Frankenstein'la Besleniyoruz

Frankenstein'la Besleniyoruz

GDO, Türkçe açılımıyla -Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar- Türkiye'de yeterince masaya yatırılmayan, enine boyuna ve derinlemesine tartışılmayan bir mesele

GDO'lar nelerdir, gündelik hayatımıza nasıl girmektedirler, bunları nerelerden hangi yollarla bilerek ya da bilmeyerek nasıl satın alıyoruz ? Bunlar halk sağlığı konusunda masumlar mı yoksa henüz görünmeyen etkileri olacak mı? Bugün bütün dünyada tartışılan GDO'ların kullanımı için üreticiler ve tüketiciler olarak nasıl bir yol izlemeliyiz?

Bütün bu soruları yanıtlayabilmek için en başta kamuoyunda kullanılan tabiri düzelterek giriş yapmakta yarar var. Kamuoyunda şöyle bir ifade kullanılıyor, "Türk tarımında GDO'nun kullanımı" . Hayır, bu ifadenin kullanımı doğru değildir. Bu ifade "Türk tarımında GDO'lu tohumla üretim" şeklinde değiştirilmelidir. Bu ifadenin kullanımının düzeltilmesi aslında atmamız gereken ikinci adımdır çünkü ilk adım bu tür ürünlerin üretiminin yapılabilmesi için GDO'lu tohumun üretilmesidir. Sonraki adım, üretilen bu tohumlarla Türk çiftçileri tarafından ekim yapılması ve ürün elde edilmesi olacaktır. Bu durumda şu an zaten tükettiklerimizi ithal etmemize gerek kalmayacaktır.

Maalesef, şu an ülkemizde kullanılan GDO'lu ürünlerin üretimi de yabancılar tarafından gerçekleştirilmektedir.

Çünkü biz bilimsel ilerleme anlamında hazırcıyız, yavaşız, bilime ve teknolojiye yeterince yatırım yapmıyoruz. Deneye, araştırma ve geliştirmeye bütçe ayırmayı nedense gereksiz buluyoruz. Sanayinin ve tarımın ihtiyaçları ile üniversitelerin akademik birikimini bir araya getirmekte zorlanıyoruz. Halbuki, Batı dünyası ile aramızdaki 300 yıllık farkın nedeni tam da bunlar; ama biz yine de gereğini yapmamakta ısrar ediyoruz. Örneğin İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan'a baktığımızda 1980'e kadar bu ülkelere oranla GSMH'miz daha fazla olmasına rağmen bugün bu ülkeler bizim önümüze geçmiş durumdalar.

Yukarıdaki bahsettiğimiz global gerçeklerin ışığında GDO'lu ürünlere Türk çiftçisinin gözünden bakmaya çalıştığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: İspanya, şu anda GDO'lu tohum ekiyor ve kullanıyor çünkü en az 15-20 yıldır AB ile uyumlu biyogüvenlik mevzuatını oluşturmuş ve bu mevzuat sayesinde üretim yapabiliyor. Biz on yıldan beri biyogüvenlik mevzuatını oluşturamamışız. Biz ülke olarak bir taraftan GDO'lu tohum üretimini yasaklamışız diğer taraftan tonlarca GDO'lu mısırı, soyayı, pamuğu (yağlık ve yemlik pamuk çekirdeğini), kanolayı ithal ediyoruz. Böyle bir durum karşısında bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demeden edemiyoruz. Hal böyle olunca o zaman Türk çiftçisi, sanayicisi ABD; İspanya, Hindistan, Çin, Arjantin, Brezilya dahil en az 25 ülkenin çiftçilerine neden mahkûm ediliyor diye sormak zorunda hissediyoruz kendimizi. GDO kullanımı mevzuatımıza uygun olmadığı için veya sağlık açısından doğuracağı riskler henüz belirsiz olduğu için yasaklanıyorsa, o zaman bu ürünlerin ithalatını da durdurmalıyız. Yok eğer kullanımında bir sakınca yoksa ve örneğin zirai ilaç kullanımını yüzde 40'a varan oranlarda azaltıyorsa, tarımda verimliliği arttırıyorsa, tarım zararlarına karşı avantaj sağlıyor ve doğanın kimyasallarla kirletilmesinin bir oranda önüne geçebiliyorsa, o zaman bunları dışarıdan alacağımıza üretimlerini kendi çiftçimiz tarafından Türkiye'de gerçekleştirmeli ve Türk çiftçisini mağdur etmemeliyiz.

Fakat, bu konuya bir de toplum sağlığı ve doğanın dengesinin korunması açısından bakmamız gerekiyor: GDO'lu tohumlar mısır, pamuk, pamuk çekirdeği, soya, kanola gibi birçok ürünün yetiştirilmesinde kullanılıyor ve hayatımıza A'dan Z'ye giriyorsa ki giriyor. Bütün bu ürünleri ithal ediyoruz ama hayatımıza etkilerinin boyutlarını tam olarak bilemiyoruz. Çünkü bu ürünlerin kullanımı henüz çok kısa bir geçmişe dayanıyor. Sağlığımızın üzerindeki ve doğanın dengesi üzerindeki etkilerini bundan bir 10 yıl sonra çok daha net olarak görebileceğiz. Bu ürünlerin doğrudan kullanımının yanı sıra aynı zamanda bu tarım ürünlerinden üretilen yağların, glikozların kullanımı veya yine bunlardan elde edilen havyan yemleri ile beslenen hayvanlardan üretilen et ve süt ürünlerinin tüketimi dolayısı ile de sağlığımızı bire bir etkiliyor olması madalyonun görülmeyen diğer tarafı. Ayrıca tüketici haklan açısından da bakıldığında, satın aldığımız ürünlerin hangilerinin GDO olduğunu hangilerinin olmadığını bilmemizin pek bir yolu gözükmüyor çünkü üzerlerindeki etikette ya da ambalajlarda ya böyle bir ibare hiç yer almıyor ya da okunamayacak kadar küçük olarak yer alıyor.

Bunları da göz önüne alınca ve doğanın dengesini de bozduğumuz düşünülünce, GDO'ların toplum sağlığına etkisinin ne büyük boyutlarda olabileceğini hatta genetiği değiştirilmiş bu ürünlerin bizim de genetik mutasyonumuza neden olup olmayacağını düşünmeden edemiyoruz şimdilik.

Dolayısı ile GDO'lu ürünlerin üretimi ve ithalatı ile ilgili olarak en kısa zamanda milli bir politika belirlenmesi gerekiyor. Böylece hem Türk çiftçisi haksız rekabete kurban edilmemiş olacak hem de GDO'lu ürünlerin kullanımından doğan ve henüz etkilerini net olarak bilmediğimiz ama yakın zamanda kendini gösterebilecek olan sağlık riskleri önlenebilecek ya da bu süre zarfında GDO'lar üzerindeki şüphe kalkacaktır. Yeter ki bilimin önünü açıp yeterli katkıyı sağlayalım. Zaten biz de bu yazıyı hazırlarken olaya kendi ölçeğimizde bir bakış açısı getirmeye çalıştık, aslında bu konudaki son söz tabi ki genetik, kimya gibi dallarda uzmanlaşmış bilim adamlarına düşer. Biz de bu konuda haddimizi aştıysak özür dileriz, biliriz ki bilimsiz yolun sonu karanlıktır.

Türkiye"de en çok kullanılan transgenik ürünler...

Soya: Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık geni ve yağ kalitesini artıran genler.
Mısır: Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık geni, erkısırlık.
Pamuk: Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık geni.
Patates: Zararlı böceklere ve virüslere dayanıklılık geni.
Kanola: Böceklere, yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık ve yağ kalitesini artıran genler.
Domates: Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık geni.
Papaya: Virüse dayanıklılık geni.
Şeker pancarı: Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık geni. Raf ömrü uzunluğunu artırıcı gen ve tuzluluğa dayanıklılık geni.
Yazlık kabak: Virüse dayanıklılık geni.

Cumhuriyet/Kenthaber

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.