Erdem Yazaroğlu

Erdem Yazaroğlu

BİR YUDUM FERASET!

FERASETİN MAHİYETİ

Feraset; işlerin iç yüzünü önceden görebilmek ve kavramak demektir.

“Mü’minin ferasetinden sakınınız; zira o Allah Teâlâ’nın nuru ile bakar. (s.a.v) 1

Feraset kabiliyeti imanın nuruyla yakından alakalıdır: “Ey iman edenler! Şayet Allah’tan ittika ederseniz, o size Furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir” 2

“Mü’min bir delikten, iki defa ısırılmaz. (s.a.v) 3

“Allah’ın öyle kulları vardır ki, insanları tevessümle/ferasetle tanırlar. 4

Binaenaleyh;

-Müslüman iyilik sahibidir, iyi niyetlidir ama ahmak değildir.

-Müslüman sabırlıdır ama şamaroğlanı değildir.

-Müslüman mütevazidir ama bu tevazuyu zillete dönüştürmez, tevazuyu da israf etmez.

-Müslüman özgüven sahibidir ama bunu kibre dönüştürmez.

 -Ferasetsiz hamiyet, pusulasız giden gemi gibidir. Hangi düşmanın limanına demir atar bilinmez.

-Ferasetten yoksun Müslüman, dostunu düşmanını tanıyamaz o yüzden çok kolay aldatılır. Feraset, Müslüman’ı ahmak olmaktan kurtarır.  Çünkü, Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.

-Çünkü, Peygamber Efendimiz (s.a.v):

 Mümini; akıllı, zeki ve ince görüşlü olarak tavsif etmiştir.5

Allah Bildirmezse, Kimse Bilemez!

Hz. Yâkup’tan (s) sorulmuş ki:

 “Niçin Mısır’dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de yakınında bulunan Kenan Kuyusundaki Yusuf’u görmedin?”

Cevaben demiş ki:

“Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazen görünür, bazen saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz."6

Şimşek anlık bir şekilde zifiri karanlığı aydınlatır, gidince her taraf geri zifiri bir karanlığa bürünür. İnsanın etrafını görebilmesi de şimşeğin o anlık aydınlığına bağlıdır, şimşek olmazsa yolunu göremez.

Hazreti Yakup (as) burada "Bizim mucize göstermemiz ilahi yardıma bakar, ilahi yardım imdadımıza gelirse güçleniriz, gelmezse biz de sizin gibi aciz bir beşeriz.” mesajını veriyor.

Yani ilahi yardımı şimşeğe benzetiyor, o geldiğinde Yusuf’un kokusunu çok uzaklardan duyabiliriz, ama ilahi yardım olmadığında her insanda olduğu gibi biz de yanı başımızı göremeyiz. İlahi yardımda âdetullah ve hikmet gereği sürekli değil; ara, sıra gelir. Burada ilahi yardımın mucize anlamında ara sıra oluşu ile şimşeğin anlık oluşu arasında bir benzetme kuruluyor.

Reci’ olayında on sahabe, tuzak kurularak şehid edildi. Peygamberimiz (s.a.v) onlara kurulan tuzaktan haberi olmadı.

Bi’ri Maune hadisesinde, yetmiş sahabe şehid edildi. Peygamberimiz (s.a.v) Cebrail haber verene kadar, onlara kurulan tuzaktan haberi olmadı.

Demek ki Allah’u Teala bildirmedikçe, Peygamberinin bile haberi olmuyor.

Rüyalar Meselesi

–Rüyalar İslâm’da delil olmaz. Öyle olsaydı sahabeler kendilerini savaşa götüren fitneleri rüya yoluyla (Peygamberimizi (s.a.v) rüyada görüp, istişare ederek) çözebilirlerdi, neden çözemediler?

–Sahabeler, Hilafet meselesinde neden Peygamberimizi (s.a.v) rüyada görüp, bir çözüm sormadılar?

–Hz. Ömer (r.a) Kur’an’ın toplanması gibi en hayati konuda aylarca neden başını çatlatırcasına düşündü, istişare üstüne istişare etti? Neden rüyasında Peygamberimizi görüp ondan bilgi almadı, alamadı?

–Hz. Aişe (r.a) sonunda pişman alacağı Cemel Vakasına girmeden önce, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu muhterem zevciyle, Peygamber Efendimizle (s.a.v) neden rüyasında görüp ondan bilgi almadı, alamadı?

–Hz. Ali (r.a) onca faziletine rağmen, zamanında baş gösteren fitnelerle ilgili olarak, neden Peygamber Efendimizle (s.a.v) rüyasında görüşüp ondan bilgi almadı, alamadı?

Rüya yoluyla talimat aldığını söyleyenler, Sahabe-i Kiram Efendilerimizden daha mı üstünler acaba?

–Sahabe-i Kiram Efendilerimiz hilafet seçiminde ve ihtilâfa düştükleri konularda neden bu tür rüyalar görmediler? İhtilâfa düştükleri birçok konuda bu tarz rüyalar görerek, sorunlarını pekâlâ kolayca çözebilirlerdi.

Kaldı ki rüyalar:

–Edille-i Şeriye’den değildir.

Sadece göreni bağlar. Bizi ilgilendirmez.

Ayrıca, Şeriatın zahirine ters düşen her batın, batıldır. Bu bir kuraldır. 7

–Din tamamlanmıştır. Rüya yoluyla dine ilaveler yapmak, dini tahrif hareketidir. Her Müslüman’ın bu konularda ferasetli davranması gerekir.

Kaldı ki uykudaki adamdan (rüya gören adamdan) kalem kaldırılmıştır. Mükellef olmayan adamın söyledikleri bizi neden bağlasın? 8

Bir Nükte:

Bir gün zamanın meşhur rüya tabircisine bir adam gelir:

–Efendim bir rüya gördüm, yorumlayabilir misiniz der.

Rüya tabircisi:

–Rüyanı anlat evlâdım der. Adam:

–Efendim tabir için verebileceğim ücret yoktur, ücretsiz tabir eder misiniz der.

Rüya tabircisi:

–Sorun değil, rüyanı anlat evlâdım der.

Adam başlar anlatmaya…

-Efendim rüyamda bir yeşillik içinde yürüyordum. Vahamı desem, çayır mı desem, çimen mi desem deyince rüya tabircisi buna kızar:

- Evladım o yeşillikten çık der.  Adam rüyasını uzun uzun anlatmaya kararlıdır…

–Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm… Sonra bir su çıktı karşıma deryamı desem, deniz mi desem okyanus mu desem…

Rüya tabircisi öfkelenerek:

–Kifayet eder evladım, rüyanın tevile mecali yoktur. Allah senin belanı vermiş, ama bugün mü desem, yarın mı desem, öbür gün mü desem…

Yaşanmış Bir Hikâye:

Kalbi safi, zikir ehli bir zata, bir adam gelir ve şöyle der:

–Dün gece eksik salâvat getirmişsin Peygamberimiz (s.a.v) rüyamda bana emretti:

- Git, falan zenginden şu kadar parayı al diyerek yüklü bir para almış.

 Bunu dolandırılan kişi, bizzat bana anlatmıştı. Bu kişi muhtemelen salâvat getirdiğini sağda, solda söylemiş olmalı ki fırsatçının biri (gizem avcısı!) boşluğu itina ile doldurmuş ve kişiyi dolandırmış. Burada şöyle bir savunma mekanizması geliştiriyor insanlar: Biz hak ile aldanmaya razıyız. Bu,  ahmaklığın acısını hafifletmek için sürülen bir merhemdir. Müslüman, önce uyanık olmalıdır. Özel sırlarını kimseyle paylaşmamalıdır. Dolandırıcı ve art niyetli insanların sıkça kullandığı şöyle bir söz vardır:

Türkiye’nin kerizi yonca gibidir, biçtikçe gürleşir! Kimsenin bizi ahmaklaştırmasına ve ahmak yerine koymasına izin vermemeliyiz.

Eğer bir insan kendisini aptal yerine koyanlara hala değer veriyorsa, o zaman onlar haklı demektir.

Eğer bir insan aynı hataları işlemeye devam ediyorsa, kişisel tarihinden ders almayı reddeden bir tutum içindedir.  Bu durumda zarara rızasıyla girene elbette acınmaz!

4) Kader Algımızı Gözden Geçirelim…

Fatih Sultan, İstanbul surlarını toplarıyla döverken, Ayasofya’nın başpapazı da cemaatini toplamış moral dersi veriyor:

–Bu dünyada mutlu olamasak bile cennette mutlu olacağız, üzülmeyiniz!

Cemaatten sivri akıllı birisi kalkarak papaza cevap vermiş:

–Ama papaz efendi! Dünya da bize yer bırakmayan Osmanlı’lar, Cennet’te bize yer bırakır mı?

Dünya ahiretin tarlasıdır. Tarlada ekim güzel olursa, hasat mevsiminde mutlu oluruz. Dünyada imtihanın kuralları geçerlidir. Allah çalışana verir. Kâfir-Mü’min ayırt etmez.

“Evet, dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibarettir ama amellerimiz oyuncak değildir.”

İslâm dünyası kadere imanı, kadercilikle karıştırdı ve kader algısı yüzünden geri kaldı. Hâlbuki kadere iman farz, kadercilik haramdır. Peygamberimiz (s.a.v);

–yol kesicileri, yol göstericilere dönüştürürken,

–bakır adamları, elmas adamlara dönüştürürken,

–dünya siyasetini değiştiren adamlar yetiştirirken,

Bir kısım Müslümanlar, sorumluluklarını Allah’a havale ettiler. Bunun adını da tevekkül koydular.

Rivayete göre, bir gün iblis, Hz. İsa (s) gelerek:

–Madem her şey kader iledir, sen kendini bu yüksek yerden at bak nasıl öleceksin, diyor.

Hz. İsa’nın cevabı muhteşemdir:

–Bre melun! Muhakkak ki Allah kulunu tecrübe eder, ama kulun haddine düşmemiş ki Allah’ı tecrübe etsin. 9

Tabir Caizse, Allah’u Teala biz kullarına diyor ki:

–Sizler için şöyle bir imtihanı öngördüm, haydi göreyim sizi, bakayım nasıl davranacaksınız?

Kullar ise diyor ki:

–Allah’ım senin bize havale ettiğin sorumlulukları biz geri sana havale ediyoruz, görelim bakalım sen nasıl davranacaksın. (haşa ve kella!) İşte bu tutum Allah’a karşı terbiyesizliktir, haddini bilmezliktir, Allah’ı tecrübe etmeye kalkışmaktır.

Bursa Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, Orhan Gazi’nin Türbedarı:

-Kalk Efendi! Bursa işgal edildi, kalk da Bursa’yı kurtar diye Orhan Gazinin türbesini bastonuyla dürter. Geceleyin rüyasında Orhan Gaziden şiddetli bir tokat yer:

 -Bre ahmak! Cihat ölülerin değil, dirilerin vazifesidir.

Bugün Müslümanlar, tembelliğin adını tevekkül koymuşlar. Utanmasalar ayakkabısının bağcığını bile Allah’a bağlatacaklar. Tembel ve sorumsuz Müslümanlar Allah’a Halık değil, hizmetçi muamelesi yapıyorlar. Allah bizim Halıkımızdır ama hizmetçimiz değildir. (Haşa ve kella!)

İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde;

–Madem sizin işgal edilmeniz kaderde vardı, bize isyan etmeniz kadere isyan etmektir diyerek sahte fetva dağıtmışlar ve milli istiklal hareketini kırmaya çalışmışlardır.

Bu konuya devam edeceğiz inşa-Allah…

KAYNAKÇA:

1-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağır, 1, 24

2- Enfâl, 8/29. Elmalılı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV. 2392

3-Buhâri, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63; Ebû Davud, Edeb, 29; İbn Mace, Fiten, 13; Darimi, Rikak, 65; Ahmed b. Hanbel II. 1 15

4-Mecmauz-Zevaid, 10/268

5- Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağır, Şam(t) II. 571

6-Risale-i Nur. Mektubat/15. Mektup

7-İslam Ans. Batın İlmi mad.

8-Buhârî, “Ḥudûd”, 22; “Ṭalâḳ”, 11

9- Maverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn s. 12; İbni Hacer, el-İsâbe 4:764

 

Bu yazı toplam 4273 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
25 Yorum