
Erdem Yazaroğlu
GÖZÜ YAŞLI HATIRALAR…
1-Bir Kardeşimizin Kendi Dilinden Hatırası:
“Bundan yıllar önceydi. Çok zor bir dönemden geçiyordum. Bütün işlerim ters gidiyordu. Ekonomik, psikolojik, sağlık ve diğer açılardan tam dibe vurmuştum. Yaşayanlar bilir… Böyle durumlarda çevrenizde bir tane insan kalmaz. “Sessiz şeytanlığa bürünüp, üç maymunu oynarlar” Çöküşünüzü uzaktan zevkle izlerler. Yolda tevafuken karşılaştığım tanıdıklar, beni görünce selâmımı almamak için yolunu değiştiriyordu. Telefonla aradıklarım, telefonlarıma geri dönmüyordu. Sıkı imtihan olduğumun farkındaydım. Kimsenin beni rahatsız edemeyeceği bir köşeye çekildim. Rabbime gözyaşları içinde dua ediyor, bu sıkıntılı durumdan beni kurtarması için yalvarıyordum. Duaya gece-gündüz hiç ara vermeden günlerce devam ettim… Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Bütün imkânları ve her şeyi tükettiğim bir zamanda bir gece gözleri yaşlı, kalbi hüzünlü olarak uykuya daldım. Sanırım sabah ezanlarına yakın bir vakitti. Bir rüya gördüm… Ama nasıl bir rüya… Şu anda bu rüyayı yazarken bile tüylerim diken, diken oluyor.
Öncelikle şu hususun altını dikkatle çizmem gerekir:
Ben hayatında nadir rüya gören ve gördüğü rüyaları da hatırlamayanlar gurubundanım.
Rüyamda bir ayet kulağıma okunuyor ve bu ayetle Rabbime iltica etmem isteniyordu. Allah’u Ekber!
Yüce Rabbim beni en zor döneminde yalnız bırakmamış, rüyamda bana nasıl dua edeceğimi öğretiyordu. Bu Ayet-i Kerime rüyamda defalarca kulağıma fısıldandı. Ben uyandığımda kendimi ağlarken buldum. Evet, belki size inanılmaz gelebilir ama ben ömrümde ilk defa, uykudan ve rüyadan ağlayarak çıktığımı gördüm. Gözlerim yaşlıydı ve kalbim hiç olmadığı kadar hızla atıyordu. Kendimi biraz toparlayıp, rüyamda kulağıma fısıldanan Ayet-i Kerimeyi hatırlamaya çalıştım... Çok az rüya gören ve gördüklerini hemen unutan ben… Evet, evet… ayet-i kerimeyi çok iyi hatırlıyordum. Bu mübarek ayet Hz. Zekeriya (a.s)’ın münacatıydı:
"…Rabbim! Beni tek Başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın"
Enbiya suresi. 89.Ayet
Sonra Hz. Zekeriya (a.s)’ın hayatını okudum. Bu mübarek peygamber, akrabalarından ve çevresinden çok eziyet görmüş, çok büyük acılar çekmiş, çok iftiralara ve ihanetlere maruz kalmış…
Rabbime cennetteki zerreler adedince hamdolsun ki, bu münacata devam ettim. Yavaş, yavaş işler yoluna girmeye başladı. Ekonomik ve psikolojik açıdan baya bir rahatladım. Uzaktan çöküşümü zevkle izleyen sessiz şeytanlar ve üç maymunu oynayanlar, saklandıkları deliklerden birer, birer çıkıp ilgi alâka göstermek istediler. Bu sefer ben onlardan uzaklaştım. Yüce Rabbime Cennet’teki zerreler adedince hamdolsun ki, en dibe vurduğum dönemlerde dahi, benim istiğna düsturumu bozdurmadı ve yüzümün suyunu namertlere döktürmedi. Arşın, fersin, kürsinin ağırlığınca Rabbime hamd-ü senalar olsun, Peygamberimiz Efendimize (s.a.v) onun al ve ashabına salat ve selâmlar olsun (Âmin).
Bu hikâyeyi sizlerle paylaşmamın nedeni: Asla ümidinizi kesmeyin. Dua gibi büyük bir nimet var. Bu kapıyı kesintisiz ve usulünce çalmaya devam ediniz. Mutlaka bir cevap verilecektir. Çünkü, Cenab-ı Hak kullarının yegâne dostudur ve o ne güzel yardımcıdır. O’nun tutup kaldırdığını kimse yıkamaz. O’nun aziz kıldığını, kimse zelil kılamaz.
Allah’u Ekber!
2-İçimden Bir Ses Dedi ki…
Bundan yıllar önce Amerika’lı İngilizce öğretmeni bir turistle tanıştım. Kendisi İslam’ı araştırdığını bu konuda eserler okumak istediğini söylemişti. Ben İngilizce, o da Türkçe bilmiyorduk. Yazışmalarımızı basit ve kısa cümlelerle netten çeviri yapıp gönderiyorduk. Bir gün onu evime davet ettim. Niyetim yemek ikram etmek ve İslâm’ı anlatan İngilizce eserler hediye etmekti. Randevu mekânını Allah dostu bir zatın, kabrine yakın bir yer olarak kararlaştırdım. Ecnebilerin randevularına çok sadık olduklarını bildiğim için, 20 dakika önceden randevu mekanına gittim. Orada beklemeye başladım. Buluşma saatimize dakikalar kala büyük bir hata yaptığımı anladım. Tercüman ayarlamayı unutmuştum. Öğretmen beyle evimde yemek yiyecek ve sohbet edecektik. O ve ben, birbirimizin dillerini bilmiyorduk. Bir anda kıvranmaya başladım. Eteklerim tutuştu! Allah dostunun kabri başında beklerken, içimden yakıcı arzuyla dua etmeye başladım:
- Allah’ım ne olur bir çare ihsan et! diye dua ediyordum. Bu ara hayatımda tanık olduğum mucizelerden birini yine yaşadım elhamdülillah… Yıllar önce çocuklarıyla ilgilendiğim Arapça ve Farsça öğretmeni bir dost, bir anda karşıma çıktı ve yanıma gelerek selâm verdi:
–Hayrola hocam, burada ne bekliyorsun?
–Allah razı olsun hocam, Amerika’lı bir İngilizce öğretmeniyle tanıştım. Burada buluşmak üzere sözleştik. Birazdan gelir. Eve götürüp yemek ikram edeceğim. İslâm’î eserler hediye etmek istiyorum. Lakin İngilizce bilen birini ayarlamayı unutmuşum. Şu an onun için kıvranıyorum. Acayip sıkıntılıyım.
Arkadaşımın verdiği cevap çok enteresandı:
–Hocam, aylardır buradan geçmedim. Şimdi geçiyordum. İçimden bir ses ısrarla kabrin başına gitmemi, dua etmemi söyledi ve burada seninle karşılaştım. Üzülme, ben yıllardır İngilizce özel dersler veririm. Kabul edersen tercümanlığı ben üstleniyorum.
O an neler hissettiğimi anlatamam. Yine daha önceleri tanık olduğum sayılı mucizelerden birisi gerçekleşiyordu. Duam hemen kabul edilmiş, tercümanım bir sevk-i ilahiyle bana yönlendirilmişti. Müthiş bir duygu patlaması yaşadım. Kelimelerle anlatamam bunu…
Amerika’lı İngilizce öğretmeni, bir dakika bile gecikmeden tam vaktinde gelmişti. Tercüman arkadaş onu güler yüzle karşıladı ve konuşmaya başladılar. Sonra dolmuşa atlayıp eve geçtik. Evde koyu bir muhabbet oldu. Namaz vakti girince, namaz kılmak için kendisinden izin istedik. O da eğer sakıncası yoksa, namazı misafir odasında kılmamızın kendisini çok memnun edeceğini söyledi. Onun yanında, tercüman arkadaşımızla cemaat olup namaz kıldık. Namazdan sonra birçok soru sordu. Arkadaşım tercüme ediyor, bende gücümün yettiği ölçüde cevaplıyordum. Sıkı bir gözlemciydi. Memnuniyeti yüzündeki ifadelerden okunuyordu. Yemek yerken bize bakıp, kopya çekerek yemek yiyordu. Ama çorba konusunda baya acemiydi. Misafirimiz, sanırım hiç çorba yememiş. Kaşıkla aldığı çorbayı ekmeğin arasına döküyor ve öyle yemeye çalışıyordu. Bu arada ekmek arasına döktüğü çorba, ekmeğin altından dökülünce biraz mahcup oldu. Tercüman arkadaşım çorbayı nasıl kaşıklaması gerektiğini uygulamalı olarak ona gösteriyordu.
Yemekten sonra uzun sohbetlerimiz oldu. Kitapları hediye ettim. Kaldığı mahalleye kadar onu uğurladık. Bizden çok memnun ve mesrur ayrılmıştı.
3- Lütfen Bana Namaz Kılmayı Öğret!
Yıllar önce elektronik dâhisi diyebileceğim 25-30 yaşlarında bir gençle tanışmıştım. Genç hayatın mahiyetini sorgulayan fikir çilesi çeken bir adamdı. Sorduğu sorulardan onun boş birisi olmadığını anlamıştım. Onunla bir yıla yakın süren bir fikir yolculuğumuz oldu. Sorduğu bütün sorulara bildiğim ölçüde cevaplar verdim. Bir konuyu halletmeden diğer konuya geçmiyorduk. Önce Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz kudretini ve hikmetine dair sohbetler yaptık. Sonra Haşir meselesi, sonra muhtelif diğer konular…
Namaz vakti girdiğinde namaz kılmak için izin istiyordum. O, oturup kitap okurken bende aynı mekânda namaz kılıyordum. Bu şekilde fikir yolculuğumuz devam etti. Artık kafasına takılan birçok konuyu halletmiş ve rahatlamıştı. Allah’a ve ahiret gününe inanıyor ve birçok konuda şüpheleri izale oluyordu. Daha net ve daha huzurluydu.
Bir gün namaz vakti girince yine namaz kılmak için izin istedim. O koltuğunda oturur ya kitap okur, ya da derin düşüncelere dalardı. Ben namazı bitirdikten sonra ellerimi açtım ve içimden şöyle dua ettim:
–Allah’ım! bu kulunla aylardır fikir arkadaşlığı yapıyorum. Elimden geldiği ölçüde sorduğu sorulara cevap verdim, anlattım. Ona seni anlattım Rabbim! Rabbim lütfen ne olur, bu kulunu secdeyle buluştur ve onu namazla şereflendir. Duamı bitirip içimden âmin dedim. Sonra seccademi toplayıp ayağa kalktım ve ona doğru yöneldim…
Sizi kasemle temin ederim ki daha ağzımı açıp bir söz söylememe izin vermeden, dudaklarından şu cümleler döküldü:
–Hocam, bu böyle olmuyor…
Ben şaşkınlıkla sordum:
–Olmayan ne, ne olmuyor anlayamadım…
–Artık kafamda hiç şüphe kalmadı. Eyleme geçmek istiyorum. Senden rica ediyorum. Bana namaz kılmayı öğretirmisin?
O an duygularımı hiç bastırmadım. Bir anda ona sarıldım. Kucaklaştık. İkimizin de gözleri nemliydi. Ona namaz kılmasını uygulamalı olarak gösterdim. Bütün hareketleri itina ve titizlikle yapması, görülmeye değerdi.
Namaz kılmayı öğrendikten sonra, patronuyla namaz konusunda problem yaşadı. Namaz kılmasına izin vermeyen patronuyla tartıştı ve işini değiştirip, namaz kılmasına izin veren başka bir şirkette iş buldu. Namaz için, işini değiştirmişti. Allah ondan ebeden razı olsun. Az bir gayretle, çok neticeler ihsan eden Cenab-ı Hakka, cennetteki zerreler adedince hamdolsun.
4-Kuaförde Gençlerle Maç Analizi
Orta yaşlarda derviş bir adam, bir kuaföre girerek sırasını beklemeye başladı.
Bazı gençler televizyona kendini kaptırmış heyecanla maç izliyorlardı. Bazen de kendi aralarında yüksek sesle maçın kritiğini yapıyorlardı. Gençlerden birisi derviş adama şaka yollu takıldı:
–Derviş amca, sen takım tutuyor musun, bu maç hakkında ne dersin?
Derviş gülümseyerek:
–Evladım, ben gençlik yıllarımda bir kulüpte çok top oynadım. Sonra “asıl maçı” öğrenince “sahte maçları” bıraktım.
Gençler şaşırmıştı. Pür dikkat derviş amcaya odaklandılar. Soruyu soran genç tekrar sordu:
–Derviş amca, hakikaten meraklandım, öğrenmek istiyorum. Hakiki maç nedir, sahte maç nedir?
–Evlâdım, önce maçın tanımını yapmamız gerekir. Maç, rakip takımla yaptığın mücadeledir. Doğru mu?
–Evet derviş amca, doğru söylüyorsun.
–Pekiyi bir insanın en büyük rakibi kimdir?
Gençlerden ses çıkmayınca derviş amca soruyu kendi cevapladı:
–Evlâdım, bir insanın en büyük rakibi nefsidir. Asıl maçta nefsimizle yaptığımız maçtır. Diğer maçlar, bu maçı unutturuyor! İspanya kralı demiş ki, “bana yüzbinleri uyutabileceğim büyük beşikler yapınız.” Bu beşikler stadyumlardır, İnsanlar burada “asıl büyük maçtan” koparılmış, sahte maçlarla aldanmakta ve aldatılmaktadır.
Bak ben nefsimle nasıl maç yapıyorum, sana anlatayım:
Şimdi sabah ezanları okunurken içimdeki rakibim olan nefsimle bir mücadele başlıyor. Eminim sizde bu mücadeleyi hissetmişsizinizdir. En büyük rakibim olan nefsim birçok çalım yapıyor ve diyor ki:
–Biraz daha uyu,
–Daha vakit var,
–Yatak çok sıcak,
–Hem daha çok gençsin, sonra kılarsın.
–Kalkarsan üşürsün vb.
Bu şekilde beni çalımlamak istiyor. Ayağıma değil, aklıma çelme takıyor.
En büyük çelme, idrakimize takılan çelmelerdir evlâdım. Sakın bunu unutmayın.
Ayağına takılan çelmede en fazla düşersin belki dizini incitirsin ama sonra kalkarsın. Ama aklına takılan çelmede büyük ihtimalle dinini incitirsin, güçlü bir savunman yoksa bir daha doğrulamazsın.
İşte gerçek maç budur.
Bir yanda bana namaz kıldırtmak istemeyen nefsim,diğer tarafta beni namaza çağıran Rabbim!
Şimdi ben içimdeki rakibimi çalımlayarak, yorgana tekmeyi vurup Allah’u Ekber! diyerek namaza koşarsam, işte top ağlarda golü attım demektir ve gooolll! Maçın ilk golünü rakibime attım demektir. Bu şekilde günde beş tane gol atarım, haftada 35 gol eder. Diğer Cuma ve bayramlarda attığım golleri söylemiyorum bak. Şimdi kim gol kralı, elbette ben.
Ama sizler sahte maçlarla ilgilenirken, en büyük rakibiniz her gün size beş gol atıyorsa diğer takımlar istediği kadar gol atmış, gol yemiş bundan size ne?
Gençlerin bazıları şaşırmış, bazıları da gülümsüyordu.
Soruyu soran genç hayretini ifade etti:
–Vallahi derviş amca helâl olsun. Namazı da maç modunda anlattın ya, sana helâl olsun…
Bu sırada ikindi ezanları okunmaya başlamıştı. Derviş, kapıya yöneldi ve gençlere hitaben:
–Bakın sevgili gençler gördünüz mü, üçüncü hakiki maçım başlıyor ve golümü atmaya gidiyorum. Sizlerden golünü atmak isteyen benimle gelsin.
Soruyu soran genç atıldı:
–Dur derviş amca, bende geliyorum, bugüne kadar hep gol yemişim. Daha sahte maçlarla ilgilenmeyeceğim. Bundan sonra gol atma sırası bende. Ben anladım ki “hakiki maçım” şimdi başlıyor…
5-Sizin Bakarak Aldığınız Zevkin…
Şehirlerarası yolculuk yapan bir otobüste, bir genç koltuğunda kitap okuyordu. Yanında oturan orta yaşlı zat, gence şaka yollu takıldı:
–Delikanlı, bu sıcak havada kitap okumanın sırası mı, şu güzel kızlara bak, diyerek sahil kenarındaki kızları gösterdi.
Genç sordu:
–Onlara niçin bakacağım beyefendi?
Adam:
–E tabi ki zevk almak için.
Genç tek cümleyle şahane bir cevap verdi:
–Sizin bakarak aldığınız zevkin binler katını, ben bakmayarak alıyorum.
“Harama bakmak şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Kim benim korkumdan dolayı harama bakmayı terk ederse, onun kalbine tadını çokça hissedeceği bir iman veririm.” (Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, c. 10, s. 173).
“Allah, ‘Ey gençliğini benim için harcayan, şehvetini benim için terk eden genç! Sen yanımda bazı meleklerim gibisin.’ demektedir.” (Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, V, 237)
Arabanın aküsünü tüketen farlarıdır. Müminin imanını tüketen gözleridir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.