Yaşadığım Viyana-1

Viyana'ya veda zamanı geldi. Tam tamına dört yıl.  Göz açıp kapayınca geçti diyemeyeceğim, zira bu dört yıl hem mesleki, hem de  bilgi-görgü açısından dolu doluydu.. Hayatımın en büyük acılarını da buradayken yaşadım, en güzel günlerini de. Buradaki yabancıların söylediği gibi  “Viyana gerçekten yaşamak için ideal bir şehir, şu soğuk Avusturyalılar da olmasa!”

 

Türklerin üç “kızılelma”sından biridir Viyana: diğerleri malum; İstanbul ve Roma. Birini fethettik, diğer ikisinin ise ya kapısından dönmüşüz ya da yolun yarısından. Roma yolunda Fatih Sultan'ın Kaptan-ı Deryası  Gedik  Ahmet Paşa Otranto'dan öteye gidememiş.

 

Viyana'yı bir defa Kanuni, bir defa da Kara Mustafa Paşa kuşatmış ama  her ikisi de başarısız  olmuşlar. İkinci kuşatma Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası olmuş, sonun başlangıcı kabul edilmiş.

 

İki binli yılların başında Nabucco Projesini geliştirirken  Osmanlı'nın lağımlarla aşamadığı Viyana surlarını James Bond filmindeki gibi çapı bir buçuk metreyi bulan borularla aşmayı planlamıştık. Hem de kaleyi içten fethetmiştik. Bu defada enerji dünyasının giray hanları müsaade etmedi.

 

Bu yazımızla başlayan  bir seri yazımızda,  dört yıl boyunca  buralarda gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi  ve gözlemlerimizi  deftere kayıt düşmek  adına bazı konu başlıkları altında birinci elden  sizlerle paylaşacağız.

 

Tarih

Viyana kenti 10.yy sonlarına doğru kurulmuş. Viyana 12.yy'dan bu yana Avusturya'nın ve Roma-Germen medeniyetinin  en önemli kenti olmuş,  350 yıla yakın resmen Roma-Germen imparatorunu ağırlamış. Hem jeo-stratejik konumu, hem de buna bağlı olarak  Viyana Osmanlı fütühat politikalarının baş öğesi, hedefi olmuş. Bahsettiğimiz gibi Osmanlı Viyana'yı, biri 1529 diğeri de 1683 yıllarında olmak üzere iki defa kuşatmış. Birincisinde cihan patişahı Kanuni Buden'e kadar gelmişken, sorunu kökten çözmek adına Viyana'yı da kuşatmış, ama erken gelen kış müsaade etmemiş. İkincisinde kuşatma iki ay, Osmanlının çözülmesi 16 yıl sürmüş.

 

Özellikle ikinci kuşatmanın üzerinden 300 yıldan fazla zaman geçtiği halde  Avusturyalıların ve hatta bütün orta ve batı Avrupalı tüm milletlerin zihinlerinde hala hissedersiniz. Burada Kara Mustafa Paşa'yı öğrenmeden  ilk seviye tarih dahi öğrenilmiş sayılmaz. İlkokul öğrencilerinin müfredatında kuşatma uygulamalı olarak, yani eski iç şehirde (inner stadt) savaşın en canlı noktaları gezilerek estanteneler yerinde anlatılır. İkinci kuşatmanın kırıldığı 12 Eylül öncesi Haçlı Ordusunun karargahı olan Kahlenberg ve  Leopoldberg'e her turist özellikle getirilir ve burada bulunan  tarihi kiliselerin duvarlarında  İttifak kuvvetlerince kazanılan zafer kutsanır.

 

Avusturyalıların tarihten gelen ve  modern hayatta dahi hala izlerini görebileceğiniz iki düşmanı vardır; Fransızlar ve Türkler. Tarihte Türk demek zaten Osmanlı, yani  tüm müslümanları temsilen İslam demek. Bu tarihi olgunun halkın milliyet şuurunun oluşumunda açık ve/veya örtülü olarak belleklere nakşedildiğini günlük hayatta hissedersiniz. Bu iki kuşatmanın ve üç yüzyıl  zaman zaman harp meydanlarına yansıyarak süren mücadelenin sosyo-kültürel hayatta  etkilerini, I. Dünya Savaşında ittifakla ve sonrasında sorunsuz döneme rağmen devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun Orta Avrupa ölçeğinde örneğini ise,   Çek kenti Kutna Hora'da bulunan dünyaca meşhur Kemikli Kilise'de  insan kemiğinden yapılmış Schwarzberg ailesinin armasında görebilirsiniz. Armada Türk(!)'ün gözünü oyan karga iskeleti bulunmaktadır ki bu, burayı ziyaret eden herkese Raab Kalesinde Çek'lerin 1591'de Türkleri yendiğinin ballandıra ballandıra anlatılır.

 

Viyana'da kuşatmalardan kalma onlarca Türk izi bulunmakta. Kanuni'nin toplarını,  Kara Mustafa Paşa'nın güllelerini,  yeniçeri temsillerini şehrin değişik noktalarında  görebilirsiniz. Arsenal Askeri Müzesinde ise Kuşatma'da düşmana geçmiş otağı, tüfekleri, üzerinde “La ilahe İllallah” yazan kırmızı beyaz Osmanlı Sancağını görebilirsiniz.  Viyana'ya yolunuz düşerse Zaman gazetesinin veya Büyükelçiliğin çıkarttığı kitaplardan birini almanız tavsiye edilir.

 

Kaderin cilvesi  bu ya, maum Türkler ile Avusturyalıların kaderi 1960'lı yıllarda iş gücü ihracı ile tekrar kesişmiş. Bu konuya  ayrı bir başlık olarak tekrar döneceğiz.

 

Sanat

Viyana deyince akla barok sanatı ve barok sanatında etkilenerek gelişen müzik gelir. Viyana klasik müziğin son 250 yıldır eşsiz başkenti olmuş. Bu ününe de sürekli dünya çapında kompositörler çıkararak sahip olmuş. Sebastian Bach, Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart, Ludwig Van Beethoven, Johann Strauss,  Johannes Brahms, Franz Schubert, Gustav Mahler  gibi dünyanın her tarafında eserleri hala çalınıp dinlenen tanınmış müzisyenler sanat hayatlarının en verimli zamanlarını Viyana'da geçirmişler, buradan dünyaya açılmışlar.  Klasik müziğin tiyatral versiyonu olan opera ve insanı dansla kaydıran vals de  gerçek tanımını Viyana'da bulmuş. Dünyanın en büyük ve  en meşhur opera binası olan Viyana Devlet Opera binası her akşam dolu gişe oynamakta. Normal bilet fiyatları 12 ile 300 Avro arasında değişiyor ve biletler  çoğu zaman aylar öncesinden tükenmekte. Loca fiyatlarına ise hiç girmeyelim.  Burada  yaşayan Türklerin nerede ise  tamamına yakını sanatsal faaliyetlere uzak. Opera ve konserlere giden Türkler genellikle Türkiye'den turistik amaçlı  gelenler. Viyana'ya gelipte operaya gidilmez mi, klasik müzik konseri dinlenilmez mi diyenler. Bize de doğrusu bu mantıkla  birer defa opera, konser ve tiyatroya gitmek nasip oldu.

 

Viyana ile ilgili notlarımızı anlatmaya inşaallah bir sonraki yazımızda devam edeceğiz

 

AÇIKLAMA: Çubuk'ta yerel siyasetin ısınmaya başladığı bu günlerde son yazımızın yanlış anlaşılmalara meydan vermemesi için:

  • Bizim yerel siyasete ve icraatlere  asıl olanın Çubuk ve asıl kazanın Çubuklu olması düşüncesi ile  50 kuşak sonrası neslin hak ve hukuku ile baktığımızın ve bu kapsamda asla parti siyaseti yapma gibi maksadımızın olmadığının,
  • Holistik/bütüncül baktığımızda genel olarak   2002 sonrasında, büyükşehir yatırımları olarak 2009 sonrasında Çubuk'ta önemli işlerin yapıldığının,  ama bunların nitelik ve nicelik olarak ne Türkiye, ne de dünya ölçeğinde Çubuk için yeterli olmadığının açıkça belirtildiğinin,
  • Gerek son  beş seçim ve  iki referandum, gerekse son anketlere bakıldığında,  iktidar partisinin şansının yüksek görünmesine rağmen, adaylara ve çalışmaya bağlı olarak her partinin ciddi şansının olduğunun ve bunun da yazıda özellikle belirtildiğinin,
  • İzlenimlerimin yurtdışında yaşamama rağmen en fazla bir aylık aralıklarla yaptığım sıla-i rahim ziyaretleri ve  son bayram günleri boyunca Çubuk'ta  şahsen topladığım bilgilere ve Ankara merkezli kaynaklara dayandığının,
  • Lokman Özden'in kendini işine adamış olsa  ve de görünenden fazla icraat yapmış olsa dahi, bunları paydaşlarına filtrelenmiş ve karşılatırılmalı olarak bi-hakkın anlatamadığının veya bu şekilde anlatmak istemediğinin
  • Tuncay Acehan veya çevresi ile bir yıldan fazladır telefon dahil hiçbir temasımın olmadığının ve yazının da dikkatlice okunduğunda onun dahi kabul etmeyebileceği değerlendirmelerin olduğunun,
  • Kadim kültürümüzün bize görev istenilmez , verilir ilkesini öğrettiğini ve bunu da hayatımız boyunca şiar edindiğimizin,
  • Yerel ve genel siyaset ile ilgili kısa vadede hiçbir plan ve beklentimizin olmadığının; ama tevdi edilen değişik görevlerde  ülkemize hizmet ederken,  hangi parti  ve kim gelirse gelsin sadece Çubuk  değil, ekmeğini yediğimiz suyunun içtiğimiz Kalecik, Pursaklar, Akyurt için  üzerimize düşen ne var ise yapmaya hazır olduğumuzun

bilinmesini istirham ediyorum.

 

Bu yazı toplam 2396 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.