Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Biri “Düşman” mı dedi?

Trabzon Rum imparatoru Kommenos’un kızı Destina ile evlenen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet Trabzon seferine çıkınca, kayınpederinin ülkesini kurtarmak ister.

Annesi Sara Hatun’u, Fatih’e elçi olarak gönderir. Fatih, Uzun Hasan’ın annesine büyük hürmet gösterir.

Sara Hatun der ki: “Hey oğul, bir Trabzon için bunca zahmetler çekmek nedir?”

Fatih, tarihe geçen şu cevabı verir:

“Ana ana, bu zahmetler Trabzon için mi sanırsın? Bütün zahmetlerimiz, ahirette Allah’ın huzurunda yüzümüz kara çıkmasın diyedir”

Çünkü Osmanlı, küresel operasyonların hedefindedir.

Doğu Roma İmparatorluğu yıkılmış, ama hücreler fırsat kollamakta; Papalık, diş bilemekte;

Karamanoğulları Beyliği ile Akkoyunlular, Trabzon Pontus Rum İmparatorluğuyla adeta bir şeytan üçgeni oluşturmaktadır.

Fatih tarihi bir sorumlulukla hareket etmektedir. Çünkü o biliyordu ki, büyümek yıkılmaya engel değildir.

Fatih’in gözünün önünden bir tarih şeridi geçer:

Büyük gayretlerle alınan Endülüs, İber Yarımadası’nda artık bir azınlık durumundadır.

Boş bırakılan, ihmal edilen alanlardan yararlanan Haçlı orduları, Endülüs Devletini bölmüş, parçalamış, sıra yutmaya gelmiştir.

Hz. Ömer’in fethettiği Diyarbakır ve Azerbeycan toprakları, batıni sapkınların küresel güçlerle ittifakına maruz kalmaktadır.

Hz. Osman döneminde fethedilen Kıbrıs, gün geçmiyor ki, bir deniz saldırısına uğramasın.

Ruslar ve Ermeniler, an geçmiyor ki Kars Kalesi’ne hücum etmesinler.

Kars Kalesi’nin düşmesi demek, doğudan gelen Haçlı kuvvetlerinin Batıdan gelen Avrupalı Haçlılarla birleşmesi demekti.

Malazgirt Zaferi, emperyalistlerin oyununu bozmuş, Selçuklu, sadece Anadolu’yu değil, bir hinterland olarak Orta Asya’nın da güvenliğini sağlamıştı.

Haşhaşi Hasan Sabbah’ın intihar eylemcileri, Selçuklu sultanlarını şehit etmiş, gücü kırmaya çalışmıştı.

Ama “Bir ölür bin doğarız” şuurundaki müslümanlar, Selçuklu’dan bir büyük Osmanlı çıkarmayı başarmışlardı.

Ertuğrul Bey, 400 çadırdan oluşan obasını öyle organize etmişti ki, hem gelen hücumları önlüyor, hem de ittifaklar kurarak, yarma ve dalma operasyonlarıyla Bizans kantonlarının belini kırıyordu.

Eğer Timur, küresel güçlerin oyununa gelmeyip, İslam Birliği ruhuyla hareket etseydi, 10bin km öteden gelip Osmanlı’yla savaşmaz, doğudaki Çin Hindu fitnesiyle mücadele ederdi.

Düşünün ki,

Yıldırım, Üsküdar’dan Konstantinapolis’i seyretmekte, fetih planları yapmaktadır.

Timur, 20bin kişilik bir güç gönderseydi, Istanbul daha o zamandan fethedilecek, Ankara Savaşı’ndaki acılar, utanılacak manzaralar yaşanmayacaktı.

1402-1411 Fetret Dönemi, Haçlılar için bir toparlanma dönemi olmuştu.

2. Murat’ın feraseti ve cesareti sayesinde hem Osmanlı toparlanmış, hem de Fethin Mimarı’na zemin hazırlanmıştı.

Simavnalı Bedreddin, Balkanlar ve Ege havzasında mehdiliğini ilan edip, döneminin Gülen’i gibi içte çökmeye zemin hazırlamış, ama Ömer Halis Demirler, Fethi Sekinler… batıni felakete bedenleriyle engel olmuşlardı.

Simavnalı Bedreddin’in Torlak Kemal’i varsa, Osmanlı’nın da darbeye karşı koyan kahramanları vardı.

Küresel Güçlerin oyuncağı Simavnalı’nın ihanetinin tersine,

Hacı Bayram Veli, erenleriyle, Ankara havzasında bir Ahilik sistemi kurmuş, çalışan üreten ürettiğini satan bir Alperen / Mücahid kuşağı yetiştirmişti.

Hacı Bayram Veli, himmet adı altında Pensilvanya dükası oluşturan bir şempanze değil; ufuk ve basiret sahibi, doğru sözlü bir alim, bir tüccar, bir esnaf, bir ombudsmandı.

Osmanlı’nın en büyük avantajı, Hacı Bayram Veli gibi kuşatıcı bir Halk Önderine, bir aktiviste sahip olmasıydı.

Fatih, tek başına Fatih değildi. Akşemseddin’le, Gürani ile, Fenari ile, Uluğ Bey’le birlikte bir Fatih’ti.

14 yaşında padişah olmuştu; ama aldığı eğitimle, 50’lik Roma krallarına taş çıkartan bir liderdi.

Fatih, küresel güçlerin tehdidini daha tahta çıkarken farketmiş, istihbarat gücüyle önce Katolik Ortodoks ittifakını bozmuş, Ortodoks Doğu Roma’yı yardımsız ve desteksiz bırakmıştı.

Şehzade Orhan, 600 kişilik çapulcusuyla Doğu Roma surlarında ihanete ortak olmuş, 15 Temmuz’un hain generalleri gibi özyurduna ihanet etmişti.

Çandarlı Halil Paşa, gizliden gizliye döneminin bylock haberleşmesini sağlamış;

Fatih, “Fetih hazırlıkları inkitaya uğramasın” diye sadece takibe almış, fetihten sonra, Çandarlı’yı idam etmişti.

Fatih, “Geri kalma basılırsın, ileri gitme asılırsın” hikmetiyle, fetihten fethe koşmuş, Balkanları özgürleştirmiş, Otlukbeli’nde Uzun Hasan’a 2. hezimeti yaşatmıştı.

Emperyalizm, can havliyle kendine yeni müttefikler arıyor, ama başaramıyordu.

Fatih’in yok edilmesi gerekiyordu.

Eğer Fatih, 300bin kişilik ordu hazırlamışken, zehirlenmeyip Roma’yı fethedebilseydi, en batıdaki Endülüs yeniden toparlanacak, eski gücünü kazanacak;

Endülüs Roma ve Istanbul adaletin ve özgürlüğün hilali olacaktı.

Küresel Güçlerin tehdidindeki Osmanlı, Sultan Abdülhamid döneminde de entrikalara maruz kalmıştı.

1876’da tahta çıkan Sultan, Meclis-i Mebusan’da Yahudi vekillerin Büyük İsrail, Ermeni vekillerin Büyük Ermenistan, Rum vekillerin Büyük Bizans için mücadele ettiklerini görünce, Meclis’i kapatmıştı.

Çünkü burası Milletin Meclisi olmaktan uzaktı.

Fatih gibi istihbarat gücünü çok iyi kullanan Abdülhamid, Avrupa Birliği’ni bozmuş, İngiltere Fransa ve Almanya’yı birbiriyle uğraşır hale getirmişti.

İçte birliği sağlamak amacıyla Hamidiye Alayları’nı kurmuş, diplomatik masalar oluşturmuş, devletin gücünü Çin’den Cibuti’ye kadar bütün dünyada hisettirmişti.

Teşkilat-ı Mahsusa ile, ülke içinde, döneminin Gezi eylemleri tarzı terör olaylarını bastırmıştı.

Tasarruf politikalarına yönelmiş, Avrupa’dan borç almayı bırakmış, endüstride ve eğitimde şaha kalkmıştı.

Abdülhamid tahta çıkmadan Amerikalılar, Elazığ ve Tarsus’ta Amerikan Koleji açmış; Fransızlar, Istanbul’un bağrına Robert Koleji’ni çakmışlardı.

Robert’ın müdürü Tevfik Fikret, Abdülhamid Han’a yönelik terör saldırısını övmüş:

Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın

Attın attın ama ne yazık ki, yazıklar ki vuramadın!

diyerek, tescilli bir şair olmuştu.

Tevfik’in genç tipi Promete idi. O, Anadolu gencinin Yunan Tanrısı Promete’yi örnek almasını istiyordu.

Küresel güçler, askeri işgalden önce kültür işgalini önceliyordu.

Tevfik, küresel güçlerin bir piyonuydu, Robert Koleji’ni Fransa’nın ileri karakolu olarak kullanıyordu.

Basiretsiz şairler, yazarlar, sözde ilim adamları, Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek için uluslararası güçlerle ve onların içteki uzantılarıyla çalışmaktan haya duymadılar.

Abdülhamid’in hal edilişiyle, İttihatçı subaylar, Osmanlı’yı Balkan Savaşlarına soktular; uzantılarını harekete geçirerek Balkanların düşmesine yol açtılar.

Tekrar kazanmak için de kıllarını kıpırdatmadılar.

400 yıldır elimizdeki Balkanlar, 3 yılda Sırp, Hırvat ve Bulgar haydutlarca işgal edildi. Sırpları ve Bulgarları Rus Kilisesi, Hırvatları ise Papalık ve Alman Kilisesi destekliyordu.

Buna karşın, Osmanlı’da çıkan azınlık gazeteleri ise, Osmanlı alimlerini ve devlet adamlarını çember sakallı, örümcek kafalı gösteren karikatürlerle doluydu.

Oldubittiye getirilen 1. Dünya Savaşı, hazırlıksız Osmanlı için tam bir yıkımdı.

Çanakkale’de Almanlar, Limon Von Sanders’i komutan tayin ettirerek, olası bir zaferi bile kontrol altına almayı amaçlamışlardı.

Sarıkamış’ta ise, tarihin en basiretsiz askeri yönetimiyle 90bin Mehmetçik, Rus’a karşı tek kurşun atmadan can vermiş;

Enver Paşa, pişkin pişkin Istanbul’un yolunu tutmuş, yalısına koşmuştu.

Küresel Operasyon sürüyordu.

Ayrılıkçı Ankara Hükumeti, Osmanlı Devleti’ni yıkmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.

Tek Parti yönetimi, seçkinler topluluğuyla hareket etmiş, “Açık Oy Gizli Tasnif”le demokrasinin, seçimin canına okumuş, köküne kibrit suyu dökmüştü.

Küskün geniş kitle, şapka giymeden şehre yaklaştırılmamış, mübarek ezan değiştirilmişti.

İskilipli Atıf Hoca, Ermeni tarihçilerin marifetiyle Fransız ajanı ilan edilmiş; Lozan’da pazarlanan Musul ile Kerkük’ün faturası, Şeyh Said’e kesilmişti.

Köy Enstitüleriyle, gözünün önündeki evladının uzak yerlere gitmesine, Anadolu insanının gönlü razı olmamıştı.

Yerinde eğitim göremeyen Anadolulu, öz eğitimden mahrum kalmış, okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 90’lara ulaşmıştı.

Bu da, devletine küskün mutsuz bir nesil yetişmesine yol açmıştı.

Menderes’le başlayan “Yeter söz milletindir” dönemi, halka, “kendi içinden” yöneticileri seçme imkanı sağlamış, buna karşılık Küresel Güçler uydurma davalarla Menderes’i itibarsızlaştırmıştı.

Köpek Davası, 6-7 Eylül Davası, Bebek Davası, Vinileks Davası, Dolandırıcılık Davası, Arsa Davası, Ali İpar Davası, Değirmen Davası, Barbara Davası, Örtülü Ödenek Davası, Radyo Davası, Topkapı Davası, Çanakkale Davası, Kayseri Davası, Demokrat İzmir Davası, Üniversite Olayları Davası, Demokrat İzmir Davası, Vatan Cephesi Davası, Anayasa İhlal Davası…

60 Cuntası, yememiş içmemiş, komplo tezgahları için 1950’den 60’a kadar hazırlık yapmış, ellerindeki Tek Parti Dönemi yargı ağı ile asparagas davalar oluşturmuştu.

Menderes iktidar olmuş, ama muktedir olamamıştı. Ama halkla kucaklaşan ilk Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak gönüllere taht kurmuştu. Bu bile, Küresel Güçleri çıldırtmaya yetmişti.

Menderes’in şehadetiyle, Anadolu kalkınması inkıtaya uğradı sanılırken, Odalar Birliği Sekreterliği’ne seçilen Erbakan, Karaköy Dükalığına son vermek istemişti.

Erbakan’ın Odalar Birliği Genel Başkanı olacağını anlayan Demirel, alelacele Bakanlar Kurulu’nu toplayarak, seçimi iptal ettirmek için var gücüyle uğraşmıştı.

Erbakan, 1969’da, % 75’lik bir oyla Odalar Birliği Genel Başkanlığına seçilmiş, İçişleri Bakanı Faruk Sükan, Erbakan’ı polis zoruyla binadan çıkararak tam bir işgal bakanı olmuştu.

Yüreği vatan millet aşkıyla yanan Erbakan, Konya’dan 3 milletvekiline yetecek bir oy alarak Bağımsız Milletvekili seçilmişti.

Küresel Güçler bu gelişmeden çekinerek 1971 Muhtırası’nı hazırlamışlardı.

Ama dağ ne kadar yüksek olursa olsun, üstünden yol aşardı. Erbakan, Milli Nizam Partisi’nin kapatılmasıyla Milli Selamet Partisi’ni kurmuş,

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askeri zaferi olan Kıbrıs Barış Harekatı’nı, Başbakan Vekili sıfatıyla yönetmişti.

Ecevit ecel terleri dökmüş, apar topar İngiltere’den dönerek Kıbrıs’ın tamamının fethini engellemişti.

MSP, Abd ambargosuna, Ağır Sanayi restiyle karşılık vermiş, ülkeyi bir baştan bir başa fabrikalarla donatmış,

Anadolu köylüsü Rüzgarlı’ya, İvedik’e, Ostim’e… akın akın gelmiş, müteşebbis ruh yeniden canlanmıştı.

Hacı Bayram’ın torunları, Ankara’da Ahiliği yeniden yaşatmış,

Istanbul’da ise İkitelli, Yeşildirek… bir bayram yerine dönmüştü.

1960’larda Avrupalara giden işçilerin çocukları, kendi ülkelerinde işadamı olmanın heyecanını yaşamışlardı.

Avrupa, Türkiyeli işçilerin üzerinden refaha kavuşmuş, Osmanlı’nın torunlarını en pis ve ağır işlerde, en ucuz ücretle çalıştırmıştı.

5 Eylül 1980’de MSP, AP’li Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’i,

“Milli menfaatlere aykırı politika izlediği, AET’ye girmeye teşebbüs ettiği ve İslam dünyasına karşı Batı yanlısı politika takip ettiği” gerekçesiyle,

CHP’nin desteğini alıp Gensoru ile düşürünce, Küresel Güçler, darbe için düğmeye basmıştı.

Çünkü Türkiye’de MSP ülke yönetiminde söz sahibi olmuş, ağırlığını hissettirmişti..

12 Eylül Darbesi barış havasıyla gelmiş, lakin 650bin kişi fişlenmiş, binlercesi kaybolmuş, onlarcası idam edilmişti.

Üretim durmuş, faiz lobisi harekete geçmiş, devlet, bankerzedeleri bile kurtaramamıştı.

Tek kanallı TRT’de aylarca Banker Kastelli mağdurları için yayın yapılmış, ama çözüm üretilmemişti.

Turgut Özal’ın ANAP’ının, 12 Eylül rejiminin hilafına iktidar olması, zinde güçleri çıldırtmıştı.

Ağır Sanayiye, yollara, barajlara, havaalanlarına önem veren Özal, Orta Asya Türk Dünyası’na da el atınca şaibeli bir biçimde ortadan kaldırılmıştı.

Erbakan’ın Refah Partisi, Temmuz 1996’da iktidar olunca, ihmal edilen Anadolu Kalkınması yeniden ele alınmış, Havuz Sistemi ile, devlet kurumları arasında para akışı sağlanmıştı.

Böylece % 120’lere varan iç borç faiz zulmü ortadan kalkmış,

5’li Çete TİSK, TESK, TOBB, TÜRK-İŞ, DİSK, Güneş Motel benzeri vekil transfer ederek, DYP’yi güçsüzleştirmiş,

Muhsin Yazıcıoğlu, 8 vekiliyle hükümete girmeyi kabul edip, 5’li çetenin oyununu bozmuştu.

Ancak Demirel, hükumeti kurma görevini sayısal yeterliği olan Erbakan’a değil, 3. partinin başkanı Mesut Yılmaz’a vermişti.

28 Şubat hükumetleri, ithal bakanlarla ekonomiyi yerlerde süründürmüş, yazarkasalar fırlatılmış, şirketler iflas etmiş, dövizle borçlananlar, psikoljik travma yaşamışlardı.

Tam da Küresel Güçlerin istediği şekilde Endüstri Meslek Liselerinin, Kız Meslek Liselerinin, Sağlık Meslek Liselerinin, İmam-Hatip Liselerinin orta kısımları kapatılmış,

Katsayı uygulanarak, zaten zor şartlarda okuyan Anadolu gençliğinin üniversite hayali sonlandırılmıştı.

Üniversite sınavında Türkiye birincisi öğrenciler, katsayı yüzünden tıp, mühendislik, hukuk bölümlerine yerleşememişler,

Fetö gibi sinsi yapılar, kanunsuzluğu destekleyerek, dersanelerine okullarına öğrenci devşirmenin hesabını yapmışlar; acıdan rant sağlayıp, kirli yapılara destek olmuşlardı.

8 yıllık eğitime alkış tutmuşlar, zulmün propagandasını yapmışlardı. Amaçlarının, ormanı kurtarmak değil, kibrit çöpleriyle ilgilenmek olduğu anlaşılmıştı.

Fetö, müslümanları lekelemekten çekinmeyen şirret bir oluşum özelliğini korumuş,

“Sınav sorularını çalıp kendi elemanlarına veriyor” diye basında onca yazı çıkmasına rağmen, birini bile tekzip etmemişlerdi.

Çünkü ahlaktan yoksun bu yapı için, “Reklamın kötüsü olmaz.”

Küresel Güçler, can havliyle, uyuyan hücreleri harekete geçirmiş, köprüleri tutmuşlardı.

Ama köprüdeki darbeci hainler, bir Safiye Bayat’ın kahramanlığı karşısında rezil rüzvay olmuşlardı.

15 Temmuz, sadece Türkiye için değil, tüm dünya mazlumları için uyarıcı olmuştu.

“Ey Ugandalı, Mısırlı, Nijeryalı, Malili, Endonezyalı, Kosovalı, İranlı, Arabistanlı, Özbekistanlı…kardeşim!

Senin ülkende de Fetö benzeri haşhaşi yapılar, bozuk itikadlar, sapkın fırkalar, düzenbaz kanaat önderleri(!) var!

İyi tanı, delikli kuruşunu bile bunlara kaptırma! Milli güçlerle birlikte hareket et!”

Hatırlar mısınız?

Bir şehrimizde petrol bulununca şöyle düşünürdük:

“Bize petrol çıkarttırmazlar. Ertesi gün üzeri betonla kapatılır!”

Kapatılırdı da.

İşte her tabelaya sızan Fetöcü Tanzimat kafası, ülkenin ilerlemesine mani olmuştu.

Yoksa başörtüsü yasağının, katsayı zulmünün kalkmasının bu kadar geciktirilmesi de, kurumlara çöreklenen Fetöcülerin siyasi uzantıları yüzündendi.

Hani siz Şefkat Tepesi ve Tek Türkiye’de terör örgütüne karşıydınız?

Peki Ekrem Dumanlı ile Gülten Kışanak’ı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde buluşturan neydi?

Etö Fetö Nato Apo, Erbakan’ı trilyon davasıyla itibarsızlaştırmak istemişler; lakin tuzakları başlarına yıkılmıştı.

28 Şubat Kahramanı 350 hanımefendi, hala hakkını alamıyor, kamu görevinden kısıtlanıyorsa, Hak ve halk düşmanları cirit atıyor demektir.

Liderlik çözüm üretir, sorun değil!

 

Bu yazı toplam 4053 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum