Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Şehrini Arayan Adam!

 

“Köprünün altından çok sular akmış”; rahmet, on yıllar var ki küsüp bir yerlere gitmiş; derenin içini övezler, karasinekler kaplamış; geçenlerin burnunun direği kırılmış; gidip burunlarına direk taktırmışlar; bu da onlara pahalıya malolmuş; üç beş asgari ücreti gözden çıkarmışlardı.

Yarım asra dayananlar, “Ah ah, neydi bir zamanlar; oltayı attık mı kiloluk balıklar takılır; yemeye doyum olmazdı. Sonra şehre bir haller oldu; su çekildi birden; bet bereket kalmadı, ağzımızın tadı bozuldu!”

İdealist orta yaşlı: “Karamsar olmayalım; belki bu dereden artık su akmaz; ama üç bin metre uzunluktaki bu yeri kurtarabiliriz; barajdan başlayarak içini yeşil alan yaparız;

onlarca basket sahası, yüzlerce bank; yüz metre arayla da merdiven; buranın rengi değişir, dünyanın ilk dere parkı bize nasip olur; gelen geçenin hayır duası hepimize yeter!”

Öteki, olta yerine daha derin bir mevzu atmış: “Biz toprağı küstürdük arkadaş; yine iyi dayandı; sütün ayranın yerini, mazot gibi abur cuburlar aldı; sen bırak Anadolu köylüsünün ürettiğini, nimete nankörlük et; elalemin zıkkımını iç; sonra gardaşlıktan, dostluktan, vatan sevgisinden, milli birlikten bahset!”

Diğeri, “Arkadaş, sadece bir yıl, ecnebiden geleni bırakalım; herkes süt, ayran içsin; memleket Japonya"yı geçer! O zaman gör bak; tarlalar işlenir; meralar sarı öküzlerle dolar; koyun kuzu eğleşir!”

Biraz mürekkep yalamışı: “Nasıl müslümanız; Alemlerin Efendisi"ne boykot uygulayanların torunları bunlar; senin paranla Kerbela"yı , Kabil"i, Gazze"yi … perişan ettiler; Allah, hesabını sorar!”

…………

Yüz altı yıllık şehir, politika kazanında bölündükçe bölünmüş; geriye yıllar öncesinden bir “kuru selam” kalmış; kış akşamları, sobalı odalarda dizdize verip cenknameler, kıssalar okuyan gönül adamları, cenazede bile bir araya gelemeyecek kadar ayrı düşmüşlerdi.

Hatta her biri: “Kim bir kardeşinin ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter” müjdesini; “kim de bir kardeşinin ayıbını ortaya çıkarırsa, Allah da onun ayıbını ortaya çıkarır!” ikazını bildikleri halde, “içlerinden birine” bir felaket uğradığında, zil takıp oynayacak hale gelmişler; acıdan iktidar çıkarmanın hesabını yapmışlar; şura"nın yerini kulis, dayanışmanın yerini ayak oyunları almıştı.

……….

Hısımken hasım düşen hemşehrilerin arasına, kara kedi girmişti; “Biz, bundan elli sene evvel mahkemeye bile düşmezdik; aklı yetene gider, derdimizi yanardık; hakem de arayı bulurdu; şimdi şehrin en gösterişli binasını yapmış, bir de kurdela kesmişler; bu düzenin iflasıdır.

Hakimin dolabında koca koca kanun külliyatı var; oysa biz, bin iki yüz sene, topu topu elli altmış sayfalık incecik kitapla dünyayı fethe çıkmış bir milletiz. Ceza kitabı ne kadar kalınsa, o kadar suç icad oldu demek ki!”

Ayağa kalkmış; davacıya yönelerek: “Tek ne istersen vereyim; buralarda malamat olmayalım; bu kadar yıllık düşmanlık hem bize, hem çoluk çocuğumuza sirayet etti; ayıp bizim yaptığımız!”

Gözyaşları arasında birbirlerine sarılmışlar; düşman çatlatırcasına kolkola girmişlerdi. Cuma hutbesinde imam: “feeslihu beyne ehaveyküm” emrini okumuş; “kardeşlerinizin arasını bulun” aralarına merhamet köprüsü kurmuştu.

Kafkas hatırası çifte ile omuz omuza cenk eden iki dedenin torunları, “fitne kalmayıncaya kadar, yeryüzünde mücadele edeceklerine” dair birbirleriyle ahitleşmişlerdi.

………

Bir vakit şehre ahşap, kesme taş ve yeşilin “medeniyet üçlüsü” hakimken, şimdi nasıl oldu da betonun ve demirin çirkinleştiren soğuğu yüzlere yansıdı! Bugünden yarına şu aleme “bir hoş sada bırakacak” ne vardı?

Şehirlerin kapısı vardı; Urfakapı, Mardinkapı, Kayserikapı, Edirnekapı… Evdi şehir; yurttu, yuvaydı; gönüllerde huzur, yüzlerde neşeydi; sofrada bereket, mecliste selamdı; tasada ve kıvançta birdi şehir.

Sonra yabancı bir “el” değdi; izm"lerle, krasi"lerle, postallarla yok etti, ezdi geçti sokağı. İdealini, hedefini kaybetti; halkını böldü; yuvasını dağıttı; her gruba bir kesimi “kesti”; peşkeş çekti.

“Alın bunlar sizin; biz şucuyuz bucuyuz, diyorlar; kafanıza göre bölüştürün; sonra takıştırın; bizim artık mehter marşlarımız Viyanalarda çalmayacak; gemimiz Reykjavik"e demirlemeyecek; niyeti bozduk; iç tehdit belli; dış tehdit zaten yok;

Lokmacı Kapısı"nda “Sen rakıyı hatırlarsın; o boğazı hatırlar; işte o zaman anlarsın, Yunanlıyla kardeş olduğunu” buyurmamış mıydı “kapkaraoğlan!”

Oyunumuz anlaşılmasın diye de, ara sıra “post” tarafından darbe yapar, anketlere de “En güvenilir kurum biziz!” yazdırdık mı değme keyfimize!

Halk mı? Zaten onlar kah asgari ücretle, kah kredi borcuyla… gırtlağına kadar elimizde; artık yüzde yüz zammı rüyalarında göremezler… Hem yüreklerine, hem kapılarına kilit üstüne kilit vurduk!

Politikaya güvenleri mi sarsıldı? Cilalatır, parlatır; yeni yüzler çıkartır, süreriz piyasaya; yıpranmaya görsün, yeter;

içinizde, Fas"tan Endonezya"ya…  Osmanlı bakiyyesi yirmi iki ülkeyi "Siyon Protokolü"ne yem edecek çok adamımız var; biraz Es Es"ten, biraz Franko"dan, azıcık da Karadziç"ten taktik aldık mı kafi!

Kafası karışmış, zihni allak bullak olmuş; yine de ümidini yitirmemişti; “ümit ile korku arasında” olmalıydı ki “yelkenler fora” diyebilsin!

Beş yüz kırk dokuz gündür nefes aldığı bu coğrafyaya vefa borcu vardı; şehrini arayan adam, şehrini değil belki; ama, sihirli formülü bulmuştu.

“Yurttan Sesler Orkestrası” Tuna Nehri"ni çalıyordu.

Bu yazı toplam 1846 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum