Açık açık konuşalım…

Tarık Sezai Karatepe

 

Açık açık konuşalım…

 

“Allah’a isyan hususunda kula itaat yoktur!” şu dünyada İslami bilgi adına ilk öğrendiğimdir. Damarlarıma öyle nüfuz etmiş ki yanlışa yanlış, doğruya doğru demekten kendimi bir türlü alamadım. İyi ki de alamadım.

 

Sevgimde ve nefretimde hiç aşırıya gitmedim. Çocuk denecek yaştayken Erbakan’ı ve Humeyni’yi sevdim. 2500 yıllık Mecusi artığını kovmuştu, ülkesinden. Erbakan’ın 79’da, İran’a yönelik abd operasyonunu Ebrehe’nin ordusuna benzeten konuşması heyecan vericiydi.

 

Humeyni’nin, Hafız Esad’ın Hama katliamına sessiz kalarak örtülü destek vermesi, Afgan Cihadı’nı manipüle etmesi beni çok incitti. Şii Sünni kavramlarını yapay bulmama rağmen, Şiilerin tarihte kafire karşı hiç cihad etmedikleri ve “Şii olsun, çamurdan olsun!” gerçeği bir kez daha tezahür etti. Ne olurdu, Osmanlı Avrupa’ya yelken açarken, İran da Çin ile Rusya üzerine gitseydi!

 

Erbakan, İran’la yakınlaşarak tarihi tersyüz etmek, ayrılığı gayrılığı gidermek istiyordu.

İktidar olur olmaz, ayağının tozuyla Tahran’a gitmesi özgün liderlik işaretiydi. Erbakan o gün, İran’a değil de Telaviv’e, Newyork’a gitseydi vefatına dek cumhurbaşkanı seçilirdi, ama son tahlilde reelpolitiğin kurbanı olurdu.

 

Kaddafi, mal bulmuş mağribi gibi konuğunun üzerine atılmasaydı bugün ülkesi işgal edilmeyecekti. Denktaş, hakkı teslim etseydi adı başka mahfillerle anılmayacaktı. Hikmetyar’la Rabbani laf dinleseydi Afgan dağlarında çiçek açacaktı.

 

O, tercihini mazlum dünyadan yana koydu. Zalime hiç göz kırpmadı. Lider ile genel başkan arasındaki fark bu idi. Sabır, savaş, zafer…

 

Endülüs’le Osmanlı’nın Avrupa Hilali’ni İsviçre’de parlatmasına ramak kala yaşanan gaflet dolu 15. yüzyıl olayları, 79-89’da yılda İran tarafından sahneye konuldu. Yazık oldu. Irak savaşı, tavşana kaç, tazıya tut idi. İran bunu okuyamadı.

 

Fetih ruhu neden yok İran’da? Bir Selahaddin, Fatih, Şamil… çıkmaz mı yakın zamanda?

 

Tasavvufu, Nakşi ekolüyle tanıdım. Çok sevdim. Zahid Hoca’nın İslamcı siyasete yön vermesi beni gururlandırdı. İhtilal’in yakıcı sıcağında da kavurucu soğuğunda da ayaktaydılar. “Ne ilim ehli cemaat, dergileri 100 bin satıyor. İslam aleminin gözü kulağı!” dedim.

 

Nice sonra ırkçı renklere sempati beslenmesi, 60 Devrimi’nin eli kanlı albayını mezarına kadar takip eden incitici görüntü… buz gibi soğuttu.

 

Coşan Hoca’nın naaşının Sezer tarafından Sülaymaniye avlusuna alınmaması, sahiplenme duygusunu bir kez daha ayyuka çıkardı. O gün Eyüp yolunda saatlerce tekbir getirdim. Haz aldım, mutmain oldum. Uzak Asya’da bir mülteci/devrimci/tebliğci olarak kabri Avustralya’da kalsaydı, demekten de kendimi alamadım.

 

Kavakçı’nın Meclis’te ‘kızıl gomünisler’ tarafından protesto edilmesine vekillerin itidal çağrısı yapması beni çileden çıkardı. “Madem koruyamayacaktınız, neden aday yaptınız?” dedim. Beni Kaynuka yahudilerinin Medine’den sürülme sebebini okumamışlar mıydı?.

 

Kırılma noktası oldu bu olay, tüm camia için. Ilıcak’ın kurbanı oldu, mazereti ikna etmedi beni. Ümmetin teşkilatında Ilıcak’ın ne işi vardı? Eğer o gün Kavakçı’nın vekilliği sağlanmış olsaydı, ülkede moral üstünlüğü Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra ilk defa İslamcıların eline geçecekti.

 

AK Parti kurulmayacak, güçler bölünmeyecek, öbür seçimde % 60’larla gelebilecekti. Paniğe gerek yok, ara seçim var, ne de olsa!

 

Yazıcıoğlu onurlu sözler etti, geçmişiyle yüzleşti. 96 Hükumeti’ni desteklemesi, tanklara meydan okuması, 8 Yıllık Eğitim’i Anadolu’ya açılmış bir savaş görmesi, bayram günü Felluce için yürümesi heyecan vericiydi.

 

Partisini MHP’den keskin çizgilerle ayırmaması, seçimlerde, “Oyları bölmeyelim!” tuzağına düşmesine neden oldu. Cenazesi anlamlıydı. Müntesipleri Mavi Marmara’ya kulaç açınca mirası sağlam ellerde diye düşündüm. Yeterli mi? Hayır. Sana iş düşüyor.

 

Sağ siyasetin kadrolaşma beklentisiyle, kurumları kaldırmak yerine ihya etmeye çalışması sığ siyasetle açıklanabilir. Yargıtay’ın ipini çekmedi, hiç biri. Danıştay’ı susturmadı. MGK’yı feshetmedi. “Yarın iktidar elimizden giderse…” diye düşünmeden HSYK’yı güçlendirme yoluna gitti.

 

Sol, yarım asırdır işini gücünü, yasağını pasağını sağ’a temizletti. Sağ da seçmene dönüp: “Şu sol’u bir susturayım, sıra sizin taleplerinizde!” diyerek zaman kaybetti, efor yitirdi. Sonunda iktidarlar alaşağı edildi. Acı, hüzün, kaos… hep bizim mahallede kaldı.

………………………….

 

Kasım’da ara seçim!

 

Kırmızı atkılı küçük adam, Alan’ı MHP’ye, Dicle’yi BDP’ye, Haberal’la Balbay’ı CHP’ye dikte edince pandoranın kutusu açılmıştı bile.

 

Tutuklu hükümlü derken, Meclis’i boykota kadar varan gelişmelerin ayak sesiydi bu. Kilitlenen Meclis, % 5’ten fazlası boşaldığı için ara seçime gidecek, mecburen.

 

36 boş sandalye için yapılacak seçimde ülke yeni bir sınav verecek. % 10 barajı uygulanmadığı için de “Oyum boşa gider, en iyi şer ehven-i şer!” mazeretinin bir kıymet-i harbiyesi kalmayacak.

 

Horlanan, yıpranan, sendeleyen, ama yıkılmayan Milli Görüş, bu seçimde 36’da 36 yapmak gibi bir avantaja sahip. Adaylarını ince eleyip sık dokuduğunda her bölgede kazanabilecek güçlü bir misyonu var. Seçim sadece misyonla kazanılmıyor. Vizyon şart.

 

“Kötülüğü affet, ama unutma!” Kimin ne yaptığı, niye yaptığı, nerede yaptığı gün gibi açık. Şimdi savaş baltalarını gömme zamanı. % 1, “Nice az topluluklar vardır ki çok topluluklara galip geldiler!” ruhuyla tulum çıkarabilir.

 

Kuş dilini bırakıp dertlere Kitap’tan çare aramak, yeni siyasetin boynunun borcu!

 

Ben varım, ya sen!

 

Tarık Sezai Karatepe

Yazar

0545 208 10 80