
Erdem Yazaroğlu
KÖKLERDEN GÖKLERE DOĞRU-8
BİR YUDUM FERASET-13
BİR KISSA-BİR HİSSE-1
Yıllarca çocuğu olmayan bir şark sultanının nihayetinde bir oğlu olur. Fakat çocuk şehzadelik çağına gelmesine rağmen her ne kadar eğitim verilirse verilsin bir türlü devlet yönetimi ile ilgilenmez. Üstüne üstlük her defasında yeni konular bulur, olur olmaz yerlerde izahı oldukça güç yalanlar uydururmuş. Yalanları sebebiyle itibarı da giderek azalmaya başlarmış.
Oğlunun bu durumuna çok üzülen sultan, buna bir hal çaresi bulmak için ülkenin en ünlü Mollasını huzuruna çağırır. Mollaya, tehditvari bir şekilde; oğluna gereken eğitimi vermesi ve en azından söylediği yalanları akla uygun bir hale getirip, oğlunun halk nezdinde gülünç duruma düşmesini önlemek için kendisini eğitmesini ister. Bunun için kendisine iki yıl süre verir; aksi halde mollanın başını vuracağını söyler.
Aradan geçen iki yılın ardından sultan, tüm halkı bir meydana toplar ve artık eğitiminden kuşku duymadığı oğlunu onlara takdim eder. Amacı şehzadenin iki yıl içinde kat ettiği mesafeyi ahalisine göstermektir.
Herkesin hazır bulunduğu bu ortamda şehzade: “Bir ok attım kebap oldu” der. Topluluk; “Amma da attın!” demeye başlayınca, molla hemen imdada yetişir: “Niye atıyormuş ki? Birlikte ava çıkmıştık, şehzademiz havada uçan kuşa okuyla nişan aldı, attı vurdu. Ok kuşla birlikte yere düşerken kayaya çarptı. Çeliğin kayaya çarpması ile sürtünmeden ateş çıktı. Vurulan kuş da bu ateşe düştü, böylelikle de pişmiş oldu ve de nihayetinde kebap oldu.”
Topluluk bu izah karşısında pes etmiş ve şehzadeyi dinlemeye devam etmiş. Mollanın bu harika izahı şehzadeyi aşka getirmiş ve daha büyük bir bomba patlatmış: “Bir ok attım göl oldu.” Ahali bu laftan da bir şey anlamamış ve yine molla ortaya atılmış ve de bir açıklama daha yapmış: “Ey ahali! Şehzademiz veciz konuşmaya devam ediyor, dilerseniz ben açıklayayım. Bir gün kırlarda gezinirken, bir de ne görelim! Büyük bir kaya parçası gölün yatağını kapatmış, göl kurumak üzere. Şehzademiz hemen bir ok attı ve kayayı tam ortasından vurup parçaladı ve göl yine suyla doldu.”
Bu açıklamanın ardından halk sevinç içinde ve yüzler tebessümlü, şehzade ise gurur içinde. Bir müddet sonra alkışlar biter ve şehzade yine söze başlar: “Bir ok attım, aşure oldu.” Ahali yine hiç vakit kaybetmeden gözlerini mollaya çevirir. Ancak molla bakmış bu söz hiç de içinden çıkılır bir söz değil. Ve bu sözün izah edilecek bir yönü de yok.
Yerinden doğrulur ve Sultan’ın huzuruna varıp el etek öper ve boynunu bükerek: “Hünkârım, işte kılıç, işte kelle. Haydi kebap meselesini hallettik, sel meselesini de hallettik. Bu aşure de nereden çıktı. Suyu bulsak şeker lazım, şekeri bulsak buğday lazım… Onu da bulsak nohut vs. lazım bunların hepsini ben nasıl bir araya getireyim. Boynum kıldan ince, lakin ben de öğrenmek istiyorum, şu şehzade parçasına bir sorun bakalım; bir ok atar da nasıl aşure olur diye?”
İki benzer “baba-oğulun” yalanlarını dinledikçe aklıma bu kıssa geldi. İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu Türkiye’nin yalan söyleme şampiyonları… Adamlar gözümüzün içine baka, baka yalan söylüyorlar. Daha seçim sonuçlanmadan oğul, babasını cumhurbaşkanı ilan ediyor. Kendisine niçin böyle söyledin diye sorulunca:
-Ben inancım gereği böyle söyledim diyor. Şeyin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı diye bir deyim vardır. Daha seçim sonuçlanmamış ve Y.S.K seçim sonuçlarını ilan etmemiş. Oğul, babasını cumhurbaşkanı ilan ediyor, hem de inancı gereği olarak!
Babası da ayrı bir alem. O da baktı sonuç hiçte iyiye gitmiyor. Hemen Y.S.K' yı güya uyarıyor el altından tehdit ediyor. Yahu sizde bu İslâm ve Osmanlı düşmanlığı olduğu sürece, bu aziz millet sizi iktidara getirmeyecek. İktidar yüzü görmeyeceksiniz.
Yine Kılıçdaroğlu, Reisi eleştirerek:
-Balkonda seçim kazanılmaz diyor.
Zırva tevil götürmez diye bir söz vardır. Şimdi bunun neresini düzeltelim ki…Reis kazandığı her seçimden sonra mutat olarak balkon konuşması yapıyor. Zaten seçimi kazandığı için balkon konuşması yapıyor. Pekiyi balkonda kazanılmayan seçim mutfakta mı kazanılıyor? Sen neden bir kere bile balkon konuşması yapamıyorsun? Çünkü; bu aziz millet sana ve şürekana diyor ki:
-Sen bir türlü pişmemişsin. Halâ çiğsin. Ham kalmışsın, ham! Mutfakta kalmaya ve pişmeye devam et!
Sözün özü budur.
BİR ÖNERİ:
Madem mutfaktan çıkamadınız. Size günün mönüsünü öneriyorum. Lütfen yeyiniz. Size ve şürekânıza iyi gelecektir:
-İmam bayıldı,
-Bol marul salata,
-Kemal Paşa tatlısı.
Afiyet olsun. Aman "yavaş, yavaş" yiyiniz. Sonra midenize oturur ha!
Hazmetmeniz için bol maden suyu içmeyi de unutmayınız.
BİR KISSA-BİR HİSSE-2
Vaktiyle bir anne köpek, yavrularını yanına toplamış ders veriyordu:
–Bakın yavrularım, şu falan zatı görüyor musunuz?
Yavrular:
–Evet anne, onu görüyoruz.
–İşte o zat, âlim ve fazıl bir zattır. Onu görünce sakın hürmette kusur etmeyin ve hemen yol verin.
Yavrular:
–Tamam anne, onu görünce hürmet edeceğiz ve saygısızlık etmeyeceğiz.
Bir gün âlim zat, anne köpeğin bulunduğu muhitten geçerken, anne köpek hızla koşmuş ve hırlayarak âlim zatın paçasından kapmış. Sonra da yavrularının yanına geri dönmüş.
Yavrular hayretle sormuşlar:
–Anne bu davranışını anlayamadık. Hem âlim zata hürmette kusur etmeyin dedin. Hem de hırlayarak paçasından kaptın.
Anne köpek, köpekçe bir bilgelikle cevap vermiş:
–Evet yavrularım. O zatın âlim ve fazıl olduğu bir hakikattir. Ama bizimde bir köpek olduğumuzu unutmayın. Hırlamak ve ısırmak bizim köpekliğimizde var. Biz köpekliğimizden uzun süre ayrı kalamayız!
Kıssadan da anlaşılacağı üzere, her şey aslına rücu eder. Hiç kimse uzun süre rol yapamaz. Hiçbir asker uzun süre General taklidi yapamaz. Basit tavırları kendini ele verecektir. Eşyanın doğası uzun süre rol yapmayı kabul etmez. Tilki kuyruğundan, deve kamburundan belli olur.
İstediğiniz kadar din açılımı tiyatroları çeviriniz. İstediğiniz kadar Cuma namazı reklamları yapınız. İstediğiniz kadar rol yapınız. Bu aziz millet ferasetiyle her şeyi görüyor ve gereğini yapıyor. Bu seçimde de Osmanlı Tokadını suratınıza yapıştırdı.
Bir atasözümüz şöyle der:
Sen seni bil sen seni,
Sen seni bilmezsen, patlatırlar enseni.
Devamı da İnşa-Allah 29 Mayısta…
Bozguna uğramış yüz ifadelerinizi çayımı keyifle yudumlayarak izleyeceğim. Cenab-ı Hakka sonsuz Hamd-ü Senalar olsun.
BİR KISSA- BİR HİSSE-3
II. Meşrutiyet döneminde Van vilayetine, Vali olarak Numan Bey adında biri atanmış...
Bir gün Van Valisi Numan Beyin Dahiliye Nazırına bir telgraf çekmesi gerekmiş. Katib - i hususiyi, yani özel sekreterini çağırıp bir telgraf metni hazırlamasını emretmiş...Özel sekreter hazırlamış telgrafın metnini; altına da, "Van Valisi Numan" diye yazmış.
Numan Bey, sekretere:
- İmzadan önce, demiş, nazır hazretlerine bağlılığımı gösteren şöyle mütevazı bir ifade kullan.
Sekreter, telgrafın altına
"Takdirkarınız ve bendeniz Van Valisi Numan" diye yazmış...
Numan Bey:
- Yok, demiş, daha aşağıdan, daha mütevazı bir şeyler olmalı...
Sekreter bu kez "Takdirkarınız, bendeniz, hak - ı payiniz Numan" diye yazmış.
Van Valisi, her seferinde:
- Yok, daha aşağıdan, daha mütevazı bir şeyler olsun, diyormuş...Sonunda özel kalem müdürünün de tepesi atmış ve Dahiliye Nazırına çekilecek telgrafı şöyle bitirmiş:
"Vali-i Van, pis def-i hacetiniz Numan
Bu kıssa bebek katillerine "bey ve sayın" diye hitap eden yalakalara gelsin.
Adalet güle su vermektir. Zulüm ise dikeni sulamaktır. Alçaklığın dibini buldun sen.
Bebeklerimizin ve şehitlerimizin katillerine yakında:
-bendeniz defi hacetiniz diyecek kadar alçalırsanız şaşırmayacağım.
Sözü Hürriyet Şairi Namık Kemal’e bırakıyorum:
"Muini zalimin dünyada erbâb-ı denâettir,
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insafa hizmetten"
(Dünyada zâlimin yardımcısı, alçaklardır.
İnsafsız avcıya hizmet etmekten zevk alan, köpektir!)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.