Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Siyonist Darbe Girişimi Ofsayt!

 

On beş yaşındaydım.

 Orda burada salya sümük resmini görünce “Bundan adam olmaz! Allah, Kur’an ve peygamber göndermişken, şu ebleh suratlı sünepenin peşine gidenin aklı mı var?” demiştim.

Yüce Kur’an’ı okumaya başlıyorsun. Bir ucube yanına yanaşıyor; “Sen Kur’an’ı anlayamazsın. Akşam bizim sohbete gel; gör hocayı!”

Gidiyorsun. Sara tutmuş gibi başını sağa sola çalkalayan tuhaf varlık, savuruyor cümleleri.

İtiraz etmeye kalkınca, kibarca, “Bir daha gelme!” işareti çakıyorlar.

Yok, kişiliğin zayıf, karakterin zaafa uğramış, benliğin örselenmiş; aklın da iki buçuk kuruşa satılmışsa vay haline!

Artık, üfürükçü tükürükçünün kapsama alanındasın demektir. Gelsin maklubeler, gitsin sütlaçlar!

Oysa Savunan Adam, uyarıyordu: “Gülen’e dikkat edin. Siyonizme çalışıyor. Paranızı pulunuzu yahudiye kaptırmayın!”

Şeytanın çocukları gibi her yanı istila eden adamlarıyla, daha on beşinde mücadele ediyorsun. Sen “Kudüs” diyorsun. O “Diyalog” diyor. Sen “Başörtüsü” diyorsun. O “Peruk” diyor. Sen “RP” diyorsun. O “DYP” diyor.

Ümmetin yerini ‘cemaat’, liderin yerini ‘din baronu’ almıştı. Ama şaşacak bir şey yoktu. Maya meselesiydi.

Bilal tek, Bilal işkence görürken sırıtan köleler ise çoktu. Herkes Bilal olamazdı. Bilal güneşti.

En uzun Şubat’ta kahrolası yüzünü bir kez daha gösterdi. Postal yalayan masoncuk ve tosuncuk, halkın okullarına kilit vurulmasını alkışlamıştı. Öyle ya, ‘İmam’dan  ve ‘Hatip’ten rahatsızdı. Çünkü ‘İmam’ ve ‘Hatip’, bir türlü siyonizmin dümen suyuna girmiyordu.

Göstere göstere soruları sızdırdı. “Güç bende!” mesajı veriyordu. İslam’ın imajına zarar veriyormuş; adalet duygusu sarsılıyormuş; umurunda değildi.

Kastamonulu Mason’un salyasını akıtarak, “Bu hanıma haddini bildirin. Burası Türkiye Cumhuriyeti’ne başkaldırma yeri değildir!” küfrü bile dizginlemedi. Gavur aşığıydı. Üstelik Ispartalı Birader’in izindeydi.

Evinde yurdunda kalanlara,  “Allah’ın Emri yasak. Peruk mecburi!” demiş, itiraz edeni, kışın ortasında pılını pırtısını toplayıp yollamıştı. “Allah’ı bırakın; bana tapın!” mesajıydı.

Gemiyi ilk önce fareler terk ederdi. Cia’nın kucağına düşmüş, el bebek gül bebek oynamaya başlamıştı. “Gülen pabucu yarım; çık dışarıya oynayalım!”

Tabanını faka bastırmıştı. “Kadrolaşıyoruz. Yakında Avrupa’da bir İslam devleti doğacak. Onun temellerini atıyoruz.”

 Saf kandırmak kolaydı.

Oysa temelleri atılan, 15 Temmuz’du. Çakalları gaza basmış, Kandil’e yönelmesi gereken namlular, halka çevrilmişti. 40 yıllık İmralı dostluğu gözden kaçmamıştı.

Kırmızı Kitaplar tutan eller, nasıl da Frankeştayn oluyordu! Hasan Sabbah dirilmiş, haşhaşiler şehre inmişti. Telaviv nefesini tutmuş, zafer bekliyordu.

Kudüs Yolunun Erleri, tankları topları ele geçirmiş; lakin yüzlercesi Hz. Hamza’ya komşu olmuştu. Nefes sayılı değil miydi? Eninde sonunda tükenmeyecek miydi?

Ya alçak bir darbeci, ya şehadete uçan bir nefer olarak!

Abdülhamid’in Tugayları kazandı; Şeytanın Çocukları kaybetti.

Yaktıkları her canın hesabını darağacında verecek, utanç içinde Öte Dünya’ya göçecekler.

Bu yazı toplam 4422 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum