Bastonun İçine Bakmak

Emrullah KILIÇ

Kötülük her zaman aşikâr olarak mı çıkar karşımıza?

Şeytan her zaman açıktan mı saldırır bizlere, yoksa ayrıntıda mı gizlidir?

Şeytanın yokluğunun olmadığını hayal edip şeytansız bir dünya düşlemekten ziyade varlığının göstergeleriyle ilgilenmek gerek.

Hakikatin peşinden koşmak her zaman için zordur.

Lakin işin kolaycılığına kaçmakta, kendimizi temize çıkarmakta mahir olduğumuzu bilmeyen yok gibidir.

Kötülüğün sessiz diline esir olur gideriz.

Çoğunluğun korosuna katılır, kirli çamaşırlarımızı yıkayıveririz aniden!

 "... O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir." (Necm 32) ilahi emrine rağmen yaparız tüm bunları.

Samimiyetsiz bir tavrın sorumluluğunu bir başkasının üzerine yüklemeye çalışırız

Yani suçu ve suçluyu karşı mahallede ararız.

Kendi mahallemizde ahvale pek bakmayız, baksak da görmek istemeyiz sanki.

Sadede gelmekte fayda var.

İyi insan, iyi müslüman olma, İslamı iyi anlama, ibadetleri ihlâslı yapma noktasında kendi dışımızdan olan olumsuz etkenleri sıralarız sürekli.

Ama biraz da evin içine bakmak lazım. kendimizi yoklamak lazım.

Dine bakışımızı içerden sorgulamak belki bize daha kapsayıcı ufuklar açabilir. Çünkü bu işler hep şeytanı taşlamakla olmaz.

Hz. Süleyman’ın kıssasından yola çıkarak bir bakış açısı ortaya koymaya, meramımızı anlatmaya çalışalım.

Sonra bize anlatılan dinin aslında nasıl dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlamaya çalışalım.

Elimizi vicdanımıza, şapkamızı önümüze koyup düşünelim.

Kuran-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın vefatından bahseden ayette: “Süleyman\'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.”(34:14.) buyrulmaktadır.

Bu ayetten, Hz. Süleyman’ın, değneğine dayanmış vaziyette dururken öldüğü, ağaç kurdunun değneği çürütmesi sonucunda Hz. Süleyman’ın yere düşmesiyle öldüğünün anlaşıldığı, fakat öldüğü halde değneğe dayalı vaziyette ayakta durduğu sürece kendisini sağ zanneden cinlerin çalışmaya devam ettikleri anlaşılıyor. Ayetin devamında da cinlerin gaybı bilmedikleri, zira gaybı bilselerdi Hz. Süleyman’ın öldüğünü fark edip, uzun süre onur kırıcı ağır işler altında çalışmayacakları anlatılıyor.

Cinler gaybı bilmedikleri halde bildiklerini zannediyorlar. Mevla böyle bir gerçeği açığa çıkarmak için asasına dayanarak günlerce ibadet eden peygamberini işte böyle ibadet ettiği bir sırada, değneğine dayalı olarak vefat ettiriyor. Günler, aylar geçti. Sonra Allah, işin ortaya çıkmasını isteyince kurt, Hz. Süleyman’ın değneğini kemirerek çürütüyor ve Süleyman (a.s) yere düşüyor.

Niye mi söylüyoruz bunları?

Ben Salı diyeyim siz Çarşamba…

Tam hatırlamıyorum, camiden dışarı verilen sese mecburen kulak kabartıyorum.

Vaiz efendi ramazan ayından bahsediyor. Güzel ne var bunda diyeceksiniz.

Lakin o ramazanın sevap kazanma mevsimi ve sevap kazanma yarışı olduğunu söylüyor.

Doldurun sevap sepetini diyor.

Bir an mütereddit bir hal alıyor, sanki kürsüde Auguste Comte var, diyorum…

Durum gerçekten vahim.

Gerisini merak bile etmeden devam ediyorum yola.

Pozitivizmin ve onun gayri meşru çocuğu modernizmin bizim camilerimize, kürsülerimize nasıl sinsice girdiğine şahit olmak sarsıyor insanı.

 Modern dünyanın her şeye bir fiyat biçme alışkanlığı karşısında bizim tavrımız onu başka şekle sokup içselleştirmek olamaz.

Ama bazı düşünürlerimizin, ilim adamlarımızın, diyanet mensuplarının hala dine tamamen materyalist ve pozitivist bir bakış açısıyla baktıklarının farkında değiller.

Virüslü düşüncelerle zihinlerimizi kemiriyor, hisseden kalplerimizi dumura uğratıyorlar.

Modernitenin kuyusuna düşmüş olanlar kendileri oradan çıkmak yerine bizi de aşağıya çekmek istiyorlar.

En somut gerçek şu: Müslümanların bir bölümü modern kültürü tüketmek, onu kendi kavramsal dünyaları ile uyumlu hale getirmeye çalışıyorlar.

Cinler Hz. Süleyman’ın değneğinin dışına ve sağlamlığına bakarak özünün çürümesini fark edemediler.

Ama şükür ki dışarıdan hakikat gibi görünse de, anlatılanın pozitivist bir din olduğunu görebiliyoruz.

Zaten bu durum artık bir gayb olmaktan çıkmış durumda.

Sanki biz ibadetlerimizi, orucu bedenimizden ölümsüz olan ruhumuza geçişi temin için tutmuyoruz da, kupon topluyoruz! Sanki sevap makinesini çalıştırdık seri üretime geçtik!

Dini, ibadeti illaki maddi olana, illaki bir karşılığa devşirmek modernist ve maddeci bir bakış açısı değil de nedir?

Nerde hakkın rızası, nerde teslimiyet?

Hani nerde gönüllerin rızkı nerede?

Bir düşünelim bakalım, gerçekten de oruçlunun ödülü, günün sonunda başına oturacağı mükellef bir sofra mıdır?

Yoksa on bir ay yorulan midenin dinlendirilmesi midir?

İllaki bir menfaat bir karşılık mıdır? Sevap beklentisi midir?

Bundan sonrasını çağdaş pirimiz Dücane Cündioğlu’na bırakalım.

“… siz hiç, sırf annesi üzülmesin diye dersini çalışan bir çocuk görmediniz mi?

Ya da babasının veya dedesinin hoşnutluğunu kazanmak için yaramazlıktan vazgeçen bir evlat, bir torun?

Sevgilinin bir bakışı için sabaha kadar pencere önünde donan bir âşık?

Ey dostlar, söyler misiniz, siz ne zamandan beri, Hakkın rızasını kazanmayı dünyanın hiçbir nimetine, hiçbir hazzına, hiçbir zevkine değişmeyecek dîvanelerin hikâyelerini dinlemekten kendinizi mahrum ediyorsunuz?

Sırf sevgilinin yüzünü görmek için, sırf onun hoşnutluğunu kazanmak için, iştah ve şehvet fırsatlarını tekmeleyen hak dostlarının hikâyelerini hakikaten bu kadar çabuk mu unuttunuz?

Sözümüz, malum zevklerin üzerinde, daha bilinmedik, duyulmadık nice zevklerin de olduğunu idrak edenlere/edeceklere...

Herkes elindekinden razıdır. Bu dünyada da, öte dünyada da.

Yârin bir anlık bakışına nâil olmak için, ömrünü, değil cennetin, cehennemin kapısında dahî tüketebilirsin.

Sorma boşuna, o bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz! Sen o bakışı, o bakış için çıldırandan dinlemelisin! Yani, önce kendisine secde edebileceğin bir âşık bulmalısın!

Cennetin nimetleri için değil, cennetin sahibi için çıldıran bir âşık!..”