Erdem Yazaroğlu

Erdem Yazaroğlu

O ZAMAN BURADA NE İŞİMİZ VAR, ÇÖLE DÖNELİM!

Bir hayvanat bahçesinde yavru deve, anne deveyle konuşuyordu. Yavru deve annesine sordu:

–Anneciğim bizim sırtımız neden çok kambur, diğer hayvanlara hiç benzemiyor?

Anne deve gururla cevap verdi:

-Yavrucuğum, sırtımızın kambur olması bizim için büyük bir üstünlüktür. Zira biz çöl şartları için yaratılmışız. Sırtımızdaki kambur büyük bir su deposudur.  Bizler aylarca su içmeden çölde yol alabiliriz. Çünkü, ihtiyacımızı o su tankından gideririz. O yüzden sırtımızdaki su deposu, bizim için büyük bir nimettir.

Yavru deve tekrar sordu:

–Peki, anneciğim, kirpiklerimizde diğer hayvanların kirpiklerine hiç benzemiyor, neden?

Anne deve yine gururla cevap verdi:

–O kirpikler, çöl şartları için özel yaratılmış yavrucuğum! Çölde kum fırtınaları olur. Kum fırtınası olduğu zaman, o kirpiklerimiz sayesinde gözümüze hiç kum girmeden, rahatlıkla yol alabiliriz.

Yavru deve tekrar sordu:

–Pekiyi ayaklarımız neden ince ve uzun?

Anne deve yine gururla cevap verdi:

–Dedim ya yavrucuğum, ayaklarımız da çöl şartlarına uygun olarak yaratılmıştır. İnce uzun olması hem yük taşımamızı kolaylaştırır, hem de kumlara saplanmadan rahatlıkla yol alabiliriz.

Yavru deve biraz düşündükten sonra annesine şöyle dedi:

–Anneciğim, sırtımızın kamburu çöl şartları için yaratılmış, kirpiklerimiz çöl şartları için yaratılmış, İnce ve uzun ayaklarımız çöl şartları için yaratılmış. Kısaca bizler çöl için yaratılmışız. Pekiyi, burada ne işimiz var?  Haydi, çöle dönelim o zaman.

İnsanın ebediyet için yaratıldığını, bu kadar güzel bir hikâye ancak anlatabilirdi. İnsanda bütün duygu ve latifeleriyle ebed için yaratılmıştır. Hiçliğe asla razı değildir. Zerre kadar insaniyet ve hayat lezzetini tatmış bir insan, hiçliğe zerre kadar razı olmaz, fıtratı buna izin vermez.

İnsan bütün latifeleriyle ebede aşıktır. Ebedi gençlik, ebedi aşk, ebedi muhabbet ister. Kısaca ebediyet ister.

O yüzden Hz. İbrahim Aleyhisselâm:

Batanları sevmem demiştir. (En’am Suresi, 76).

“Her an ölümlüyüm, ölümlüyüm diye haykıran dünya; her an ebed, ebed diye haykıran insan ruhunu zerre kadar tatmin etmez, edemez”.

Allah’u Teala;                  

-“Her nefis ölümü tadıcıdır” buyuruyor. Bakınız burada büyük bir incelik var. Muhteşem bir belâğat var…Ölmeye mahkûmsunuz demiyor. Tatmak kelimesi özellikle seçilmiştir. Kuran’ın belâğatına ne kadar uygundur. Çünkü tadımlık olan her şey geçici olup, kalıcı değildir.  Ölümde tadımlık olup, bir defaya mahsustur. Yani ölüm tadımlıktır, kalıcı değildir.  Bu ayet insan ruhunu ne kadarda teselli etmektedir. İnsana, ölümün tadımlık olduğunu söylerken ebed müjdesi vermektedir.

Ebediyet kapısına, tadımlık olan ölümün kapısından geçilmektedir.

Mesela 40 yaşında bir insana;

–Ya ne kadarda genç gösteriyorsun, Maşa-Allah 30 yaşında gibi gösteriyorsun desek, ne kadar mutlu olacaktır. Bizim onu on yıl genç algılamamız onu ne kadar mutlu ediyor. Ruhunu ne kadar okşuyor. O da biliyor ki yaşı 40. Biz onun ömrüne bir dakika bile ilâve edecek güçte değiliz. Ama buna rağmen mutlu oluyor. Pekiyi neden? Çünkü, onu genç algılıyoruz. Bu algılama onu çok mutlu ediyor. Ruhunu okşuyor. Ölümsüzlük, ebedi gençlik insanın ruhunda vardır. Adeta genlerine kodlanmıştır.

Şair demiş ki:

“Uçun kuşlar uçun doğduğum yere,

Şimdi dağlarında mor sümbüller vardır.

Üzerinde akar coşkun bir dere,

İçimde oralı bir bülbül vardır.”

Şairin kendi vatanı için dediği bülbül asıl vatanımız ahiret için, ebediyet için geçerlidir. İçimizde ebed bülbülü vardır. Sürekli olarak; ebed, ebed diye ötmektedir. İnsan yok olmaya unutulmaya asla razı değildir. O yüzden insan ruhunu en çok inciten şey; vefasızlıktır, unutmaktır. Bir insana verilecek en büyük değer, seneler geçse bile onu unutmadığınızı hissettirmektir. Çünkü, unutmakta bir nevi hiçlik vardır. Onu yok sayıyorsunuz

Unutmamak ve hatırlamakta ise bir nevi ebedileştirme vardır. Öyle ki, insanlar kendi hatıralarını kalıcı kılmak için; fotoğraflarını arşivliyorlar, sesleri arşivliyorlar. Hatıralarını videolara, kitaplara kaydediyorlar. Bütün bunlar insanın hiçliğe, yokluğa razı olmadığını gösterir. Demek ki insanın ruhunda ebed duygusu vardır. Bunu da veren Allah’u Tealâdır.

Çünkü, Allah’u Tealâ kullarına ebediyeti vermeyi istemektedir.

Demek ki Allah’u Tealâ kullarına ebediyeti vermek istemeseydi, kullar ebediyeti istemezdi.

Çünkü, kullar sınırlıdır. Zamanın ötesine geçebilmiş değildir. Sınırlı olan kulların, sınırsız olan ebediyeti görmediği halde; vicdanında, fıtratında hissetmesi ve bunu şiirlerine, kitaplarına, hatıralarına yansıtması, Allah’u Tealâ’nın kullarına ebediyeti vermek istemesindendir. Yoksa kullar ebediyeti nereden bilecekti? Allah’u Tealâ kullarının; aklına, vicdanına, ruhuna ebediyeti adeta kodlamıştır. İçimizdeki ebed bülbülü sürekli ötmektedir. Yokluğa, hiçliğe razı değildir.

Hatta 80 yaşında yaşlı bir zata doktorlar bir haftalık ömrünün kaldığını söyleseler, sonra çok meşhur bir doktor gelse, “seni yakalandığın bu hastalıktan kurtarabilirim, en az bir sene daha yaşarsın ama bütün servetini isterim” dese, o yaşlı zat bütün servetini seve, seve verir. Çünkü insanın ruhunda ölümsüzlük vardır. Ebediyeti istemek vardır.

İnsanın ruhu, vicdanı hiçliği asla kabul etmez.

Ey kendini akıllı zanneden insan! İnsaf nazarıyla bir düşün…

Sen bir saniyede şip-şak çektirdiğin fotoğrafı en güzel çerçevede saklıyorsun, evinin en güzel yerine koyuyorsun, fotoğrafını bile buruşturup atmıyorsun da, seni Ahsen-i Takvim Suretinde yaratan Allah’u Tealâ, seni dirilmemek üzere toprağın altına atar mı?

Sen fotoğrafını buruşturup çöpe atmadığın halde, o fotoğrafın sahibini buruşturup yokluğa, hiçliğe atar mı? “Hangi tohum toprağa atıldı da yeşermedi? İnsan bir tohumdan daha mı basittir ki toprağa atılsın da yeşermesin?”

Kullarına sonsuzluğu vadeden Allah’u Tealâ, kullarını hiçliğe atmaktan münezzehtir. Düşünen insanlar için bu örneklerde, ne kadar güzel hikmetler vardır.

Konumuza kaldığımız yerden devam edelim…

Yukarda verdiğimiz örnekte görüldüğü gibi develer mucizevî bir şekilde bir kasd-ı mahsusla çöl şartları için yaradılmıştır.. Kur-an-ı Kerim; Gâşiye Suresi’nde devenin bu özel yaradılışına dikkat çeker. (Gaşiye Suresi. 17.Ayet)

Bir başka örnek verecek olursak; en mutsuz bülbül, kafesteki bülbüldür. Kafesi altından da olsa onu mutlu kılmaz. Çünkü altın kafes, onun özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Çünkü kafesi süslemek içindeki kuşu beslemek değildir. Bülbül altın kafeste vatanım, vatanım diye inler. İnsanda altın kafesteki bülbül gibi, bütün cazibesine rağmen bu ölümlü dünyada; ebed, ebed diye inlemektedir. Hz. Mevlâna, insanın bu özlemini kökünden koparılan kamışa benzetir. Ney, kökünden koparılan bir kamıştır ve kökünden koptuğu için ayrılık sancılarıyla inlemektedir. İnsanda bu dünyada bir çeşit ayrılık sancısı yaşamaktadır. Ne zaman vuslat gerçekleşirse o zaman insanın acısı dinecektir.

Dünya ve içindeki her şey insanın olsa, hatta üstüne Merih’in tapusu da eklense insan mutlu olamıyor. Çünkü insan, ebede mahsustur, ebed için yaratılmıştır.

İnsanın bu dünyadaki serüveni, ebed için lazım olan levazımatı tedarik etmek içindir. Yoksa burası için değildir. Allah’u Tealâ dünyayı Mü’min için, Mü’mini de ahiret için yaratmıştır. Yoksa dünyanın kendisi; Allah katında bir sinek kanadı kadar değerli değildir.

İşte insanlardan bazıları, ebed için lâzım olan levazımatı güzelce tedarik edip, kervanla yola devam ederler. Kervandan asla geri kalmazlar. Bazıları ise kendilerini alış-verişe öylesine kaptırırlar ki, kervanı kaçırırlar!

Niyazi Mısri’nin şiirinde söylediği gibi:

Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,

Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber.

Dil bekası, Hak fenası istedi mülkü tenim,

Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.

Bir ticaret yapamadım, nakd-i ömrüm oldu heba,

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber                   

Ağlayıp nalân edip, düştüm yola tenha garip,

Dide giryân, sine biryan, akıl hayran bîhaber.                                                                                                             

Allah-u Teala alış-verişi güzel olanlardan eylesin (Âmin).

Bu yazı toplam 4337 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
19 Yorum