Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Roboski: Acının Tarifi Yok!

Havası sert, insanı mert civanların diyarı Roboski, gün ışımadan yolcularını uğurladı. Erken giden yol alırdı. Ekmek parasıydı dertleri.

İşçi memur emekli değildi, hiçbiri. Üstelik, on ikisindeydi çoğu.

Akranları hobi kurslarında blutut telefonlarla caka satarken, onlar kışta kıyamette sınırın öte yakasına geçecekler, katır sırtında ne getirebilirlerse paraya tahvil edip, çay şeker alacaklardı.

Vedalaşırken, ne bilsinler, dönüşü olmayan bir yola gittiklerini… Hem sonra, üç nesil, buraları avuçlarının içi gibi bilirdi.

Uzun mu uzun bir seferden sonra, sıkı pazarlığın ardından, katırlarına benzini mazotu yüklediler, düştüler yola.

Öyle ya, benzine yarım kuruş zam yapınca hayatı felç eden petrol şirketi sahibi değillerdi. Darbe heveslisi medya patronu akrabaları da yoktu.

Şunun şurasında üç kuruşluk bir kazançtı, helalinden. Karlar üzerinde secdeye kapandılar; öğleyi, ikindiyi, akşamı kıldılar. Şükrettiler Yaradan’a. Hepsi Kur’an bilirdi. Namazları Arapça, duaları Kürtçe’ydi.

Nasıl da acıkmışlardı! Anaları… bacıları… karıları… neler hazırlamıştı kim bilir?

Sadece gözleri görünen kıllı papak, kat kat kazak, kalın mı kalın eldiven, giyile giyile kazık gibi olmuş yün çorap, hususi yırtmaya kalksan başaramayacağın bot içinde buzdan bir heykeli andırıyorlardı.

Acı acı esen rüzgar gözlerini kızartıyor, kar’ı yerden kaldırıyor, kar tozu savruluyor, ortalığı birbirine katıyordu.

O anda hareketsiz kalakalıyorlar, fırtınanın dinmesini bekliyorlardı.

Derken ruha dinginlik veren bir sessizlik çöktü etrafa.

Yaklaşmışlardı. Saatler sonra kanatlı kapılar ardına kadar açılacak, avluda bidonlar indirilecek, sabır yüzlü kadınlar kızlar sofrayı kuracaklar; sekiz on el, tahta kaşıklarla tarhana çorbasına uzanacaktı.

Buralar zor yerlerdi. Kasım oldu mu yol bucak kapanır; çer çocuk bebe becik hastalanmaya görsün, doktora zor yetişir; en acısı da, şehre tam yaklaşmışken Firdevs’e kavuşurlardı.

Sessizliği bozan namert bir gürültü koptu. Daha önce duyarlardı bu soysuz sesi, ama bu sefer önü arkası kesilmiyordu.

Vatikan’ın palyaçosu haçlı subayı pilotlar, yürüyen her canlıya ateş ediyorlar; 37 Dersim’in nefret saçan Sabiha’sı, 15 Temmuz kahpe darbenin Kerime’si gibi kan içiyorlardı.

Zevk için keyf için tatmin için cana kasteden düşmandı, onlar. Göktekiler yerdekilere acımıyorlardı. On iki on üç on dört on beşindeki Yusuf yüzlüler toprağa düştükçe, babaları amcaları dayıları kendi acılarını unutup imdada koşuyorlardı.

Gecenin karanlığında göz gözü görmüyordu.

Beş on dakika geçti geçmedi, cinayet silahları sustu. Ciğeri parçalanan, böbrekleri fırlayan, kafası gözü tanınmayacak haldeki otuz dört beden, bembeyaz karlar üstünde kıpkızıl bir destan kahramanı gibiydiler.

Köylülerin yüreğine bir acı düştü. Gelmeleri gerekiyordu. Ama ne gelen vardı, ne giden.

Kötü giden bir şeyler vardı, besbelli. Kızaklara bindiler, ulaştılar sonunda.

Gördükleri korkunçtu. Sabırla ve acıyla imtihan ediliyorlardı.

Feryad ı figan arşı alaya yükseliyordu. Her bir ağıt bir hayat hikayesiydi. Binler oldular, bir anda. Katırlardan benzinler indirilip cansız bedenler bağlandı sıkı sıkı.

Sabah oldu, ahirette tanıklık edecek kan izlerinin rengi solmuştu. Acının tek tanığı onlardı.

Rahledeki Kur’an şahitti, haram lokma geçmemişti boğazlarından. Roboski, insanlığın sınavıydı; kimi zulme çanak tuttu; kimi isyan etti, kalleş hücuma.

Roboski, müsterih ol; sen kazandın

Asırlık inkar kaybetti!

 

Bu yazı toplam 2368 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum