Aynaya Bak! Sen misin?

Tarık Sezai Karatepe

Aynaya Bak! Sen misin?

“Kabahat aynada!” dedin; küçük, büyük… ne kadar ayna varsa karşısına geçip poz verdin. Nafile… Aynadaki sen değildin. “Nasıl olur, ben bu kadar yabancı mıyım kendime?” hayıflanmasıyla başını önüne eğdin, gözlerini yumdun.

Kısa sürede doğmamıştı, içindeki yabancı. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, usul usul, sinsi sinsi yaklaşmıştı benliğine; “Ben” demiştin, “Biz” yerine.

Hayatına anlam katan ne varsa bir bir silindi zihninden. Kendine emirler yağdırdın. Ahretlik dostlarını engel gördün, hedefe kilitlenmede.

Şöhret hırsı, gözünü bürümüş; “Bir nokta gözü kör eyler” misali, işgale uğramıştı dimağın. Kara delikler oluşmuştu, bünyende.

İlk ihanetindi, çok acı oldu; yol arkadaşını jurnalledin. Seni ilk, o fark etti. “Bu çocuk bana yarar; yanındaki de!”  

Garip bir savunma geliştirdin: “Adamın ekmeğiyle oynamayalım!”  “İyi de, o bizim kutsalımıza saldırıyor; ekmeğini başka yerden kazansın!” diyenlere:

 “İşinize bakın!” yollu, üstü kapalı tehditler savuruyor; gözüne kestirdiğini ihbar ediyor, o da zalimin darbelerine maruz kalıyordu.

Artık ipliğin pazara çıkmış, vaktiyle bir hedefe yürüdüğün ruhlarla ayrı düşmüştün.

Ne vakit, iç hesaplaşmaya başlasan, yanında bitiveriyor, “Hayatta başarılı olmak için babana bile acımayacaksın!” telkini, beyin damarlarını ifsad ediyor…

Sen gidince arkandan, “Bir kişi, bir kişi; geleceği parlak, bunu kullandı mı gelsin koltuklar!…” diyordu.

Bir gün, diğerini çektin kenara; “Bak aslanım, adamın kafası sakat; ama bize ne! Yanında olduk mu, o bize, biz ona koltuk çıkarız. Aptallık etme!” dedikçe, önce: “Dünyada olmaz; küfrün elebaşı için iki dünyamı berbat edemem!” savunması gelirdi …

Lakin,  bir, iki… derken; o da buldu yolunu. Dost ve veli kavramları kitap aralarında kalmış; tanınmaz olmuştunuz. İnancı için gadre uğrayanları, yoluna çıkan taşlar olarak görüyor; ona da, çevreni kullanarak makam atlatıyordun.

“Ya değişir, ya değiştirirsin; üçüncüsü yok!” şaşmaz kuralı bir kez daha işlemiş; ideallerin şahsileşmişti. Bundan böyle, nefsinin ve midenin kölesi, bir garip yaratıktın. O"nun kulluğunu reddedip, kimlerin kulu olmuştun kimlerin…

Dünyan küçülmüş; on iki"nde öğrendiğin birkaç güzel söz de, siyasi manevranda sana lazım olacak ritüelden öteye gitmemişti. Bir gün sana makam verildi. Yükseliyor, yükseltiyordun…

Davul zurnayla kente yollanan, ilçenin okumuş çocuğuydun. Koca bir şehrin yolu, çeşmesi, barajı, hastası, dertlisi… senden sorulacaktı.

Fakat sen, bunu da anlayamadın; vebalin kat kat arttı. Kırk yılda bir, hayra vesile olacakken, “Göze batarsın; daha yükseklere çık da ondan sonra!” deyiverdi, iyi gün dostu(!)

Sen de tırstın, korktun, yalpaladın; yürüyüşün bile değişti.

Yıllar yılı işgal ettiğin makamda isim yaptın; ama işini yapmadın. Yine yollar harap, çeşmeler susuz; araziler peşkeş… İçindeki fitne kazanı fokurdar, sen de uzaklardan yönetmeye kalkardın, koca bir beldeyi.

Makamları çifter çifter atlıyordun. Alanın genişlemiş, sen daralmıştın. “İşe göre adam değil, adama göre iş” devri henüz revaçtaydı.

Bir semboldün sadece; Bilal kızgın güneşte işkence görürken, efendisine gülücükler ısmarlayan ispiyoncu çağdaş köleydin, o kadar!

Kısa sürede binlercesi işgal etti, makamları. Fakat kırk yılın yanılgısı, sende belirdi. Kişilerin iktidarı mı, inançların iktidarı mı?

Ayna değişmeyecek, sen değişecektin. Buna hidayet denirdi.

Aynadaki sen,  “Fakat, sürem azalmışken, bir namert uğruna yitirdiğim dostlarımı, nasıl bir araya getiririm!” derdine düştün.

Ahşap dolaptan siyah beyaz fotoğrafları çıkardın. Gözyaşların pınar oldu; “Ah!” ettin, kaybolan yıllarına. Ahizeye sarıldın. Kırdığını onarmaya başladın.

Kimi arasan, “Canın sağolsun, anladın ya yeter; ömür denen sermaye tükenmeden, demek son pişmanlık fayda edermiş.”

Yüreğine bir ferahlık geldi. Sokağa attın kendini; yine onu gördün. İyi haber tez yayılırmış. Sana çıkıştı: “Demek sünepe dostlarını bana tercih ettin.”

Kararlı gözlerle haykırdın:

“Asıl sünepe sensin; gençliğim fikirsiz, yüreğim sevgisiz, ruhum desteksiz kaldı; senin yüzünden. Beni kullanarak geldiğin makamda, inançlarımı hiçe saydın; şimdi senin vebalini de taşıyorum omuzlarımda. Artık yoluma çıkma; yoksa!...”

Rozetinin anlamını ilk kez kavramıştın, yıllar sonra. İhanetine denk iyilik yapacak, amatör duygu felsefen olacaktı.  Yerel, hakça, halkça; bölüşerek, kaynaşarak, tanışarak.

Gelin tanış olalım / İşi biliş kılalım / Sevelim, sevilelim / Dünya kimseye kalmaz