
Erdem Yazaroğlu
İFFET TAHTININ SULTANLARI...
1-Hz. Fatıma (r.anha) Neden Geceleyin Defnini İstedi?
Peygamberimiz’in (s.a.v) vefatından sonra, Hz. Fatıma, ahiret hazırlığını daha ciddi bir şekilde yapmaya başlamıştı. O her haliyle “yolcu” olduğunu belli ediyor ve hazırlığını ebedî âleme göre yapıyordu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) vefatının üzerinden altı ay geçmişti ki Hz. Fatıma (r.a) validemiz hastalandı. Halife Hz. Ebû Bekir’in (ra) hanımı, büyük sahabe Hz. Esmâ (r.a) ziyaretine gelmişti. Konuşurlarken Hz. Fâtıma annemiz günlerdir kalbini huzursuz eden bir hususu açmak istedi.
Hz. Esmâ:
-“Ya Fâtıma, seni üzen şey nedir, söyle de Ebû Bekir’i haberdar edeyim, bir çare bulsun.” dedi. O iffet ve fazilet timsali, o hayâ örneği, o nezahet membaı Hz. Fatıma’nın (r.a) son demlerinde kalbini dilhûn eden şey elbette mühimdi. Bakınız o peygamber neslinin son çiçeği ne istiyordu:
-“Ya Esma, beni günlerdir düşündüren şey, vefatımdan sonra üzerine konarak götürüleceğim tabutun şeklidir. Çünkü bu tabutlar dümdüz tahtadan ibarettir. Bu tabuta konan cesede, bir kilim örtülmekte ise de, cesede yapışan örtü mevtanın vücudunu belli ediyor. Bakanlar cesedin iriliğini, ufaklığını anlıyorlar. Benim cesedimin de namahreme böyle görülmesini istemiyorum. Kalbimi huzursuz eden, şimdiden üzüntüsünü çektiğim şey budur.”
Hz. Fatıma (r.a) validemizdeki hassasiyete bakınız ki, vefatından sonraki durumu düşünmektedir. Zaten kefenlenmesine, kefenin üzerine kilim örtülmesine rağmen, o vücudunun ana yapısının belli olmasından rahatsızlık duymaktadır.
Hz. Esma (ra), Hz. Fâtıma’nın bu problemine şu çözümü getirmişti:
- “Yâ Fâtıma, biz Habeşistan’a hicret ettiğimizde, onların cenazelerini taşıdıkları tabutları gördüm. Dümdüz tahtaların üzerine çatı yapıp, bu çatının üzerine de hasır örtüyorlar ve böylece tabutun içinde bulunan cesedi başkaları görmüyor.”
Hz. Esma, böyle dedikten sonra, eline aldığı ince hurma dallarının iki ucunu yere saplayıp, ortasını yukarı doğru kamburlaştırarak, “İşte böyle yapıyorlar.” diye tabutun şeklini de gösterdi.
Hz. Fâtıma sevinmişti. Şöyle dedi:
-“Bunu çok beğendim, vasiyet ediyorum, beni taşıyacağınız tabutu böyle yapın ve kefene sarılı cesedimi, bakanların nazarından gizli tutun. Hz. Esma’ya (r.a) su kaynatmasını ister ve gusül abdesti alır. Temiz kıyafetlerini giyer ve yatağını odanın tam ortasına yaptırır. Hz. Esma’ya sessizce:
-“Ben şimdi öleceğim, beni hiç kimse açmasın ve gasil etmesin. Vasiyetimdir beni kabre gece yerleştirin.” der.
Çocuklarını yanına ister ve onlara “Sizleri şerefli bir babaya teslim ediyorum.” der. Yaşları küçüktür, çocukları ne olduğunu anlayamazlar, onları odadan çıkarttırır. Sağ tarafı üzerine yan bir şekilde elini yüzünün altına koyar. Hz. Esma O’nun dinlendiğini zanneder. Biraz sonra Hz. Fatıma (r.a) annemize seslenir ama cevap yoktur. Yanına gelir ve Resulûllah’ın (sav) vefatından sonra ilk defa bu mübarek yüzde hafif bir tebessüm ve buğulu gözlerinde donuk bir bakış görür. Ruhunu teslim ettiğini anlar, ağlayarak O’nu öper, koklar ve:
-“Resulûllah’ın (s.a.v) narin çiçeği işte babana kavuştun. Resulûllah’a (sav) benden selam söyle!” der ve dışarı çıkar.
Kapıda Hz. Ali vardır, Hz. Esma’yı üzgün görünce sorar:
-Ne oldu?"
Esma hıçkırıklar içinde:
-“Resûlullah’ın son çiçeği de soldu. Babacığına kavuştu.” der.
Hz. Ali (ra) içeri girer, odanın ortasında bir nur yumağı yatmaktadır. Hz. Ali (r.a) üzgün ve yıkılmış bir şekilde eşinin yanına varır ve:
-“Seni ne kadar çok sevmiştim.” der ve biricik eşinin güzel gözlerini kapatır. Hz. Fatıma annemiz (r.a) geride dört nur çekirdeği bırakmıştır.
Annemiz’in cenaze namazını, Hz. Abbâs veya zevci Hz. Ali’nin kıldırdığı rivayet edilmektedir. İslâm’da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi, Hz. Fâtıma’nın mübarek naaşı olmuştur. O, vasiyeti üzerine gece defnedilmiştir. Medineliler vefatı ancak sabah öğrenmişlerdi. Medine ağlıyor, Medineliler çok üzgün ve hüzünlü. O’nun kabrinin Baki’ül-Gar-kad Kabristanı’nda ya da Akîl b. Ebû Tâlib’in evinin köşesinde olduğu bildirilmektedir. Hz. Abbas’ın (r.a) türbesinin içinde olduğu da rivayetler arasındadır.
2-Sara (Epilepisi) Hastası Kadının Asıl Izdırabı!
Atâ İbni Ebî Rebâh’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
"Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ bana:
-Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi, dedi. Ben:
- Evet, göster, dedim.
İbn Abbâs şöyle dedi:
- Şu (iri yarı) habeşi kadın var ya! İşte bu kadın (bir gün) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve:
- Beni sara tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua ediniz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
- Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim, buyurdu.
Bunun üzerine kadın:
-Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de ona dua etti."(Buhârî, Merdâ 6; Müslim, Birr 54)
Konu ile ilgili başka rivâyetlerden öğrendiğimize göre aslen Habeşistanlı olan bu iri yapılı, uzun boylu hanımın künyesi Ümmü Züfer idi.
Sara hastalığına tutulmuş olan Ümmü Züfer, sara nöbeti esnasında bayılıp yere düşüyor, mahrem yerleri açılıyordu. Bu hâl onu rahatsız ettiğinden hastalıktan kurtulması için Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e geldi ve kendisine dua etmesini istedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), belâya sabretmenin cennetle ödüllendirileceğini öğretmek için ona “İstersen sabret, cennete gir; istersen iyileşmen için dua edeyim.” buyurdu. Cennet ile sağlık arasında tercih yapmak durumunda kalan hanım, sabrı yani cenneti tercih etti. Fakat, kendisini asıl üzen şeyin, sara nöbeti gelince mahrem yerlerinin açılması olduğunu söyleyerek buna engel olmaya çalışması, kendisinin bilinçli bir Müslüman olduğunu göstermektedir.
Abdullah İbni Abbâs Hz. Peygamber (s.a.v)’in uyarısı üzerine, kadının sabrı seçmesini dikkate alarak, onun daha hayattayken cennetlik olduğu sonucuna varmıştır.
Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v)’in duası makbul olduğu için, kadına dua ettikten sonra onun sara nöbetlerinde bir daha üstü-başı açılmamıştır.
3-Kendisinden Meleklerin Bile Hayâ Ettiği Sahabi...
Hz. Ayşe (r.a) anlatıyor:
“Ebûbekir (r.a), Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına girmek üzere izin istedi. Bu esnâda Allah Resûlü (s.a.v) yatağı üzerinde yatmakta idiler. Üzerinde benim elbisem vardı. Resûlullah (s.a.v) hâlini hiç bozmadan izin verdiler. Meselelerini hallettikten sonra Ebûbekir (r.a) gitti.
Bir müddet sonra Ömer (r.a) içeri girmek için izin istedi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) aynı hâlini hiç değiştirmeden ona da izin verdiler. Hz. Ömer’in (r.a.) ihtiyacını da gördüler. Sonra o da gitti.
Bir müddet sonra Osman (r.a) izin istedi. Bu sefer Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v) yatağından doğrulup oturdular. Üstlerini başlarını düzelttiler. Bana da: «Elbiseni üzerine topla!» diye emrettiler. Hz. Osman’a (r.a.) da girmesi için izin verdiler. Onun da ihtiyacını gördüler. Osman (r.a) da gitti.
O gidince ben dayanamayıp:
–Ey Allah’ın Rasûlü! Ebûbekir ve Ömer gelince vaziyetinizi değiştirmediğiniz hâlde Osman gelince kendinize çekidüzen verdiniz. Sebebi nedir?» diye sordum.
Peygamber Efendimiz (s.a.v):
–Osman çok hayâ sahibi birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan önceki hâlimde iken içeri aldığım takdirde ihtiyacını arzetmeden gideceğinden korktum. Kendisinden meleklerin hayâ ettiği kimseden ben de hayâ etmeyeyim mi?» buyurdular.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 36; Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 7)
4-Kur’an Fransa’dan Daha Güçlü ve Kuvvetli İse Ben Ne Yapabilirim?
Fransa yüzyıl boyunca Cezayirli kızları tüm propaganda ve baskı araçlarını kullanmasına rağmen, başörtülerinden alıkoyamadı. Bütün başarısızlıklar üzerine Fransa bu konuda son bir çalışma başlattı. Cezayir’den on Müslüman genç kızı alarak Fransa’ya götürdüler. Fransız hükümeti bunları okullara soktu, başörtülerini çıkardılar, Fransız elbisesi giydirdiler, Fransızcayı öğrettiler. Kızlar tamamen Fransız’laştılar. Aradan onbir sene geçtikten sonra bu kızları Fransız’laştırdıklarını göstermek için bir tören tertip ettiler. Törene Avrupalı bazı bakanlar, aydınlar ve gazeteciler davet edildi. Fransa bununla tüm dünyaya Müslüman kadını nasıl özgürleştirdiğini gösterecekti. Tören başladığında bütün davetliler törenin düzenleneceği salonda yerlerini almış, Fransa’nın başarısına tanıklık etmek için sabırsızlıkla bekliyorlardı. Fransız bir yetkili misafir konuklara Cezayirli Müslüman kadını nasıl özgürleştirdiklerini ballandıra, ballandıra anlattı. Daha sonra Fransız okullarında onbir yıl eğitilen kızların nasıl modernleştiklerini göstermek için kızlar salona davet edildiler. Ama o da ne, tüm davetliler hiç beklemedikleri bir manzara ile yüz yüze gelmişti. Fransız’laştıkları söylenen Cezayirli kızlar salona başörtüleri ve Cezayir’in İslami kıyafetiyle girmişlerdi. Herkes şok olmuş birbirlerine bakıyordu.
Gazetecilerden biri ayağa kalkarak yüksek sesle:
-“Fransa, 128 senedir Cezayir’de ne yaptı öyleyse?” dedi. Yaşanan olay karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyen Fransız yetkililer, Paris’in göbeğinde bu soruya ne tür cevap vereceklerini bilemediler. Ancak daha sonra Fransız müstemlekeler bakanı Lachost olup bitenleri herkesin huzurunda şu açık ifadeler ile açıkladı:
-“Kur’an Fransa’dan daha güçlü ve kuvvetli ise ben ne yapabilirim?”
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.