Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Söğüt Kriterleri


Anadolunun yürek fethi tamamlanmış, artık sıra şehirlerin imarına gelmişti.
Söğüt"ten yükselen ışık, Meriç"ten Çoruh"a geniş bir coğrafyayı aydınlatıyordu.
Tarihin Endülüs"le birlikte gördüğü, en uzun medeniyetin temelleri atılıyor, “İnsan merkezli” bir hayata “merhaba” deniyordu.

Şehirler; ahşap, kesme taş ve yeşilin buluştuğu yaşanası mekanlardı;
bedestenler, hanlar, şifahaneler, ahi dernekleri… iç içeydi.

Bir adam, kunduracıdan bir çift pabuç almıştı.
Daha bir gün geçmeden arası açıldı, değiştirmek istediyse de kar etmedi.
Adam, yanına Ahievran"ı da alarak kunduracıya yöneldi.
Gerçek ortaya çıkınca Ahievran, çarşının esnaflarını çağırarak bir ders vermek istedi.
Bir çift pabucu parmaklarına taktı, olanca gücüyle dama fırlattı.

“Pabucu dama atılmıştı.”

İpek Yolu güvence altındaydı,
tüccarlar “serbest bölge”lerde hem tanışıyor, hem de kandırılma endişesi taşımadan alış veriş yapıyorlardı;


Çarşı Pazar Vergisi, ancak hizmet götürülürse alınırdı.
Ahlakın egemen olduğu bir “düzen” hakimdi.
Verginin kaynağı ve nerelere harcanağı belli idi. Şeffaf bir yönetim vardı.
Hesaplar ortaya saçılır, suizana mahal kalmazdı;

Büyük ve küçükbaş hayvanlar koruma altına alınır, “Kuş Vakıfları” kurulurdu.
İlim yolundaki evlatların bütün iaşeleri karşılanır, fethe giden cengaverlerin “geride kalanlarına” bakılırdı.

Kimse doğduğu topraklardan, ırkından, meşrebinden, mezhebinden, mesleğinden, kıyafetinden dolayı, pozitif veya negatif bir ayrımcılığa tabi tutulmazdı.

Tebliğ gayesi güdüldüğünden, henüz vahiyle tanışmamış bireylere her türlü kolaylık sağlanırdı.
Millet-i Sadıkalar vardı.

Devletin başı beyazlara bürünür, leventleriyle fethe çıkar, Balkanlar"da şehit düşerdi.
Ordu-millet kaynaşması sağlanırdı;
zaten millet, ordunun kendisiydi.

Halkın değerleri aşağılanmaz, inanç özgürlüğü hiçbir zümrenin tekeline bırakılmaz,
kıyafetin şekli yasayla belirlenmez, “oy”lanmazdı bile…

Hak verilmez, alınırdı.

Kardeş kavgasıyla, kısır çekişmelerle gitgide zayıf düşen Beylikler, Söğüt"ten yükselen sese seyirci kalamazdı.
Gözünü Avrupa"ya, uzaklara dikmiş bir anlayış, artık tüm Anadolu"ya yayılmış;
Balkanlar"a kök salmıştı.

Kardeş şehirler vücut buldu…
Saraybosna, Üsküp, Tiran, Edirne, Bursa, Konya, Diyarbakır, Şam, Kudüs, Trabzon, Kars, Bakü, Grozni….
Istanbul"un etrafında çekim merkezi, cazibe alanı oldu.

“Nice revnaklı şehirler görülür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin Yaratan”

Dosta güven, düşmana korku salan bu kentler, boş durmadı; dinamizmi doruğa çıkardı.

Öyle çok fazla asker de nöbet tutmuyordu.
Koruyan ve Gözeten, doğruların ve Hakk"ı üstün tutanların yardımcısıydı.

Altı yüz yılda bir tek soykırım davası görülmemiş; ırkların değil, adaletin üstünlüğü gözetilmişti.
Yüce Vahiy kesindi: “Ana babanızın aleyhine de olsa Hak"tan ayrılmayın”

Aksi olsaydı, yaşadığımız coğrafyada dillerin farklılığı zenginlik olarak görülmez;
Sırpça, İbranice, Ermenice… çoktan unutulur giderdi.
Öyle ya ırkımızı, ana babamızı, doğduğumuz toprakları, rengimizi… biz seçmedik.
Yaratılıştan gelen özelliklerimizle ne övünür, ne de yeriniriz.

Bizim,
toprakları elinden alınan Kızılderililerimiz,
tek tipleştirilen Güney Amerika"mız,
Afrika"dan zorla getirilen Kunta Kinte"miz,
siyanür gazıyla yok edilen Vietnamlılarımız,
toprağı bile yakılıp kavrulan Hiroşima"mız yok!...

Üzerine ölü toprağı serpilen; kültür emperyalizmiyle kaynakları tüketilen milyarlar!...

Kopenhag"ı bırak, Söğüt"e bak!





Bu yazı toplam 1948 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
18 Yorum