Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Kot işçisi ölüyor, farkında mısın?

Sen ‘granit taş/kum tozu/kedi kumu’ dersin, o ‘selika’ der.

Altın kadar değerlidir. ‘Bir gramı boşa gitmesin’ diye kapılar pencereler sıkı sıkı kapatılır.

 

Olur ya, zerrecikler havaya karışırsa bir daha dönmez. Sermayeyi kediye vermemeli tabi ki(!)

 

Slikozis’e yakalanan emekçi, artık iflah olmaz bir yola girmiştir. Ciğerleri kömür karasına dönmüş, kalbi iflas etmiş, yaşayan ölüye benzemiştir.

 

Vaktiyle Kuş Gribi, Deli Dana, Kırım Kongo Kanamalı Kene hastalıkları bilinmezdi. “Köyümüze kıran düştü” derlerdi.

 

Adı konulmamış, teşhisi yapılmamış hastalıktan insanlar toprağa girer;

 

Hele buna bir de nazar/bela/pis nefes zannıyla otantik/fantastik/metafizik bir boyut eklendi mi, işin içinden çıkılmaz hale gelirdi.

 

Slikozis, iki bin beş’te tespit edildi.

 

Ama ne var ki, elli , yüz binlerce kot emekçisi, ‘Sen taşlanmış, beyazlanmış, aklanmış paklanmış, eskitilmiş kot giy’ diye

 

Ya canından oluyor, yirmi iki, yirmi üç yaşlarında hayata veda ediyor,

 

Ya da genç yaşta hayattan elini eteğini çekiyor.

 

Sadece Bingöl’ün Karlıova ilçesinin Taşlıçay köyünde üç yüz genç, bu hastalığa yakalandı, çoğu öldü.

 

Kalanlarsa veremle mücadele ediyor, diyalize bağlı yaşıyor, yataktan çıkamıyor.

 

Hayat onlar için çoktan bitti. Ne neşe kaldı, ne heyecan, ne de aile huzuru… Duvardaki siyah beyaz resimden başka, geçmişi hatırlatan bir şey yok artık.

 

……….

 

Koruculuk, hayvancılığa sekte vurunca çaresiz kalan gençler, bilmedikleri bir memlekette, bekar evlerinde kalıyor, sigortasız çalışmak zorunda bırakılıyorlardı.

 

“İşine gelirse! Kapının önünde üç kuruş için bekleyen binler var. İstersen yevmiyeni vereyim, sırtına pul yapıştırıp göndereyim memleketine!” namertçe bir tehditti.

 

Atölye, sadece kazanca odaklıydı. İnsan=sermaye: Sınırsız limitsiz zenginlik!

 

Burada çalışan insandı, ama insan hesaba katılmamıştı. Kapitalizmin feodalizmden farkı, biri şehirli, diğeri köylü olmasıydı.

 

Denize düşen yılana sarılır, böyle bir şeydi. Maraba olmaktan kurtulan gençler, daha büyük bir felaketle karşı karşıyaydı.

 

Hiç olmazsa köylerinde açık hava, temiz su vardı. Şimdi ikisinden de mahrumdular. Sanki temerküz kampında kürek cezasına çarptırılmışlardı.

 

On saat zehir soluyan, toz yutan emekçiler, üç beş gün sonra önce öksürükle, sonra nefes darlığıyla, bilahare yürüme güçlüğüyle karşılaşıyorlar; işe gitmedikleri saatler, sorgusuz sualsiz yevmiyeden kesiliyordu.

 

Gurbet elde ölen olursa, imece usulü cenaze masrafı ayarlanıyor, bir minibüsün bagajında yüzlerce kilometre öteye, köy mezarlığına götürülüyordu.

 

Kimi evli, ekmek parası götürecek; kimi nişanlı, ev bark düzecek; kimi bekar, başlık parası ayarlayacaktı.

………………

 

Denetimi yok mu bunun?

 

Güzel soru. Olmaz olur mu? Var tabi ki.

 

Denetçi,  teftişe geleceği zaman, atölye sahibinden araba istiyor, sonunda geliyor; pis kokuları teneffüs etmemek için civar bir yerde belgeler dolduruluyor, temiz raporu(!) hazırlanıyor, gidiyor.

 

Eğer biraz titizlik gösterirse, “Müfettiş bey, madem öyle kapatalım gitsin, hem bunlara sigorta yaparsam maaşı nerden vereceğim?

 

Devlet zaten Yeşil Kart’a bağlamış. Sigortayı ne yapsınlar?” zihin kirliliğiyle beyni allak bullak oluyor.

 

“Sade biz değiliz ki bu yöntemi kullanan! Maden, tünel,  yol yapımı, seramik, cam işçileri de aynı tozu yutuyor; devlet değil misiniz, önlem alın!” yüzsüzlüğün aymazlığın arsızlığın kepazeliğin daniskasıydı.

 

“Kendiniz için istemediğinizi başkası için de istemeyin!” Peygamber Buyruğu’nu baş tacı etmiş bir insanın yapması gereken ilk şey, kimseden bir şey beklemeden, robot kıyafetleri bulup alıp giydirmekti.

 

Velev ki kanun, yasa, denetleme olmasın. Hayvana reva görülmeyecek bir ortamda, saatler geçirmeye zorlamak, ölüme sebebiyet vermekti, düpedüz cinayetti.

 

Holokost’tu bunun adı. Orada cayır cayır yanıyorlar, burada ise nefesleri buhar oluyor, ciğerleri köze dönüyordu.

 

Bir şey yapmalı!

 

Soma için “Yaşam Odası çok pahalı!” diyen etkili ve yetkiliye, gazeteci “Senin oğlun yeğenin olsa üçü beşi hesaba katar mıydın?” demek istemiş, diyememişti.

 

O gün bunlar denseydi, bugün bir hayatı daha kurtarabilirdik.

 

Kıyıya vurmuş sayısız denizanasından birini denize göndermek, onun için çok şey ifade ederdi.

 

 

 

Bu yazı toplam 2204 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.