
Erdem Yazaroğlu
MASUMİYETİN YOK OLUŞU!
Ben Bunu Oğluma Anlatamadım.
Bir gün oğlumla, bir kuaförde sıramızı bekliyorduk. Oğlum sigara içen bir adamı:
-Kapalı mekanlarda sigara içilmez amcacığım diyerek uyardı. Adam gayet kaba ve küstah bir ifadeyle:
-O zaman sigarasız berbere git, senin dilin çok uzamış anlaşılan, diye cevap verdi. Oğlum sorgu dolu gözlerle bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
-Bir pazar günü davetli olduğum bir düğüne, oğlumla beraber gittim. Oğlum o zaman altı yaşındaydı. Oturduğumuz sofraya kaşıklar gelişigüzel atıldı. Kapan kapana… Oğlumun önündeki kaşığı, yanında oturan kocaman bir adam kaptı ve hemen çorbaya saldırdı. Zavallı oğlum melûl ve mahzun gözlerle bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum:
-Baba, yeryüzünde kusursuz insan var mıdır? diye sordu. Ben, peygamberlerin bile hatasız olmadıklarını söyledim, “hatasız kul olmaz” dedim. Oğlum:
-Ama öğretmenimiz bazı insanlardan bahsederken; onların eşsiz ve son derece mükemmel insanlar olduğunu söyledi. Sence onlar, hiç hata yapmamış mıdır? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumla bir markette, kasanın önünde sıramızı bekliyorduk. Önümüzde 7-8 yaşlarında bir çocuk vardı. İri kıyım bir adam gelerek:
-Küçük, çok acelem var, sen şöyle arkaya çekil bakayım! diyerek çocuğu sıranın arkasına gönderdi. Oğlum sorgu dolu gözlerle bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün parkta oynuyorduk. Ben bir ara dalmışım. O sırada beni tanıyan bir arkadaşım, gizlice gelerek çocuklarımın ağzını kapatmış. Aklı sıra çocukları kaçırarak, benimle şakalaşacakmış. Zavallı yavrumun yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Çünkü, o arkadaşımı hayatında ilk defa görüyordu. Arkadaşımın kendisine neden böyle davrandığını sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir hafta sonu, otobüsle yolculuk yapıyorduk. Şehrin girişinde oğlum bana dedi ki:
-Baba bak! Allah bu adamı çok günah işlediği için taş yapmış. Oğlum, bunu sana kim söyledi? diye sordum. Oğlum:
-Arkadaşıma annesi demiş ki: Yaramazlık yapma, Allah seni taş yapar. Demek ki bu adam çok yaramazlık yapmış. Allah da onu taş yapmış. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumu ekmek alması için yakınımızdaki bakkala gönderdim. Bakkal ekmeğin bayatından ve yanığından vermiş... Oğlumla geri gönderdim, almamış. Ben varınca hem özür diledi hem de taze ekmek verdi. Oğlum, bakkalın kendisine neden bana davrandığı gibi davranmadığını sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğullarımla yolda giderken, bir arkadaşımla karşılaştım. Arkadaşım, küçük oğlumu sevdi, öptü. Büyük oğlumla hiç ilgilenmedi. Küçük oğlumu göstererek:
-Şu çocuğu bana ver benim olsun, şunu istemem sende kalsın diyerek, aklı sıra sevgi gösterisinde bulundu.
Büyük oğlum mahzun bir şekilde bana bakıyordu. Arkadaşımın kendisine neden küçük kardeşine davrandığı gibi davranmadığını sordu. Ben, arkadaşım adına oğlumdan özür diledim. Ama ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün misafirliğe gitmiştik. Ev sahibi oğlunu basit bir nedenden dolayı, fena halde azarladı. Oğlumun yanında, çocuğun kalbini kırdı. Çocuk ağlamaya başladı. Oğlum sorgu dolu gözlerle bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün, oğlum okuldan ağlayarak eve döndü.
-Ne oldu güzel yavrum, niçin ağlıyorsun? diye sordum.
-Babacığım, sınıfımızda bir kız arkadaşımız vardı. Onun ablasına sapıklar tecavüz etmiş. Ailesi ve tüm akrabaları toplanıp kız arkadaşımızın öldürülmesi için karar almışlar. Babası kız arkadaşımızın ablasını telle boğarak öldürmüş. İşte şu gazetede okudum diyerek gazeteyi bana gösterdi. Ben ise kan ağlıyordum. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün evimize misafir gelmişti. Misafir dostumuz, çocukları severken ben çay servisi için mutfağa geçmiştim. Büyük oğlum çığlık atarak yanıma geldi.
-Ne oldu yavrum? diye sordum.
-Baba misafir amca beni sünnet edecekmiş dedi. Misafirin yanına döndüğümde oğlumun neden korktuğunu sordum.
-Hocam kalan varsa azıcık daha keseyim diye şaka yaptım, o sebepten korktu dedi. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum:
-İki amca, “anam avradım olsun ki doğru söylüyorum” diye konuşuyorlardı. Bu ne demek? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumun gittiği kreşte anneler günü kutlanıyordu. Oğlumdan önceki kız öğrenci, konuşmasının bir yerinde takıldı. Stajyer öğretmen kız öğrencinin hemen yardımına koştu. Küçük kız konuşmasına kaldığı yerden devam etti ve konuşmasını neşeli bir şekilde bitirdi. Sıra oğluma gelmişti. Oğlum, Nasrettin Hoca’dan bir-iki fıkra anlatacaktı. Oğlum; kavuğu, cübbesi ve sakalıyla, tahta atına bindi, neşeli bir şekilde fıkrayı anlatmaya başladı… İkinci fıkraya gelince, oğlum takıldı. Hatırlamak istiyor ama bir türlü hatırlayamıyordu. Söyleyeceği cümleyi heyecandan unutmuştu. Stajyer öğretmen, ilgisiz bir şekilde oğluma bakıyordu. Kimse yardımına gelmeyince oğlum kalktı ve üzgün bir şekilde yerine gitti. Program bitince oğlum yanıma gelerek:
-Baba, öğretmenim o kız arkadaşıma yardımcı olduğu halde bana neden yardımcı olmadı? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumla birlikte, bir dostumuzu ziyarete gitmiştik. Biz koyu bir muhabbete dalmışken, oğlu odaya girdi:
-Babacığım, telefon sana diyerek, telefon geldiğini bildirdi. Baba oğluna:
-Kim arıyor? diye sordu. Oğlu akrabalarından birisinin ismini söyledi. Baba:
-Oğlum kaç defa tenbih ettim. O adam aradığında, babam evde yok diyeceksiniz diyerek oğlunu gönderdi. Akşam evimize dönerken oğlum sordu:
-Baba, amca evde olduğu halde neden yok dedirtiyor? Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumu Cuma namazına götürdüm. İri yarı, çam yarması gibi bir adam oğlumun bulunduğu safa gelerek, yanına oturdu ve iyice bağdaş kurarak oğlumu kendisiyle duvar arasına sıkıştırdı. Oğlum mecburen saftan çıktı. Adam da çocuğu çıkarmanın rahatlığı içinde yerine iyice yerleşti. Çocuğumun saftan çıkması, onu zerre kadar etkilemedi. Oğlumu yok saydı. Muhtemelen o gün Allah’a güzel bir kulluk yaptığını düşünmüştür! Yine başka bir zaman oğlumla beraber vakit namazı kılmak için mahallemizin mescidine gittik. Mescit tenha idi. Birkaç yaşlı dışında kimse yoktu. Farza duracağımız sırada, emekli imam olduğunu sonradan öğrendiğim bir kişi, oğlumun saftan çıkarmak ve arka taraflara göndermek için kolundan tuttu. Adamla tartıştık. Mescitten çıkınca oğlum; kendisine neden böyle davranıldığını sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumla beraber yürüyorduk. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Yağmurun tadını çıkarıyorduk. Oğlum neşeli bir halde, okulda gününün nasıl geçtiğini anlatıyordu. Birden bir araba yanımızdan yıldırım hızıyla geçti. Çukurlara birikmiş yağmur sularını üstümüze sıçrattı. Kurbağalar gibi ıslandık. Oğlum mahzun gözlerle bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir cumartesi gecesi güzel bir film izlemiş, tatlı tatlı sohbet etmiş, sonra da dualarımızı okuyarak uykuya dalmıştık. Aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum oğlumun:
-Baba, baba yetiş! sesiyle uyandım. Hemen sesin geldiği tarafa koştum. Oğlum bana sarılarak ağlamaya başladı. Ne var oğlum, niye ağlıyorsun? diye sordum.
-Baba sesleri duymuyor musun? dedi. Kulak kabarttım… Evet karşı dairedeki çok bilmiş komşum, gecenin yarısında, banyoda odun kırıyordu. Bu sesler, karşı dairenin banyosundan geliyordu. Ben derin bir uykuya daldığım için bu sesleri duymamıştım. Oğlum ise karşı komşumun odun kırma sesleriyle, uykusundan korkarak uyanmıştı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
-Bir gün oğlumla birlikte televizyonda haberleri seyrediyorduk… Televizyonda savaş manzaraları vardı. Görüntüler, insanın içini parçalıyordu. Oğlum:
-Baba, bu koca adamlar neyi paylaşamıyorlar, niçin savaşıyorlar? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün evimize misafirler gelmişti. Büyük oğlum bizlere hizmet ediyordu. Oğlum bir konuda fikrini söylemek istedi. Misafirlerden birisi, oğlumun sözünü keserek:
-Büyüklerin olduğu yerde, küçükler konuşmaz dedi. Böyle bir iletişim biçimine alışık olmayan oğlum, sorgu dolu gözlerle bana baktı... Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün evimizde oturmuş, sessizce kitap okuyorduk. Yukarı kattan kulaklarımızı tırmalayan bir müzik sesi gelmeye başladı. Ben belki geçer diye biraz bekledim. Ama çok bilmiş komşum, yüksek sesle, müziği çalmaya devam etti. Oğlum sordu:
-Baba bizim duyduğumuz o müzik sesini komşumuz duymuyor mu ki bizi rahatsız ediyor. Neden yüksek sesle müzik dinliyor? Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlumla birlikte kiralık ev arıyorduk. Penceresinde -kiralıktır- yazan güzel ve büyük bir ev dikkatimizi çekti. Kapının ziline basıp beklemeye başladık. Biraz sonra yanında iki çocuğuyla orta yaşlı bir bey kapıyı açtı. Kira şartlarını konuşmaya başladık.
-Çocuğunuz var mı diye sordu.
-İki tane oğlum var dedim.
-Beyefendi, biz çocuksuz aileye vereceğiz, kusura bakmayın diyerek yanımızdan ayrıldı. Oğlum:
-Baba onunda çocukları var, neden çocuksuz kiracı arıyor, Kiracının çocuğu olmasın mı? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün caddeden yürürken bir apartmandan benim ve oğlumun tepesine yağmur gibi su yağdı. Başımı kaldırdığımda pişkin, pişkin gülen bir kadın, başını hızla geriye çekti. Oğlum ve ben kurbağa gibi ıslanmıştık. Oğlum mahzun, mahzun bana baktı. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum:
-Baba, sigaranın üzerinde neden “on sekiz yaşından küçüklere satılamaz” diye yazıyor. Sigara on sekiz yaşından büyükler için yararlı mı? diye sordu. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum okuldan ağlayarak eve döndü. Niçin ağladığını sordum:
-Babacığım, benim çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Çok fakir bir çocuktu. Herkes onunla alay ederdi. Onu psikopat denilen kişiler kaçırmışlar. Gözlerinin önünde bir köpeğe işkence etmişler. Köpeğin gözlerini, kızgın demirle oymuşlar. Poşetlerden bir top yaparak, o poşetleri tutuşturmuşlar. Zavallı köpeğin üzerine cıs, cıs dökmüşler. Köpek acılar içinde havlarken, bunlar köpeğin etrafında dans ediyorlarmış… Sonra, köpeği bıçaklayarak öldürmüşler.Arkadaşımın gözlerini kapatıp, evlerinin önüne gizlice bırakmışlar. Arkadaşım şimdi konuşamıyor, dili tutulmuş! Ben buna çok üzüldüm, ben çok korkuyorum, okula gitmek istemiyorum, belki beni de kaçırırlar dedi. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum okuldan yine ağlayarak eve döndü. Babacığım dedi, bir arkadaşıma gündüz vakti adamın birisi, tecavüz etmek istemiş. Arkadaşım bağırınca, çevreden yetişip kurtarmışlar. Arkadaşım geceleri çok korkuyormuş…Kabuslar görüp, bağırarak uyanıyormuş. Şimdi okula gelemiyor. Adam galiba deliymiş. Şimdi arkadaşım psikolojik tedavi görüyor. Onu, arkadaşlarla birlikte hastanede ziyaret ettik. Durumu çok kötü. Korku içinde kıvranıyor. Uzun bir süre okula gelemeyecekmiş. Bunun için ağlıyorum dedi. Ben bunu oğluma anlatamadım.
Bir gün oğlum okuldan eve dönmedi. Bana bir veda mektubu göndermiş. Mektupta şöyle yazıyordu:
"Sevgili babacığım, seni çok seviyorum. Beni affet!.. Ben gidiyorum babacığım. Sık sık rüyalarımda gördüğüm, hayallerimi süsleyen o Mavi Dünyayı bulmak için gidiyorum. Çocukların dövülmediği, küfür edilmediği, insanların sıraya girdiği, çocukların aldatılmadığı, yerlere tükürülmediği, marketlerde sıralardan kovulmadığı bir dünyaya gidiyorum. Çiçeklerin koparılmadığı, çocukların adam yerine konduğu, Güneşin değil, sevginin ısıttığı; paylaşmanın, yardımlaşmanın; şekerden, baldan, kaymaktan daha tatlı olduğu MAVİ DÜNYAMA geri dönüyorum.
Dünya biz çocuklar için, emniyetli bir gezegen değil. Çok geniş ama çok dar. Dokunduğum her şey ruhumu acıtıyor sevgili babacığım. Ruhumun çığlıklarını susturamıyorum babacığım. Şehirleri, ülkeleri aydınlatan ışıklarınız ruhumdaki karanlıkları neden aydınlatamıyor? Denizaltındaki balıklardan, kaç ışık yılı uzaklıktaki yıldızlardan bile haber alıyorsunuz ama benden, hemen yanı başınızdaki benden, hiçbir haberiniz yok babacığım. Depremleri önceden çözmeye çalışıyorsunuz. İçimde her gün 7.9 şiddetinde depremler oluyor. Ama bunu ölçecek cihazlarınız yok. Sahte duygularla örülü dünyanız, "Duygusal Richter Ölçeklerinizi" çalışmaz hale getirmiş. Benim ruhumdaki depremleri asla sezemiyorsunuz. Temmuzun sıcağında sizler yanarken ben üşüyorum babacığım, üşüyorum… Ruhum üşüyor.
Geçirdiğim her gün, bana asırlar gibi uzun geliyor. Her gün daha çok daralıyorum. Boğuluyorum babacığım, boğuluyorum! Bu yüzden gidiyorum. Cilalı, boyalı, pudralı ve maskeli yüzleri görmekten bıktım babacığım. Nur yüzlü babaannemin yüzünü çok özledim. Onun nur yüzünü görmek için gidiyorum babacığım. Sahte tatlardan bıktım. Babaannemin lezzetli yemeklerini çok özledim babacığım, çok…
Bana aldığın bisikletten hiç zevk almadım. Arkadaşımın mahzun bakışları içimi burktu... O bana imrenerek bakarken ben bu bisikletten zevk alamadım babacığım. Ben sıcak odamda otururken, komşumuzun çocuğu gecekondusunda üşüyordu. Onunla birlikte ruhum üşüdü babacığım. Benim için süslediğiniz odadan da zevk alamadım. Sınıftaki arkadaşlarım yırtık ayakkabılarla, yırtık elbiselerle gezerken, yeni aldığın iskarpinler ayaklarıma dar geldi. Doğum günümde aldığın elbiseler üzerimde çok iğreti durdu. Kısaca bu gezegen; gözyaşı, soluk ve hüzün kokuyor sevgili babacığım."
O günden buyana oğlumdan bir haber alamadım. Oğlumla birlikte "içimdeki çocukta" kayboldu.
Dikkat!
Oğlum;
-Güler yüzlüydü,
-Sorular sorardı,
-Gözleri ışıl, ışıl parlardı,
-İçi yaşam doluydu,
-Paylaşmayı çok severdi,
-Haksızlıktan hiç hoşlanmazdı.
Oğlum mavi rengi çok sever, sık sık hayallerindeki mavi bir dünyadan söz ederdi. Mavi Dünyamı çok özlüyorum derdi. Onu Mavi Çocuk diye de çağırırlardı. Evet, Mavi Çocuk kayboldu, içindeki Mavi Dünyayla birlikte…
Bulanlar veya görenler Mavi Çocuğun kaybolduğu, Samanyolu Galaksisindeki Dünya Gezegeninde;
-Din adamlarına,
-Pedegoglara,
-Psikologlara,
-Sosyologlara,
-Sanatçılara,
-Hukukçulara ve
-Devlet adamlarına haber versinler. Kaybolan Mavi Çocuğumun eşkalini en iyi bilenler onlardır.
Ödül: Mavi çocuğu bulanlara veya yerini haber verenlere mavi çocuğu; içindeki Mavi Dünyayla birlikte hediye edeceğim.
Yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim.
-ALINTIDIR-
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.