oturanlar kah bursa yazılan, kah kursa giden, kah iş arayan, kah müteşebbis hemşehrileri idi.

“Başkan hiç not almadı!”

“Bizim başkan not almaz; daha söz bitmeden müdürünü arayıp havale eder; sevk ve idaredir, bunun adı! Ona göre, not almak savsaklamaktır.”

Metro, Şabanözü kavşağına gelince kaymakam göründü. Başkanın yanına oturdu.

“Ya bu kim?”

”Kaymakam; her sabah birlikte yolculuk yaparlar!”

“Reisim, TOKİ’ye geçeceğim; Aydoskent sakinleri üniversite istiyorlar; yüz binlik devasa kent oldu; büyümek hakları. Sözünü aldım; Aydos Üniversitesi yakındır.”

“Ben de Büyükşehir’e gideyim; Aydoskent’ten Çubuk’a entegre metro hattının temelini atacağız; kesin bir tarih alayım!”

“Teyzeciğim oturmaz mısın?”

“Aman evladım, sen otur, bir yer veren bulunur elbet!”

“Yavuz, “Ben milletin hizmetkarıyım” demedi mi?  Gençler bizden örnek alsınlar!”

Kaymakam da dayanamadı; yerini bir pir-i faniye terk etti.

Metro, Ankara yolunda sakım söğüt yapraklarına çarpa çarpa yoluna devam etti. Yeşil, neredeyse avuçlarındaydı. Yeniyol durağında rehabilitasyon öğrencileri, kendileri için ayrılan yere oturdular. Güven önemli idi.

“Başkan, zaman ne çabuk geçip gidiyor; dile kolay beş yıldır birlikteyiz. Neler yaşadık neler…!”

“Öyle kaymakamım. Hatırlar mısın? Aydoskent’e ilk harcı atınca dilim tutulmuştu sanki; insanı ve parayı idare ederek neler yapılabileceğine hiç bu kadar inanmamıştım!”

“Reisim, on bin öğrenciye kitap kampanyası için bir komisyon kurmuştun.  Sonra her gelene birer roman, hikaye, şiir… Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Çile, Gün Olur Asra Bedel, Devlet Ana, Osmancık… dağıtmıştın. Ben de çocuklarımdan fırsat bulunca
okurum.

İçimizde artniyetli yok mu? “Finansını nerden bulacak?” demişlerdi; matbaa matbaa dolaşıp en uygun fiyata en kaliteli baskıyı yakalamıştık.

Ama, en çok da, kitaplara resmini koymaman rağbet görmüştü. “Helal olsun, hizmeti ranta çevirmedi!” demişlerdi.”

“Ya, Kırk Park Kırk Pınar kampanyası… Eskiden “himmet ehli” derlerdi. “Sponsorlar” nasıl da yarışmışlardı. Şimdi ihaleye verdiğimiz büfelerle protokol yaptık; hem yeşili koruyacak, hem çocuklara mukayyet olacaklar… Kazançları bol olsun!”

“Ben hayatta gitmezdim; bir gün Çubukspor’un maçına davet ettin.  Kötü tezahürata karşı eline mikrofonu alıp sahaya fırladın.

Santrada: “Çubuklu kardeşlerim, hakemler ve rakip takım oyuncuları benim ve sizin misafirinizdir; sokakta görseniz elini öpeceğiniz anneleri, hepimizin anneleridir.

Bir kutlu medeniyetin varislerine yakışmıyor. Ya devam, ya tamam!” demiştin de, yılın fair play ödülünü almıştın. Sayende yüzümüz kızarmadan gidebiliyoruz. Seneye de ikinci lig, öyle mi?”

“Kaymakamım, biz geçen sene ikinci ligdeydik, şimdi birinci lig klasmandayız; azmin elinden ne kurtulur?”

İkisi birden, Esenboğa’dan Kazan yönüne uzanan antrenman sahalarına ve bitişiğindeki Dünya Kongre ve Ticaret Merkezi’ne bakakaldılar. Beş bin Çubuklunun çalıştığı hizmet sahaları, bir vakit acınası haldeydi!

Havaalanı durağında bir dalgalanma oldu; gözler o yöne çevrildi. Kader arkadaşı da bindi metroya. tevazusundan bir şey kaybetmemiş, halkından hiç mi hiç kopmamıştı.

“Çubuk kaymakamı…” “Belediye reisi…”

“Sizleri tanıyorum;  yıllar var ki atanmış / seçilmiş farkını kaldırdık. Üçlü olsun güçlü olsun değil mi?”

“Reisim, yine aday mısın?”

“Halkım layık görürse! Yoksa,  “Ben varım!” diyemem!”

Fatih, sanki Edirne’de dolaşıyor… Zaman perdesi aralanıyor… Istanbul’un fethini yarım asır geciktiren topraklarda tarih tekerrür ediyordu.