
Erdem Yazaroğlu
CAZİBE!
Merkez Cami, her zaman olduğu gibi yine kalabalıktı. Şadırvanın etrafı abdest almak için sıraya giren insanlarla çevrilmişti. Şadırvanın tatlı ve soğuk suyu, oldukça meşhurdu. Kimileri içmek için, kimileri de abdest almak için sıra bekliyordu. Abdestini alanlar yerlerinden kalktıkça, arkada bekleyenler boşlukları hemen dolduruyordu. Şadırvan şırıl, şırıl akarken kuşlarda cıvıl, cıvıl ötüşüyor, ortama hoş bir melodi yayılıyordu.
Vakit öğle namazı vaktiydi. Ezanın okunmasına az bir süre kalmıştı. Derken müezzin efendi, yanık sesiyle cenaze selâsı vermeye başladı. Ses perde, perde yükseliyor insanın ruhuna ılık, ılık hüzün akıtıyordu. Ortalığa derin bir sessizlik çökmüştü. Su şırıltısından ve kuş cıvıltısından başka bütün sesler susmuş, selâ sesi ortamın tek gerçeği haline gelmişti. İnsanlar bu sesi sayısız kez dinlemiş olsa da, yine hüzünleniyor sessiz, sessiz gözyaşı döküyordu.
Yaşlı dedeler:
–”İnne lillehi ve inne ileyhi raciun” diyerek, istirca ayetini okuyorlardı. Bazı gençlerde selâ sesinden ürkmüş olmalı ki, hızlı adımlarla cami’den uzaklaşmaya çalışıyordu. Cemaatin kendisini yakından tanıdığı bir meczup:
–Allah, cazibelere kapılıp “güme gidenlerden” eylemesin diye bağırdı.
Aksakallı dedelerden biri yanındaki ihtiyara seslendi:
–Meczup doğru söylüyor. Dünya dediğin herkese gülen ama kimseyle evlenmeyen güzel bir kadın gibidir.Hey gidi hey!.. Dünyanın cazibesine kapılanlar helâk olmuştur. Allah muhafaza buyursun.
İhtiyarlar hep bir ağızdan:
–Amiiin diye dua ettiler.
Müezzin efendi selâyı bitirmiş, merhumun adını-soyadını söylüyordu. Cenaze namazının, öğle namazından hemen sonra kılınacağını ilân etti. Sonra, yanık sesiyle öğle ezanını okumaya başladı.
Ezan bitmişti ki, cenaze arabası musalla taşının önünde durdu. Cenaze sahipleri, tabutu yavaşça musalla taşının üzerine indirdiler. Gözlerinde yaş, yüzlerinde hüzün vardı. Uzak şehirler ve semtlerde yaşayan akrabalar, dostlar; birer, birer musalla taşının başında toplanıyorlardı. Musalla taşı, insanlara ölümü ihtar eden yazısız bir kitabeydi sanki. Bu yazısız kitabe sanki randevu vermiş gibi, akrabaların hepsini birbiriyle buluşturmuştu. Günlük hayatın telâşı içinde savrulan bu insanlar, cenaze sayesinde buluşuyor, özlemlerini gideriyor ve sohbet ediyorlardı.
Yaşlı bir kadın tabuta sarılmış ağlaya, ağlaya konuşuyordu:
–Değer miydi ah oğlum… Aslan oğlum benim… Ben sana ne kızlar bulurdum… Bir kız için intihar etmeye değer miydi… Ah oğlum, yiğidim benim… Hem dünyanı, hem ahiretini mahvettin!
Şehir dışından gelenler, duydukları karşısında şok olmuşlar, intiharın nedenini konuşuyorlardı. Akrabalardan biri, yaşlı kadına yaklaşarak:
–Teyzeciğim, Allah sana sabır versin. Oğlunun günahlarını bağışlasın. Hakkını helâl et, biz kalp krizi diye duymuştuk. İntihar olduğunu bilmiyorduk, niye intihar etti ki?
Yaşlı kadının dizlerinin bağı çözülmüş, adeta yere yığılmıştı. Koluna girenler oturması için bir sandalye getirdiler. Yaşlı kadını güçlükle sandalyeye oturttular. Bayılmaması için bileklerini ovuyor; yüzüne, boynuna masaj yapıyorlardı.
Kadıncağız bir yandan ağlıyor, biryandan anlatıyordu:
–Oğlum bu sene okulunu bitirip, mühendis olacaktı. Babası yıllar önce rahmetli olmuştu. Saçımı süpürge edip, onu okutmaya çalışıyordum. Onu bilirsiniz… içine kapanık ve sıkılgan bir çocuktu. Derslerinden başka hiçbir şeyi düşünmezdi. Sınıflarında Serap diye bir kızla arkadaş olmuş. Güya bu kız oğlumu seviyormuş. Ama ben bu kızı hiç görmedim. Arkadaşlarından duyduğuma göre, oğlum bu kıza evlenme teklif etmiş. Kızda demiş ki:
–Sen şu tipine bakmadan nasıl olurda, bana evlilik teklif edersin. Hiç aynaya bakmıyor musun? diye oğlumu aşağılamış. Oğlumda gururuna yediremeyip intihar etmiş. Bu sabah odasına girdiğimde onu ölü buldum. Bir kutu hap içerek kendini zehirlemiş. Oğlumu bu hale koyanlar, Allah’ından bulsunlar. Ah oğlum, ah yiğidim!...
Cemaat öğle namazını bitirmiş, musalla taşının önünde saf tutmaya başlamıştı. Gencin akrabalarından bazıları, namaz için safa dururken, bazıları kenarda bekliyordu. Kadınlar arka tarafa çekilmiş, ağlıyorlardı. İmam efendi, cenazenin tam önünde durdu ve yüksek sesle:
–Er kişi niyetine, Allah-u Ekber diyerek tekbir aldı.
Namaz bittikten sonra, İmam Efendi yüzünü cemaate dönerek:
–Merhumu nasıl bilirdiniz, diye sordu.
Cemaat hep bir ağızdan:
–İyi bilirdik diye ölen gencin lehine şahadet ettiler.
İmam Efendi kısa bir dua yaptıktan sonra:
-Merhumun ruhuna, El-Fatiha dedi.
Cenaze sahipleri, tabutu cenaze arabasına koyarak mezarlığa doğru yola çıktılar. Cemaatin bir kısmı da arabalarına binmiş, cenaze konvoyunu, takip ediyordu.
Cenaze arabası, mezarlığa doğru giderken, karşı caddeden gelen iki genç kız; güle, oynaya konuşuyorlardı:
–Bak duygucum! Sana kaç kez söyledim, benimle bahse girme diye. Bahsi yine ben kazandım. Bir kaş, bir göz, iki tatlı söz tamam. Sende gördün, çocuk nasılda yalvarıyordu:
–Nolur Serap’çım! bırakma beni diye. Aptal, kendisini hakikaten sevdiğimi sandı. Ne saf şeymiş. Hayatımda bu kadar aptal bir çocuk görmedim. İşte kızım, benim cazibeme dayanacak erkek yoktur. Sende biliyorsun, defalarca tanık oldun. Çalışmak için girdiğim şirketlerde patron çocuklarına kahve yaptırırım. Bacak, bacak üstüne atar kahvemi keyifle höpürdetirim. Ben kahvemi içerken onlarda benim işlerimi yaparlar. Onlara cam sildiririm, paspas yaptırırım, tuvalet temizletirim. Bütün vazifelerimi bir köle gibi seve, seve yaparlar. Niçin? Bir gülüşümü görebilmek, bana birazcık daha yakın olabilmek için.
İşte bu… Eh aklı kullanmak bedava, öyle değil mi?
İstediğim her erkeği birkaç görüşmede peşime takarım. Yeterince kullandıktan sonra icabına bakarım.
Duygu kıs, kıs gülerek:
–Vallahi Serap’cım, senden korkulur ayol. Sen, Şeytana bile pabucunu ters giydirirsin.
Serap dudaklarını bükerek:
-Bu benim için çok basit bir şey. Çünkü, cazibeme kimse dayanamaz. Kaç tane oğlan, önüme diz çöküp yalvardı. Sen bunları gözlerinle gördün. Caddede yürürken bırak erkekleri, kadınlar bile dönüp, dönüp bana bakıyorlar. Haydi! Şu söz verdiğin kıyafeti alıp, işimize bakalım. Listemdeki köleler, beni bekler! Bir daha benimle bahse girme. Her zaman ben kazanırım, bilmiş ol.
Çıkarılabilecek Muhtemel Dersler:
–Silahın en tehlikelisi sinsi ve şirin olanıdır.
–Aşk kum saati gibidir. Duyguları doldururken; aklı boşaltır, serveti boşaltır, birçok şeyi boşaltır.
–Her insandan duygularını bir orkestra şefi gibi yönetmesi beklenir. İnsan kontrol edemediği duyguları tarafından kontrol edilir ve mıknatıs etrafında savrulan metal toz parçaları gibi savrulup gider maazallah!
–Hayat kimseyi cahil bırakmaz. Ya indirimli tarifeden, ya da gecikmeli tarifeden herkese öğretir. Her çeşit öğrenmenin kendine has bir maliyeti vardır.
–Kim olduğun öyle bağırıyor ki ne dediğini duyamıyorum bile.
–İnsanı sessiz kalmaya zorlayan acı, bağırmaya zorlayan acıdan daha ağırdır!
–Aşk can yakıcı ve beden eriticidir. Aklı başından alır. İstikameti kaybettirir. Ol sebepten mümbais, aşk bir hastalıktır. Büyümeden, benliği bir sarmaşık gibi kaplamadan tedavi etmek gerekir.
–Aşkı köpürten ve bulunmaz Hint kumaşı gibi pazarlayan bütün kitaplar psikolojik birer zehirdir. Ne yazık ki duyguların mahiyetini bilmeyen deli-kanlı gençler bu zehirleri para vererek satın alıyorlar.
–Aşk kahramanları olarak gösterilen Mecnun ve Leyla, sadece bir efsanedir. Yaşanmış, yaşanmamış bizi hiç ilgilendirmez. Aklıselim insanlar için asla ölçü olmaz. Efsane doğruysa, Leyla isimli kızın aşkından çöllere düşen Mecnun bir şehzadedir ve asıl adı Kays’tır. Mecnun adı üstünde deli demektir. Tüm şeref ve haysiyetini bir kadın için feda etmiştir. O bir kız için çöllere düşerken, Tolstoy elindeki bütün imkânları feda ederek Allah’ı arıyordu.
–Aşk kadınların elbette hoşuna gider. Nasıl olsa bedel ödeyen onlar değildir. Taşkın ve aşırı duygularla beğenilmek narsistik benliklerini okşar. Kurbanların ödediği bedeller umurlarında olmaz. Çünkü sıradaki kurban listesi hiçbir zaman boş kalmaz! Narsistik benliğini okşayan bu duygunun, bir gün anne olduğunda, bir bumerang gibi gelip oğlunu vuracağını, oğlunu kurban ede(bile)ceğini düşünmez. Çünkü hazır lezzetle bir hoştur ve sarhoştur!
–Bir insanın dışı ne kadar çok bağırıyorsa, içinde o kadar gizli bir kişilik defosu vardır. “Siz bir sarrafın, seyyar satıcı gibi bağırdığını hiç gördünüz mü?”
–Gözünü kamaştıran her şey, kıymetli değildir ve gönlünü doyuracak da değildir. Vitrinde gözünü kamaştıran bir ürünü satın alıp evde ambalajını açtığında, hiçte o kadar kıymetli olmadığını görürsün. Sana bunu yaptıran o anki açlığındır. Açlığın hangi türdense, o türden kendini aldatırsın. Binaenaleyh aşk elma şekeri gibidir, şekerim! Şekeri yaladıktan sonra elindeki “kazıkla” kalakalırsın.
–Nice bebeksi suratlar, nice köpeksi ruhlar saklar.
–Her parlayan şey yıldız değildir. Kaldı ki ay görmüşün, yıldıza mihneti olmaz.
–“…Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma!”
–Bir tas su, bir sinek için denizdir.
–Dümdüz bir ovada yarım metrelik çalı, kendisini ulu çınar sanır.
–Arabanın aküsünü tüketen farlarıdır. Mü’minin aküsünü tüketen gözleridir.
-Cenab-ı Hak göz nimetini yaratılmışlara kaptırasın diye değil,
Yaradan’a taptırasın diye vermiştir.
–Cenab-ı Hak, Hz. Yusuf (a.s)’mı yakışıklı olduğu için peygamber yapmamıştır.
–7,9 şiddetinde bir depremden sağlam kurtulabilen bir ev, o depreme boyası yüzünden dayanmış değildir.
–Kimse bulunmaz Hint kumaşı değildir. Kimse türünün son örneği değildir. Kimse vazgeçilmez değildir. Onu size bu şekilde gösteren, rotasından sapmış duygularınızdır. Mahiyetini bilmediğimiz algılarımız, ağlatır bizi!
–Susuzluğunuz ne kadar şiddetliyse, yolculuğunuzda o kadar “seraplar!” görürsünüz.
–Merhamet dilenir, şefkat dilenir, ilgi dilenir ve nefret edersin dilencilerden!
–Batanları sevmem! Hz. İbrahim (a.s)
–Ölümlü bir insan kendisi gibi ölümlü bir insanın hayatına nasıl anlam katabilir?
–İneğin yalakası, kasabının bıçağını yalarmış.
–”Yol cidenündür, arkasundan ağluyamam,
Gönlüm ahur değildur, herkesi bağluyamam.”
–Ederinden fazla değer, adamı değerinden de eder! Bir eşeğe değer verdiler de kendini küheylan sandı. Bir dikene su verdiler de kendini gül ağacı sandı.
–”Kibir, kafadan götürür!”
–Her şeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir. Mübalağa bir çeşit yalan türüdür. 50 kg taşıyabilen bir insana 100 kilo yüklersek belini,
50 puanlık bir adama 100 puan yüklersek benliğini göçürürüz.
–İnsanlar ‘göl’ sularından daha çok ‘bel’ sularında boğulmuşlardır.
-Her başını okşayanı dost sanmayasın! Bilesin ki, koyunu da başını okşaya, okşaya götürürler kesileceği yere!
–Söylenilenlerle değil, hissettirilenlerle ilgileniyorum!
–Hak yolunda harcanmayan servet nasıl batılın tasallutuna maruz kalırsa,
Hak etmeyene harcanan sevgi kişiye; hakaret, aşağılama, acı ve keder olarak geri döner!
–Bozulduğunda insandan daha korkunç bir varlık yoktur. Bütün gücünüzle insanın bozulmasına karşı çıkınız.
–Mezarlar kendilerinin vazgeçilmez olduklarını zannedenlerle dopdoludur.
–Helal daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.
–Yapamadığın beş bin planla gömerler seni ansızın!
“İnsan eliyle başlattığı olayların çok gerisinde kalır bazen”
–İnsanoğlu gayr-i meşru yolda aldığı her zevki, ona muadil bir elemle geri öder.
–Sadakati olmayandan kapıya köpek bile olmaz, değil ki gönle dost!
–Cahiller ve ahmaklar, ayıbını hüner zannederler.
–Bir insanın saflığından yararlanarak onu sömürmek ve ondan bir şeyler koparmak seni başarılı yapmaz. Olsa, olsa ultra karaktersiz! yapar.
–Bir insanın “duygularıyla oynayarak” onun intiharına sebep olmak, profesyonel kusursuz bir cinayettir!
–Dünyanın dönmesinden mevsimler,
denilerin (alçakların) dönmesinden nice resimler ortaya çıkar.
–Sahte ilgiler, sahte ilaçlar gibidir. İnsanı daha çabuk öldürür. İlgisizlikten daha ziyade, insanı sahte ilgiler kahreder!.
–Ayaklarının dibine kadar necasetin içine battığı halde, hala özgürlük şarkıları söyleyebilen tek hayvan horozdur!
–”Allah, insanı en çok iddiasından vururmuş!” Kendisini dünya güzeli sanan bu kibirli kızda yine bu noktadan büyük bir darbe yiyecektir. Bugün başkasını aldatan, yarın başkasına aldanır. Yalanla yıkanan yüz, ihanetle kurulanır.
–Gözün, yılanın güzel gözlerini temaşa ederken, aklında, yılanın zehirli dilini! farketsin ve akla tabi olsun.
-İnsanın ucuzu, insana pahalıya mal olur.
-Karaktersiz insanları hayatının jürisi yapma! Sonuç her zaman olumsuz çıkar.
–Tipsiz, çirkin, kambur, kısa boylu, kel, siyah yüzlü, cüzzamlı vb olmak;
Allah’a isyan ve intihar etmekle kıyaslandığında (Allah muhafaza buyursun!) tercih edilir bir durumdur. Çünkü Allah (c.c.); insanların kalıplarına, suretlerine ve mallarına bakmaz. Kalplerine ve amellerine bakar. Tipsiz olmak Cennete girmeye mâni değildir. Çok güzel olmak ve çok beğenilmek de Cehenneme girmeye mâni değildir. Sahnede kötü rol yoktur, kötü oynanan rol vardır. Sonu böceklere protein olacak “cesedin şekli için”, bu kadar üzülen beğeni kurbanlarının kulakları çınlasın!
–İnsanı hastalıklar öldürmez. Hasta olduğu şeyler öldürür.
–Ölümlü bir insanı, (hâşâ) ilah gibi seversen, kendini onun karşısında bir “nesne” haline getirirsin.
–Ölümlü bir insanı (hâşâ) bir ilah gibi sevmek, bir duygu zehirlenmesidir. Maazallah kalbi de zehirler ve öldürür, eğer acil tedavi edilmezse!
–Hz. Ali (r.a) Efendimiz buyurmuş ki: Hayatımda hiç kimseye iyilik de, kötülük de etmedim. Dinleyenler taaccüp ederek sormuşlar:
–Bu nasıl olur ya İmam?
Hz. Ali (r.a) cevaplamış.
–İnsan yaptığı her iyiliği veya kötülüğü kendine yapar. O yüzden hayatımda hiç kimseye iyilik de etmedim, kötülük de etmedim. Yaptığım her iyilik veya kötülük sonuçları itibariyle kendim içindir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.