Av.İbrahim TAŞKESTİ

Av.İbrahim TAŞKESTİ

Bıyığını Yağlayan Adam...

HAZRETİ MEVLANADAN HİKÂYELER

 

            Geveze adamın birinin, her sabah bir kuyruk parçası ile bıyığını yağlayıp dostları arasında ;  “Şunu bunu yedim.” diye öğünmesi        

 

            Aşağılık bir kişi bir kuyruk parçası bulmuştu. Her sabah onunla bıyığını yağlardı.

            Zenginlerin yanlarına gider,       “Ben bir toplantıda yağlı, ballı yemekler yedim.” derdi.

            Bıyıklarıma bakın der gibi de, eliyle bıyıklarını büker, düzeltirdi.

            “Bıyıklarımın yağlı bulunması, benim doğru söylediğimin şahidi, yağlı ve tatlı yediğimin delilidir.”derdi.

            Karnı ise sessiz sedasız; “Allah, yalancıların hilelerini yok etsin diye söylenirdi.

            “Senin lafın, bizi açlık ateşine attı. O yağlı bıyıkların kökünden yolunsun, kopsun.

            Ey dilenci,  senin çirkin lafın olmasaydı, bir kerem sahibi çıkar, belki bize acırdı. Yemek verirdi.

            Eğer açlık ayıbını gösterseydin, yani aç olduğunu gizlemeseydin, eğrilik yani yalancılık yoluna sapmasaydın, belki bir hekim çıkar, derdine deva olurdu.

            Cenab-ı Hakk ; “Ey eğri kişi, eğri büğrü hareket etme. Kıyamet gününde, doğrulara doğrulukları fayda verir.” diye buyurdu.

            Ey alçak adam, eğri büğrü yatma,  neyin varsa göster. Artık doğru ol.

            Ayıbını, kusurunu söylemiyorsun, bari sus; kendini hileden, gösterişten çek; bu kötü huylardan tamamıyle uzaklaş.”

            Bıyığını yağlayan adam,  hileye saparak, devletliyim ve üstün bir insanım davasına girişmişti. Midesi ise, aç kalmasına sebep olduğu için bıyığından nefret ediyordu.

            Allah’ım, onun gizlediğini ortaya çıkar, o bizi yaktı, yandırdı. Sen de onu rezil et diyordu.

            Bedeninin bütün cüz’leri o hileci adama düşman olmuştu. Çünkü onların hakkını vermiyor, onları aç bırakıyordu. O bahardan söz ediyordu. Onlar ise kış içinde kalmış gibi idiler.

            Adam ihsanlardan, bağışlardan laf edip duruyor, fakat merhamet dalını kökünden söküyordu. Yani tok göründüğü için, kimse ona acımıyordu. Tok görünüp midesini aç bırakıyordu.

            Ya doğru ol, ya sus. Kendinde olmayan bir şeyi iddia etme. Ondan sonra Hakk’ın rahmetini gör ve onu doya doya iç.

            Nihayet onun midesi ona düşman oldu da, gizlice dua için el açtı.

            “Allah’ım !”diye yalvardı. “Bu aşağılık adamı rezil et de, büyükler, iyi insanlar bize acısınlar, merhamet etsinler.”

            Bütün yarattıklarını seven ve onlara acıyan Allah, aç kalmış midenin duasını kabul etti. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, adamın içinden dışına vurdu.

            Cenab-ı Hakk; “Ey insan, kötülük ediyorsan da, puta tapıyorsan da mademki beni gönlünde buldun ve bana dua ettin, yalvardın, yakardın, ben seni mahzun bırakmam, duanı kabul ederim.” diye buyurdu.

            Sen duaya sımsıkı sarıl, yalvar, yakar; dua, sonunda gulyabani, yani nefsin elinden seni kurtarır.

            Adamın midesi, kendini Hakk’a teslim edince, bir kedi geldi, onun bıyığını yağladığı kuyruk parçasını kapıp kaçtı.

            Evdekiler kedinin arkasından koştularsa da, kedi kaçtı. Adamın küçük oğlunun, babasının azarı korkusundan beti benzi attı.

            O küçük çocuk,  babasının bulunduğu topluluğa geldi. Durumu anlattı. O boş laflar eden adamın şerefini bir paralık etti.

            Çocuk o kalabalık içinde babasına dedi ki; “Babacığım, hani senin her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk vardı ya…

            Ansızın bir kedi geldi, onu kaptı kaçtı. Arkasından çok koştuk ama faydası olmadı.”

            Orada bulunanlar şaşırıp gülmeye başladılar, sonunda küçük düşen adama acıdılar.

            Onu yemeğe çağırdılar, doyurdular, ona merhamet yağdırdılar; sanki onun topraktan yaratılmış bedenine merhamet tohumu ektiler.

            O da, kerem sahiplerinin, iyi insanların iyiliğini, şefkatini, acımalarını görünce,  doğru olmanın zevkine vardı. Gurura kapılmaktan, kendini üstün görmekten vazgeçti. Doğruluğa kul oldu, köle oldu.

 

 

Sen, köpekten de aşağı mısın?

 

            Bir köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse, o kapıya bağlanır, o kapının minnettarı ve hizmetkârı olur.O köpeğe eziyet edilse, ona bir şey verilmese bile, o kapıdan ayrılmaz, oranın muhafızı ve bekçisi olur.

            Adeta o kapının çavuşu olur, orada yerleşir kalır. Bir başka kapının çevresinde dolaşmayı nankörlük, küfür bilir.

            O mahalleye başka bir yerden bir garip köpek gelirse, hemen o mahalle köpekleri bir araya toplanır, gelen garip köpeğe havlarlar; onu edebe davet ederler.

            Ona derler ki:   “İlk önce ekmeğini yediğin kapıya dön! Orada yediğin nimetlerin hakkı, senin gönlünü oraya bağlamandır!

            Haydi! Vakit geçirmeden eski yerine git, orada nail olduğun nimetlerin hakkını yerine getir!” diye ona bağırırlar, onu ısırırlar.

            Ey sana verilen manevi yemekleri unutan kişi! Sen de gönül kapısından ve gönül sahipleri kapısından kaç kere ab-ı hayat içtin, gözlerin açıldı?

            Hatırlamıyor musun? O gönül ehlinin kapısından aldığın manevi gıdalarla, manevi zevklerle birçok defa adeta mest olmuş, kendinden geçmiş bir şekilde ayrılırdın?

            Sonra hırsa kapıldın, bir şeylere kızdın, bağlı olduğun ilk kapıya önem vermez oldun. Kendi benliğinin etkisinde kalarak o kapıda kusurlar gördün de, başka kapıların çevresinde dolaşmaya başladın.

            Gösterişli ve tenceresi yağlı nimetler verenlerin kapılarına, artık yemekler için koşuyor, çanak yalayıcılık ediyorsun.

            Asıl besleyici yiyeceklerin, zenginliklerin kapısında değil, burada, ehli dil kapısında olduğunu bil ki, ruhun manevi gıda ile güçlensin, ümitsiz işler burada düzene girsin, iyi olsun.

Bu yazı toplam 1024 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar