Erdem Yazaroğlu

Erdem Yazaroğlu

GÜNEŞ IŞIĞINDAN RAHATSIZ OLAN YARASALAR!

Güneş Işığından Rahatsız Olan Yarasalar! 

Sünnet-i Muhammed’iyeyi (s.a.v) reddeden kilise projesi bir kısım ilâhiyatçıların, kaldıysa vicdanları sızlasın!

“Osmanlı’nın Ehl-i Sünnet hassasiyetlerinin ne derece önemli olduğunu anlamak için, 1906 Kahire kongresinde, kongre başkanı Papaz Samuel Zwemer’in şu tavsiyelerini okumak yeterli olur kanaatindeyim. Zwemer şöyle diyor:

“Bir Müslüman’a dinini bırak dersen, onun İslâm’ı bırakması asla mümkün değildir. Nitekim 25 yılda ancak 25 Müslüman’ı Hristiyan yapabildik. Onlar buna karşılık her gün en az 25 Hristiyan’ı Müslüman yapıyorlar.

Biz Müslümanlara:

“Sizin dininiz olan İslâmiyet; mücevher yüklü çok kıymetli bir gemiye benziyor. Ama bu geminin yükü çok ağır! Geminin karşıya batmadan geçebilmesi için, bu yüklerin bir bölümünü denize atmamız gerekir” demeliyiz. Böylece; mübahlardan, müstehaplardan, sünnetlerden başlayarak; vaciplere, farzlara gelinceye kadar onlara geminin bütün yüklerini boşalttırmalıyız. Böylece gemi karşıya geçse de boş geçmeli!..”

“Geminin bütün yüklerini boşalttırmalıyız” diyor. Yani sünneti, hadisleri ve daha sonra da vacip ve farzları kendileri kaldırmayacaklar. Bizden sanılan “sözde hocalara” yaptıracaklar.”

Deve Çobanlığı Seçimi

“Bundan birkaç sene önce, Türkmenistan’da yaşadığım ve beni çok etkileyen, hemen, hemen konuşmalarımda beni dinleyenlerle paylaştığım bir örneği sizlere, örneklik konusunda bir örneği sizlerle paylaşarak ben huzurunuzdan ayrılmak istiyorum. Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in mezarını ziyaret ettikten sonra, Merv kentinde uzakta iki kubbe göründü.

Yanımdakilere sordum:

- O uzakta görünen kubbeler nedir?

- Peygamberimizin (s.a.v) iki arkadaşının mezarı dediler.

Peygamberimiz (s.a.v) vedâ hutbesinde yüz bin kişiye hitap etmiş, sadece on bin kişinin mezarı Arabistan Yarımadası içerisindedir. Diğer bütün arkadaşları dünyanın her tarafına yayılmışlardır ve oralara İslâm’ın barış mesajını götürmüşlerdir. Onları ziyaret etmeye giderken yolda bir deve çobanıyla karşılaştım. 1,90 boyunda, 80-90 yaşlarına geldiği halde hala beli bükülmemiş, dinç, göbeğine kadar sakalı uzamış, başında muhteşem bir kalpak olan, bir ressamın fuayesine poz verebilecek güzellikte ihtiyar bir delikanlı.

Önce sordum:

- Bu tepedeki mezarlar kimlerin biliyor musun amca?

 O üçte iki Türkçe, yarı Türkmence Türkçesiyle onları bana anlatmaya başladı:

- Birisi Gureybi Esvep kabilesindendir, şunu yapmıştır, bunu yapmıştır, Peygamberimizle (s.a.v) birlikte şuraya gitmiştir v.s.  O kadar detaylı bilgiler verdi ki ben hayran kaldım!

-Amca Türkmenistan’da böyle senin kadar bilgili başka deve çobanları var mı, diye sordum.

-Evlât, ben çocukken hatırlarım bizim köylerde iki adam seçmek çok zordu; bir muhtar seçerken çok dikkatli davranırdık, bir de deve çobanı seçmek çok zordu dedi. Şaşırdım ben. Hayatında bir defa yalan söyleyeni biz deve çobanı yapmazdık. Hayatında bir defa sözünde durmayanı biz deve çobanı yapmazdık. Deve çobanı yaptığımız bir adam, eğer develeri güderken bir defa küfretmişse, ağzından kötü bir söz çıkmışsa, köy ihtiyar heyeti toplanır ve derhal onu görevinden azlederdi diye devam etti. Yılların hadis hocası hala jetonu düşmedi ve

-Muhtara verilen önemi anladım da, deve çobanına neden bu kadar önem veriyorsunuz dedim.

-Deve çobanlığı Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) mesleği olmuş ya onun için dedi.

Sadece deve çobanlığı konusunda değil, hayatının her alanında, her anında, bütün insanlığa örnek olmuş, rehber olmuş bir Peygamberin (s.a.v) ümmetiyiz. Elbette, hangi topraklarda, hangi milletle beraber, hangi medeniyetle beraber yaşarsak yaşayalım örnek olmak durumundayız.

Prf.Dr. Mehmet Görmez

Peygamber Efendimizi (s.a.v) Hafife Aldığı İçin İdam Ettirdi!

Dinî meselelerde hassas bir zat olup iman prensiplerini muhafazada son derece gayret sarf eden Kemal Paşazâde’nin, Molla Kâbız gibi zihin ve akîdeleri bozup cemiyeti buhrana sürükleyen kişilerle mücâdele ederek onlara gerekli cezâların tatbikiyle huzur ve sükûnu teminde de büyük hizmetleri olmuştur.

Molla Kâbız, Müslüman olduğunu söylemekle birlikte Peygamber Efendimizin (s.a.v) şan ve şerefini hafife alarak o Âlemler Efendisi’nin faziletini inkâr eden ve bunu cemiyette yaymak suretiyle ortalığı fesâ­da boğan bir kimseydi. Bu sebeple de katledildi. Ancak bu katil, elbette ki rastgele yapılmamıştır.

Kâbız, evvelâ Osmanlı dîvânında Kemâl Paşazâde ile İstanbul kadısı Sâdullâh Sâdî Efendi tarafından dinlendi ve karşılıklı yapılan münâzarada fikirleri ilmen tek, tek çürütülerek cürmü hatâsı ortaya konuldu. Sonra da tevbe etmesi istendi. Böyle yaptığı takdirde affedilip serbest bırakılacağı da beyan edildi.

Buna rağmen Kâbız, tevbeye yanaşmadı. Üstelik mağlûbiyetin neticesi olarak nefsânî bir azgınlıkla serkeşlikte bulundu. Bunun üzerine de katle müstahak görüldü. Böyle müfsid ve şerîr kimseler hakkında İbn-i Kemâl Paşa’nın yazdığı şu dörtlük meşhurdur:

Şerîat kim sarây-ı Kibriyâ’dır,

Hakîkat mülküdür, muhkem binâdır.

Anun taşını kim ki oynadursa,

Yoluna başını koymak revâdır…

Sultan Fatih’in Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) Yazdığı Şiir:

İstemem!

Sen kokmayan gülü neyleyim,

Neyleyim sensiz baharı?

Sen doğmayan günü neyleyim,

Neyleyim sensiz ben dünyayı?

Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,

meltemi istemem.

Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar,

Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.

Bülbüller söyleyecekse seni söylesin,

Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.

Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,

Sılası sen olmayan gurbeti istemem, vatanı istemem.

Bir ateş yakacaksa beni kalbimden, aşkının ateşi yaksın,

Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,

Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.

Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,

Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.

Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,

Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.

Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.

Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden.

Yoksa neyime?

Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem.

Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un.

Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için.

Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem.

Ben bir garip Yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.

Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kâğıdı istemem.

Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.

Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…

Fatih Sultan Mehmed Han (k.s.)

 

Bu yazı toplam 3772 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
24 Yorum