
Erdem Yazaroğlu
HAYATA SADECE BİR AÇIDAN BAKANLAR
İnsan, evinin cephe durumuna göre birçok pencereden dışarı bakıyor. Hayat ise tek açıdan, tek pencereden bakılacak kadar dar değildir.
Böyle insanlar hayatı kendilerine dar ederler, çevresindeki insanları da kırar geçirirler. Düşüncede darlık, bağnazlık ve yobazlığı doğurur.
O yüzden dini dar olmak, dindar olmak demek değildir.
Hazreti Ali’ye (r.a) Kur’an’dan deliller getirerek kâfir diyen hariciler, sığ düşünceli ve dar kafalıydılar. Peygamber Efendimizin (s.a.v) damadına, kâfir diyecek kadar ahmaklaştılar.
Bir harici yanlışlıkla bir gayrimüslimin domuzunu öldürmüştü. Diğer harici arkadaşları:
–Sen yeryüzünde fesat çıkarıyorsun diyerek onu öldürmek istediler.
Adam:
–Bırakında domuzun sahibine fidye vereyim, onu razı edeyim diyerek domuza yüklü bir miktar fidye verdi ve canını zor kurtardı.
Domuza şefkat gösteren sığ düşünceli ve dar kafalı hariciler, Peygamber Efendimizin (s.a.v) kıymetli sahabesi Habbab bin Ereti’in (r.a) oğlu, Abdullah bin Habbab bin Ereti ve hamile eşini, vahşi ve hunhar bir şekilde şehit ettiler. Domuza şefkat gösterenler sahabeyi vahşi ve hunhar bir şekilde katlettiler. (Taberî, V, 81-82)
Günümüzdeki müfrit gurupların durumu bundan hâli değildir. Kafalarına ve keyiflerine göre Müslüman kanı dökmek, onlara harici dedelerinden miras kalmıştır. Onların kıt beyinlerine göre, onlar gibi düşünmeyen bir Müslüman’ın, bir Hristiyan’ın domuzu kadar yaşama hakkı yoktur ve değeri de yoktur.
Vahhabiler, şirk diyerek sahabe mezarlarını dümdüz ettiler. Osmanlı hatırası Ecyad Kalesini yerle bir ettiler. Ama İngiliz’e uşaklık etmek ve Cidde’de İngiliz plajı bidat olmuyor! Açılım dedikleri rezillikler ve kralın devasa posterleri bidat olmuyor! Kâbe’ye tepeden bakan gökdelenler bidat olmuyor!
Fatih İstanbul’u fethederken Bizans papazları, meleklerin erkek mi, dişimi olduklarını tartışıyordu.
Moğollar Bağdat’a doğru yaklaşırken Âlimler, sivrisineğin ısırmasından gelen kanın; abdesti bozup, bozmayacağını tartışıyorlardı.
Sonuçta Fatih İstanbul’u fethetti. Moğollarda Bağdat’ı işgal ve talan ettiler.
Büyük düşünmeyenler, büyük düşünenlerin kölesi olmaya mahkûmdurlar.
Birde sözüm ona Teknoloji düşmanları var…
Zevkine uygun Adidas marka ayakkabı giyebilmek için mağaza, mağaza gezer. Ben teknolojiye düşmanım der.
Kot pantolon giyer, hem de düşük belli! Ben teknolojiye düşmanım der.
Bir milyon liradan aşağı otomobile binmez. Ben teknolojiye düşmanım der.
En pahalısından cep telefonu kullanır. Ben teknolojiye düşmanım der.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Zırva tevil götürmez! deyip geçelim.
Bunlara bakınca Budist Gandi’yi daha tutarlı ve daha samimi buluyorum. En azından giydiği maşlahı kendisi dokurdu. İngiliz kralıyla görüştükten sonra, gazeteciler sorarlar:
–Efendim! Kıyafetiniz bir kralla görüşmek için uygun muydu?
Gandi hazır cevap bir adamdır. Taşı gediğine koyar:
-Kral en az üç kişiye yetecek kadar iyi giyimliydi!
Kâbe’ye Fabrika Gözüyle Bakan Arap Tüccar
Merhum Ali Küçük Hoca, yıllar önce Suudi Arabistan’da ’Kâbe’yi fabrika olarak gören bir esnaf’la arasında geçen diyaloğu, kendisini dinleyenlere dikkat çekici bir şekilde anlatmıştı.
Arkadaşlarıyla Mekke’de kamera almaya çıktıklarını belirten Ali Küçük Hoca, arkadaşlar alışveriş yaparken bende mağazanın sahibiyle konuşayım istedim, bir takılayım dedim. Dedim ki:
–Bak hep Japon, Tayvan, Çin malı. Neden İslâm ülkelerinin mallarını satmıyorsunuz? Ya da siz neden kendi fabrikalarınızı kurmuyorsunuz da başkalarını kazandırıyorsunuz?
Adam buna kızdı ve bana Kâbe’yi göstererek:
–İşte fabrika orda, dedi. O fabrika orada dururken ihtiyacımız yok dedi.
Ayrıca şu ayeti okudu: Allah bizi korkudan emin kıldı ve açlıktan da doyurdu. (Kureyş Suresi, 4).
O böyle deyince bende:
-Onlara; sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından rızık yağdırdık. Sonradan o kasaba halkı Allah’a karşı nankörce davranınca, Allah’ta onlara korku ve açlık giysisi giydirdi ayetini okudum. Eğer siz de bu Kâbe’ye fabrika gözüyle bakarsanız, kesinlikle bekleyin, Allah emniyetinizi korkuya, tokluğunuzu açlığa çevirecek yakında dedim.
Adam:
- Nerede bu ayet?’ dedi. Hemen Kur’an’dan yerini gösterdim (Nahl Suresi, 112).
Adam:
–Vallahi 65 yaşındayım, kendimi bildim bileli Kur’an okurum, sanki ilk defa gördüm dedi. O mantıkla ilk defa okumuş ayeti.
Ali Küçük Hoca:
-“Eğer insanlar, Allah’ın kendilerine verdiği nimeti Allah’a kulluk yolunda kullanırsa, Allah nimetini geri almıyor ama nankörce davranınca o nimeti geri alıyor.’’ ifadelerini kullandı.
Bilgisi Arttıkça, Ameli Azalanlara Yazıklar Olsun!
Çünkü, bilgi içselleştirilmemiştir.
Kur’an-ı Kerimin 23 senede tamamlanmasının bir hikmeti de iyice anlaşılması ve içselleştirilmesi içindir. Sahabeler, (r.a) Peygamber Efendimizden (s.a.v) aldığı öğüdü ya da bir bilgiyi uygulamak için alır, iyice hayatına yerleştirdikten sonra yeni bilgi alırdı. Bugün çok bilgi, az amel sahibi olmamızın en büyük nedeni budur. Çünkü, içselleştirmek için kendimize zaman tanımıyoruz.
Nasıl ki yediğimiz bir yemeği, midemizin hazmetmesi için bir süreye ihtiyaç varsa, bilgilerin hayatımızda alışkanlık haline gelmesi için, bol pratik yapmaya ve zamana ihtiyacımız var. Acıkmadan yemek üstüne yemek yiyenler, mide fesadına uğruyorlar ve obez oluyorlar. İçselleştirmeden bilgi üstüne bilgi yığanlarda, bilgi açısından şişmanlıyorlar ve malumat ishali oluyorlar. Bilgi şişmanı, amel zayıfı aydınlar mantar biter gibi çoğalıyorsa, nedeni işte budur.
Hikmetli bir sözde: Bilgisi arttıkça, ameli azalanlara yazıklar olsun! buyrulmuş.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.