Şuayip Yaman       Görünen Köy

Şuayip Yaman Görünen Köy

NERONLAR KUDÜS ÜZERİNDEN DÜNYAYI YAKIYORLAR...

ABD’nin Tel Aviv’de bulunan başkonsolosluğunu Kudüs’e taşıması ve ardından İsrail askerlerinin Filistinli protestocuları katletmesi tüm ülkede olduğu gibi ilçemizde de protesto edildi. Amerika ve İsrail lanetlendi.

 

İsrailli keskin nişancıların Filistinli protestocuların üzerine ateş açması sonucu, aralarında çocuklarında bulunduğu en az 63 Filistinli (9’u çocuk olmak üzere) öldü, 2000’i de yaralandı. Bunların 100’den fazlasının ise ağır yaralı olduğu ifade ediliyor.

 

İsrail askerlerinin kalabalığın üzerine göz yaşartıcı bomba da yağdırdığı iddialar arasında...

 

Neronlar işbaşında...

 

ABD’nin Neron’u Trump ile İsrail’in Neron’u Netanyahu, Ramazan ayını Müslümanlara zehir ettiler.

Neron Hıristiyanları kıyımdan geçirmiş, Roma'yı ateşe vermişti.

Tarih bir kez daha gösterdi ki; Filistinliler davalarında ve acılarında çaresiz ve yapayalnızlar. Örgütlü yapılar ve güçler hep karşı tarafta kümelenmiş durumdalar. Neticede bu mücadele bloklar mücadelesidir.

Trump icraatı ve sonuçlarını zafer olarak takdim etse de henüz bu iddialarının hiçbiri testten geçmiş değil.

Bununla birlikte masum kanı dökmek zafer ise ABD ile İsrail bunu çok iyi biliyor ve yapıyorlar!

Netanyahu ise kanlı eylemlere neden olan elçilik taşıma işlemini İsrail lehine cesaret gösterisi olarak nitelendirmiştir.

Truman'dan beri Amerikan başkanlarının tamamı İsrail'e hizmet etmiştir. Lakin bunlar arasında en ateşlisinin en delisinin belki de Trump olduğu tescil edilecek. Trump İsrail'e hizmetinde seleflerini fersah fersah geçmiştir.

Trump İsrail'in baş fedailiğine soyunmuştur...

Görüldüğü gibi Trump ve Netanyahu’nun şer güçleri el ele vermiş durumda. Sadece Roma'yı değil Kudüs üzerinden dünyayı da yakıyorlar...

İsrail ve ABD malları boykot edilmeli...

 

1948 yılından bu yana Filistin topraklarının yüzde 80 işgal edildi. Filistinlilerin en az yüzde 60’ı ya göçe zorlanmış durumda ve topraklarına uzakta bulunan mülteci kamplarında yaşıyor.

Bugün 7 milyona yakın Filistinli kardeşimiz topraklarından uzakta yaşamaktadır. Sadece en ağır soykırımın yaşandığı Gazze’de ki 1 milyon 700 bin Filistinli kuşatma koşullarında hayatta kalmaya çalışıyor, yüz binlercesi İsrail tarafından hukuksuz bir şekilde zindanlarda tutuluyor veya öldürülüyorlar.

14 Mayıs 1948 den bugüne, yani 70 yıldır Filistin halkı ve İslam ümmeti esaretin ve sefaletin acısını yaşıyor. Mescid-i Aksa ve Kudüs bugün esirdir. Filistin toprakları işgal altındadır.

Gazze ve Batı Şeria’da kalanlar ise her türlü maddi ve manevi işkenceye maruz kalıyorlar, her gün birkaç şehit veriyorlar.

ABD ne karar alırsa alsın, Kudüs kıyamete kadar İslam’ın, Müslümanların Kâbe’sidir.

Olmaya da devam edecektir.

 

ABD ve Siyonist uşağı ülkeler hangi kararı alırsa alsınlar;

 

  • Kudüs İslam’ındır.
  • Kudüs Filistin’in ebedi başkentidir.
  • Kudüs sahipsiz değildir. Kudüs, Mekke ve Medine’den sonra, bütün Müslümanların kutsal bildiği Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapmaktadır.
  • Şimdi ilk kıblemize; Peygamber Efendimizin (sav) Gece Yürüyüşü / İsrâ Yürüyüşü’ne çıktığı, çevresi mübarek kılınan, peygamberler mirası bu beldeye sahip çıkma zamanıdır.
  • KudüsMüslümanlara, Hıristiyanlara ve Yahudilere ev sahipliği yapmıştır.

 

Çoluk çocuk demeden Filistin’e ölüm yağdıran İsrail ile onun müttefik ve kankası ABD’ye kalıcı yaptırımlar uygulanmalı;

 

  • “Mavi Marmara” dâhil İsrail ile ticaretimiz kesilmeli, yapılan tüm anlaşmalar iptal edilmeli.
  • İslam İşbirliği Teşkilatı harekete geçirilerek ortak ve anlamlı bir karar çıkarılmalı.
  • ABD’nin Malatya’da İsrail’i korumaya yönelik olarak kurduğu Kürecik Üssü kapatılmalı.
  • İncirlik Üssü kapatılmalı.
  • Bir yerlerde toplanıp sadece İsrail’i, ABD’yi lanetlemek sonra da paramızla onları desteklemek olacak şey değildir.

 

İsrail ve ABD mallarını boykot etmeli, Müslümanları boykota teşvik etmeliyiz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki düşmanlarımızın can damarı ekonomileridir. Onların mallarını boykot etmekle maddi kaynaklarını kesmiş oluruz ve böylece zulümlerine engel olmuş oluruz.

 

Ayrıca; Avrupa’nın Kuran-ı Kerim’den rahatsızlığı, emperyalist işgale dur diyen nesillerin beslendiği yegâne kaynağın Kuran-ı Kerim olduğunu çok iyi bilmesindendir.

 

Yüzyıl önce İngiltere müstemleke bakanının “Kuran’ı Müslümanların elinden almadıkça başarılı olamayız” ifadesi bu son açıklamayla bir daha tekerrür etmiştir.

 

İslam düşmanlarının Kuran-ı Kerim’e yönelik bu saldırılarına karşı, Müslümanların Kuran-ı Kerim’e sımsıkı sarılıp onu daha çok okumaya, daha çok anlamaya ve daha çok hayata geçirmeye çalışmaları gerekmektedir...

 

Kudüs yıllardan beri onulmaz bir yara. Terör devleti İsrail 70 yıldır zulmün her türlüsünü Filistinli, Müslümanlara uyguluyor.

 

“Dünyadaki yüz milyonlarca Müslüman istese İsrail’i tükürüğünde boğar” edebiyatını dilimize persenk yaptık. Bu söz yıllarca dillerden hiç düşmedi.  Ama bir türlü icraata da geçmedi. Dünyada 57 Müslüman ülke ve toplamda da 1 milyar 775 milyon Müslüman var.

 

Dünyanın çeşitli yerlerinde bilhassa Müslümanların maruz kaldığı zulümlerden daha kötüsü Müslümanların bu zulüm ve vahşete verdikleri tepkilerin sıradanlaşmasıdır.

 

Türkiye dışında kalan ve adındaki İslam’dan başka İslam ile alakası olmayan “İslam Ülkelerinin seyirci kalması da işin cabası!..

 

Oysa bilinen bir gerçek; Müslümanların Orta Doğu’da birbirlerini boğazlamaya devam etmeleridir... Gerçi “Kudüs Davası” bizlerin de çok şey yaptığımızı söyleyemem. Ama en azından bir bilinç oluşturmaya ve bunu diri tutmaya çalıştığımız bilinen bir gerçektir.

 

İhmal edilmemesi gereken suallerin başında;

 

  • Ümmetin bu içler acısı hali daha ne kadar devam edecek?
  • Mazlum Kudüs ve Mescid-i Aksa’da yaşanan bunca acı hiç dinmeyecek mi? Öte yandan “Halkı Müslüman olan ama yönetenlerin dünyadaki Müslümanlar için bir şey yapmaya niyetinin olmaması nasıl çözülecek ve çok şey yapmak isteyip de hiçbir şey yapmamanın ezikliğinden kurtulamayacak mıyız?” sorularının cevabı da maalesef yok...

 

Üzerinde en fazla kafa yormamız gereken husus Müslümanların emperyalist ülkelerin oyununa neden bu kadar kolay geldiğidir. Müslüman coğrafyalarda kan ve gözyaşı eksik olmazken onlar konforlarını daha da artırmanın peşinde. 

 

İslam bir “vahdet” dini iken Müslümanlar neden vahdetten bu kadar uzak? Birbirimize düşmeye o kadar mütemayiliz ki ufacık bir nifak tohumu fazlasıyla işe yarıyor. Bazen ulus, bazen de mezhep girdabında kayboluyoruz.

 

Son olarak şunu ifade etmeliyim ki:

 

  • Türkiye Cumhuriyeti öncelikli olarak Kudüs Meselesi dâhil tüm İslam ümmetinin sorunlarını uluslar arası kamuoyuna daha kapsamlı olarak taşımalı ve çözüm noktasında vicdan sahipleri ile kafa yormalı,
  • STK’lar da yurt dışına açılmalı ve devletlerin giremediği alanlara girmeli, halkı Müslüman olan ülkeler öncelikli olmak üzere oradaki vakıf ve derneklerle çözümler aramaya çok ciddi kafa yormalı,
  • En önemlisi de Müslümanlar ALLAH’ı hatırlayarak; gaflet, dalalet ve hıyanet uykusundan bir an önce uyanmalıdır...

 

 

Ambargolar deliniyor mu?

 

57 ülkeden oluşan Arap Birliği’nde birlik ve beraberlik yok, herkes ayrı telden çalıyor. Birinin koyduğu ambargoyu diğeri bozuyor...

 

Ve hatta bazıları birbirlerine karşı düşman kardeşleri bile oynayanlar var. 

 

Yine bunların içinde birbirlerini boğazlamaktan çekinmeyen sözde Müslüman ülkeler de var...

 

1973 Arap-İsrail Ramazan ( Yom Kippur) savaşında yaşanan yenilgi, petrolü siyasi bir güç haline getirmişti.

 

1973 Arap-İsrail Savaşı sonucunda OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) ülkeleri, savaşta İsrail'e yardım eden ülkelere petrol arzını durdurmuştu.

1973 yılında Arap-İsrail Ramazan (Yom Kippur) savaşında yaşanan yenilgi, petrolü bir siyasi güç haline getirdi. Savaş, OPEC'in iki karar almasına neden oldu. İlk olarak, OPEC, İsrail'e yardım edenlere "petrol ambargosu" uygulama kararı aldı.

 

İkincisi de, petrol fiyatların % 400 arttırılması kararıydı. Petrol'ün, OPEC ülkeleri tarafından gelişme, kalkınma ve dış politikada hedeflerin gerçekleştirilmesi amaçlı olarak kullanılması durumu bugün de devam etmektedir. 

 

Gazze’de Filistin halkı ağır bir ambargo altında acı çekmeye devam ederken, ambargonun kaldırılması konusunda uluslararası toplumu ikna edemeyen bazı Müslüman ülkeler İsrail ve onu destekleyen ülkeler konulan ambargoyu bozuyorlar.

 

Örneğin;

 

Dünyadaki tüm tanker hareketlerini takip eden Tanker Rackers sitesindeki istatistiklere göre, sadece geçen ay Ceyhan’dan İsrail’e 1,5 milyon varil petrol sevk edildiği tezi ortaya atılmış...

 

Bir taraftan İsrail ve ABD’ aleyhinde protestolar yapılıyor. Bir taraftan da İsrail’e petrol sevkiyatı iddiaları havada uçuşuyor. Bu iddialar doğruysa çok yazık.

 

Bu nasıl Müslümanlık? Müslüman’ın Müslüman’a yaptığına bakın...

 

İsrailliye Vize  Yok  Filistinliye Var...

İsrail’in saldırılarının ardından şehit edilen yüzlerce Müslüman için İsrail’i kınamaktan öteye geçemedik.

Üstelik devlet ricalinin İsrail ile ekonomik ve siyasi işbirliğinin derinliği her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor.

Mavi Marmara saldırısından bu yana  İsrail ile ticaret hacmini de 4 katına çıkarttık...

 Türkiye, vize uygulamasında da İsrail vatandaşlarına kapıları sonuna kadar açık tutuyor. İsrailliler ellerini kollarına sallayarak Türkiye’ye girerken Türk vatandaşları ise vize şartına tabi tutularak bin bir meşakkatle İsrail’e girebiliyor. İsraillilere uygulanan vize muafiyeti, ne yazık ki Filistinlilere uygulanmıyor. Bu çarpık işleyişe yıllardır kimse dur demiyor.

Türk vatandaşlarının vizesiz giremediği İsrail’den Türkiye’ye giriş yapan İsrail vatandaşları vize muafiyetinden yararlanıyor.

Mesele bununla bitmiyor. Her seferinde Filistin halkının yanında olduğunu belirtenler Siyonistleri ülkeye vizesiz sokarken, bağımsız bir devlet olarak tanıdığı Filistin’i vizeye tabi tutuyor!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN bile Başbakanlığı döneminde Ramallah’ta Yarım Saat Bekletilmişti...

Başbakan Erdoğan, Davos Olayı sonrası yaptığı açıklamada, “T.C. Başbakanı olarak yarım saat Ramallah sınır kapısında bekletildim” demişti. (22 Temmuz 2014)

 

Diğer bir iddia da Türkiye’ye gelen Filistinlilere vize uygulanırken, İsraillilerin Türkiye’ye vize uygulanmadığı, elerini kollarını sallayarak ülkemize giriş yaptıkları iddialar arasında...

 

Bu ne lahana, bu ne perhiz”

 

Bir taraftan bağırarak, çağırarak İsrail’i protesto ediyorsunuz, diğer taraftan da kolaylıklar sağlamaya devam ediyorsunuz. Bu nasıl bir dış politika?

 

Sonra İsrail ve ABD’yi kınayan ve protesto eden de sadece biziz...

 

 “Yurtta sulh cihanda sulh”

Atatürk’ün bu ilkesinin ortaya koyduğu asıl gaye, dünya insanlığının tümünün barış ve huzur içinde yaşamasını temin etmektir. Adından da anlaşıldığı gibi Atatürkçü düşünce sisteminin temel taşlarından olan bu ilkenin amacı yurt içinde ve yurt dışında sürekli bir barış ortamının sağlanmasıdır.

 

Dünya üzerinde huzur ve güven ortamının sağlanmasına Atatürk tarafından çok önem verilmiştir. Çünkü dünya barışı sonucu ortaya çıkan huzur ve güven ortamının da ülkelerin ve milletlerin gelişip kalkınmasına hizmet edeceği düşünülmektedir.

 

Diğer bir deyişle dünya milletlerinin kalkınıp güçlenebilmesi ancak ve ancak dünya barışı sonucunda ortaya çıkabilecek huzur ve güven ortamı ile sağlanacaktır. Fakat bu anlayış “Her ne pahasına olursa olsun barış” düşüncesini temsil etmemektedir. 

Milli Mücadele döneminde de görüldüğü gibi, Ülkenin güvenliğine el uzatıldığında yani ülkenin milli menfaatleri söz konusu olduğunda; milli bağımsızlığımız ve bütünlüğümüz sağlanıncaya, ülkemiz ve milletimiz adına arzuladığımız temel hedeflere ulaşıncaya değin mücadeleyi esas kılan ancak ülke menfaatleri temin edildiğinde barışa razı olunacağını ortaya koyan bir düşüncedir.

 

Atatürk, dünyada hakiki manada bir barış ortamının kurulmasından yana olan ve savaşa neden olan unsurların tamamen ortadan kaldırılmadan kalıcı bir barışın sağlanamayacağını çok iyi bilen bir liderdi.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşünsel ve fikri manada hedeflerini ortaya koyan ilkelerinden biri olan “Yurtta barış cihanda barış” ilkesi, insanlığın ve uygarlığın refahı ve ilerlemesinde en önemli etken kabul edilmelidir.

 

Yukarıda sebeplerden dolayı bu duruşun ve düşüncenin tüm dünya devletleri açısından bir siyaset unsuru ve duruşu olarak kabul edilip benimsenmesi, yine tüm insanlığın mutluluğu için şart olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Bu nedenle ülkemizde ve dünyada huzurun temini, vatandaşların güven duygusu içinde mutlu bir yaşam sürmesi, ancak ve ancak Atatürk’ün "yurtta sulh dünyada sulh" ilkesinin uygulamaya konulması ile mümkün olacaktır. Bu yüzden, milletlerarası anlaşmazlıklar, her şeyden önce barışçı yollarla çözüme kavuşturulmaya çalışılmalıdır.
 

İnsanlık tarihi çeşitli kanlı savaşlara sahne olmuş, bu savaşlarda masum birçok insan hayatını kaybetmiştir. Savaş, her ne şart altında olursa olsun bir insanlık ayıbıdır. Hiç bir gerekçe insan kanını dökmek için yeterli bir sebep olamaz.

 

Her insan, doğumuyla ona sunulan yaşam hakkına sahiptir ve bu hakkı sonuna kadar kullanarak hayatı deneyimlemesi gerekir. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözü de bu temeller üzerine kurulmuş olan bir sözdür.

Günümüzde de geçmişte olduğu gibi çeşitli bölgelerde kan dökülmekte, savaşlar yapılmaktadır. Yapılan savaşların neredeyse hepsinde savaşı çıkaranlar değil, masum insanlar ölmektedir.

Bu yüzden Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası izleyeceği politikalarda ”Yurtta sulh cihanda sulh” sözünü benimsemiştir. Bu söze göre izlenecek olan politikalarda yurtdışındaki ülkelerin iç işlerine kesinlikle karışılmayacak, sadece dışarıdan ülkeye bir tehdit olması durumunda savaş pozisyonuna geçilecektir ki ülke halkının yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmesi açısından en sağlıklı politika budur.

Çünkü ancak huzur içerisinde yaşayan halklar bilim, sanat gibi konularda ilerleyerek hayat deneyimlerini geliştirebilir, huzura kavuşabilirler. Savaşın olduğu, kanın döküldüğü bölgelerde hiç kimse mutlu ya da huzurlu olamaz.

Atatürk’ün bu sözleri, dinimizin de bizlere emrettiği gibi iyiliği hoşgörüyü arzu etmektedir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda komşu ülkelerle izlenen politikalarda bu anlayışa göre hareket edilmiş olsa da günümüzde Türkiye’nin bu sözü benimseme konusunda bazı problemlerinin olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Dilerim ki bir gün tıpkı Atatürk’ün dediği gibi tüm devletlerin topraklarına barış hâkim olur, tüm halklar hak ettiği gibi huzurla yaşar.

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ışığında öncelikle ülkemizde birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını pekiştirmeliyiz. Sonra ada komşularımızla iyi münasebetler kurarak, onlarla iyi geçinmeliyiz... 

 

Biz ülkemizde birlik, beraberlik ve kardeşliği tesis edip, ekonomimizi güçlendirip ülke halkının huzur ve güvenini sağlamış ve bunun sonucunda da koşularımızla iyi ilişkiler kurmuş olsaydık; ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi akbabaların Orta Doğu’da ne işleri olurdu?


 

Bu yazı toplam 2730 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.