İNSAN ÖLMEK İÇİN Mİ DOĞAR?

       Bizler hiç ölmeyecekmişiz gibi sarıldık bu dünyaya. Bir gün bu dünyadan ayrılacağımızı hiç düşünmedik. Daha doğrusu aklımıza dahi getirmedik ölümü. Her geçen gün bu dünyaya daha da ayrı bir muhabbetle bağlandık. Nefsimiz ne istediyse bedenimiz hep yerine getirdi. Lakin saçlarımız ağardı, tenimiz kırıştı, belimiz büküldü, gözlerimiz o keskin bakışla uzun mesafeleri görürken artık önümüzü dahi göremez olduk. Kimisi hırsları ve kinleri yüzünden bu dünyayı cehenneme çevirdi, Kimisi yaratanı bilmek ve onu bulmak maksadıyla dünyasını cennete çevirerek ebedi hayatın kapılarını araladı.

Kısada olsa amacım ölümün yok olmak manasında olmadığını, aksine varoluştaki başlangıcı, ebedi hayata geçiş kapısını aralamak olduğunu, yüce yaratana kavuşmaktan önce bu fani dünyada Mevla’yı bilmek, bulmak ve onun sonsuz rahmet denizlerindeki nimetlerden istifade etmek olduğunu sohbet ortamında insan hayatın geçmiş ve geleceğine şöyle bir bakmaktır.

Peki, ölümsüz olmak için ne yapmak gerekir?: Yıllar önce kalp ameliyatı olan bir bayanın anılarını hiç unutmadım. Kalp ameliyatı olan bir bayanın kalbinin yerine plastik bir kalp takılıp makineye bağlayarak uzun bir süre hayatını idame ettirmişti. Kadın yoğun bakımdan odasına geçtiğinde, kendisini ziyarete gelen dostlarına şu ifadeleri kullandı. Hayatımda yaşadığım sevinçler, üzüntüler, duygular bir an olsun gözümün önünden geçti. Bu yaşadıklarımı daha önce vücudumun etten bir parçası olan kalbimde yaşar zannederdim. Kalbimin çıkartılıp başka bir kalp takılınca baktım ki aynı hisleri yine yaşıyorum.  Anladım ki bu hisler et olan bedenle değil ruh olan o yüce maneviyatımızda gönül adresinde yaşıyormuşum da haberim yokmuş. 

Allah Zülcelâl Hazretlerine yakın olabilmek için her şeyden önce yeryüzünde yaratılanların en mükemmelini bulmamız gerekir. Cengiz Numanoğlu beyefendi’nin Natı şerifinde geçen “Arş'ın kubbelerine, adı nurla yazılan, İsmi; semada ''Ahmet'', yerde'' Muhammed'' olan, Yedi katlı göklerde, Hak Cemali’ni bulan, Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed” Mustafa (s.a.v) den başkası değildir. Bu mükemmel insan.

İnsanoğlunun nefsi yaratılış itibariyle; zevk ve sefa içinde bir hayat sürmek ister. Sonunu hiç düşünmek istemez. Kuran’ı Azimüşşan’da Allah Zülcelâl Hazretleri şöyle buyurur; “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”(Enam; 32 ayet) Ama kul bunu unutur ve dünyaya hayatının hülyasına dalar gider. “Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez, ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil... ! der aşıklar sultanı Yunus Emre Hazretleri. Özgürlüğün ne olduğunu bilmesek, ölüm insana ne zor bir acıdır. Ruh bedene yapışırda, ondan ayrılmak istemezse işimiz o zaman zordur. Hâlbuki ten denen etimiz kabire bırakıldığında, ruh dışarı çıkar ve ebedi hayata yani hürriyetine kavuşur.

Bedende bulunduğu yerde çürür gider. Yani Topraktan geldik toprağa gideriz beyitinde olduğu gibi. Hazreti Mevlana Celalettin Rumi Hazretleri bu gerçeklerin farkına vardığında “Öldüğüm günü doğum günüm kabul edin” diyerek kendi yolunda yürüyen insanların kalplerine su serpmiştir. Rabbim bizlere de böyle güzel doğum günleri nasip eylesin inşallah.

Edepli olmak çok büyük bir nimettir. Asla kimsenin hakkında ön yargılı ve art niyetli olmamak lazım. Kimseyi imtihan etmeyelim ki imtihan olmayalım. İyi niyetli olup açık aramayalım, Kimseyi hakir görmeyelim. İnsanları samimiyetle karşılayıp samimiyetle uğurlayalım. Hayatta yaşadığımız olayları iyi tarafından yorumlayıp insanları bölen değil birleştiren olalım inşallah.

Gelelim asıl konumuza; Ruh, nefis, beden üçlüsünün tamamı insan olmanın sırrını gerektirir. Allah Zülcelâl Hazretleri “Bilinmeyi murat ettim, nurumdan Muhammed’i yarattım. Muhammed’in nurundan da insanı yarattım” diye bir hadisi kutside buyuruyor. Allah neden bilinmeyi murat ettiğini sahip olduğumuz akılla bilemiyoruz. İnsan olarak ancak bilinmesi gerektiği kadarını bilebiliyoruz. Muhammed’in nurundan yaratılan insanoğlunun ruh’udur. Bu yüzdendir ki Ruh temiz ve paktır. Ruh’un görevi de Galu belada Rabbimize verdiğimiz sözü yerine getirmektir.

Nefis ise kâfirdir. Yemeyi içmeyi zevki sefayı çok sever. Dünyanın hülyası onun için yaratılmıştır. İnsan ruhunu Allah Zülcelâl Hazretlerine itaat etmemesi için elinden gelen her türlü gayreti sarf eder.

Beden ise; ruh’un ve nefsin hangisi daha üstünse onun isteklerini yerine getirerek bir ömür tüketir onların yolunda. Görevini tamamlayınca da toprak altında çürür ve toprak olur gider.Kur’anı Azümüşşanda nefis terbiyesiyle ilgili yani “SEYRİ SÜLÜk” la alakalı konular geçmektedir.

Ölümsüzlüğü bulabilmek için SEYRİ SÜLÜk yolundaki makam ve mertebelere şöyle bir bakalım.

Nefsin istedikleri; Şöhret, beğenilme, gurur, kibir, haset, kin, nefret gibi duyguların negatif olarak bulunduğu makam Nefs-i Emmare’ dir (Kötülüğü emreden nefistir)

İnsanın ruhu Nefs-i Emmare ile mücadeleye yavaş yavaş başlar ve üzerindeki tüm kötülükleri atar. Artık nefsini kendine uydurmaya başlamıştır. Bu makam Nefs-i Levvamedir. Kendisini kınayan, hesaba çeken makamdır. İnsanın hayatında negatif olarak yaşadıklarını pozitife çevirme şeklidir. Bu makamdan sonra kulun kalbine ilahi ilhamlar gelmeye başlar. Nefs-i Mülhime makamı ise müminlerden âlim olanların nefsidir. Aslında kulun kalp gözü de bu makamda açılmaya başlamıştır. Levhi Mahfuzda yazılı olan ilimler yani tecelli yat kulun kalbinin üzerindeki perdenin kalkmaya başlamasından dolayı, yavaş yavaş kişinin gönül duvarına nakş edilir.

Kişi Hakka ve Hakkın yarattığı yeryüzündeki tüm varlıklara karşı ayrı bir muhabbet duymaya başlar. Hikmet ve Muhabbet ilimlerindeki incelikleri bu makamda öğrenmeye başlar. Hani âşık Yunus der ya “Yaratılanı severiz, yaratandan dolayı” bu sözde Yunus Emre’nin bu makamlarda kalp gözünün açıldığından dolayı söylediği muhabbetli sözlerden birisidir.  Bu makamda muhakkak bir öğretmen, öğretici yani yolun ustası şarttır. Zira kalbe gelen ilhamların ilahi bir ilhammı, yoksa şeytani bir ilhammı olduğunu anlayabilmek için yolun ustasından ders almak önemlidir. Sen senin olmazsan tüm dertler biter,Varını yoğunu mürşidine ver,Ustanın elinde kütük ol yeter,  Teslim olan zarar etmez kurbanım….  diyen Serdar TUNCER beyefendinin yazmış olduğu satırlarda gizlidir.

İnsanın huzur bulup her şeyden tatmin olduğu makam ise Nefs-i Mutmain makamıdır. Arkasından gelen makam ise Nefs-i Raziye’dir. Yani Rabbinden gelen her şeye rıza göstermek anlamındadır. Hemen arkasından ise Nefs-i Marziye, kendisinden hoşnut olunan makam gelmektedir. Nefs-i Safiye yani saflık makamı dediğimiz bu makam ve mertebe peygamberlik mertebesidir. Bu makamdan bahsetmek ede ben bile doğru değildir.

Bu makamda bütün vücut, akıl, ruh, nefis hep nur olur. Onun için Efendimiz (s.a.v.) gölgesi olmamıştır. Adem aleyhisselâm bu nur sayesinde bütün eşyayı bildi. Her çocuğuyla ayrı lisan ile konuştu. Melekler ise eşyayı bilemediler de, acizliklerini itiraf ettiler. Cenabı-ı Hakk’ dan, dileğimiz  bu hazinelerden bazılarını bizlere tattırmayı nasip etsin inşallah.

Sözün kısası, ölmek için dogmayı değil, ebedi hayata geçiş için doğanlardan olmayı nasip eylesin Rabbim. Bu sırlı makamların sırrına erişerek “Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifindeki hikmetleri de kalbimize nakş etmeyi nasip eylesin alemleri muhabbet üzerine yaratan yüce Mevla’m.

Ne diyelim, bu yolda gayret bizden yardım Yüceler Yücesinden….

 

Bu yazı toplam 2816 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar