ÇUDEF’DEN “YOKSULLARLA DAYANIŞMA HAFTASI” ETKİNLİKLERİ...

ÇUDEF’DEN “YOKSULLARLA DAYANIŞMA HAFTASI” ETKİNLİKLERİ...

Çubuk Dernekler Federasyonu (ÇUDEF) ile Yoksullarla Dayanışma ve Eğitim Vakfı (YOYAV) Koordinatörlüğü’nde "24. Yoksullarla Dayanışma Haftası" etkinlikleri Çubuk Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde gerçekleşti..

   Şuayip YAMAN

Çubuk Dernekler Federasyonu (ÇUDEF) ile ve Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı (YOYAV) koordinatörlüğünde gerçekleştirilen  ”24. Yoksullarla Dayanışma Haftası” etkinlikleri kapsamında düzenlenen programda ‘Milli Birlik ve Beraberlikte Yardımlaşmanın Yeri’ konulu konferans ile Tasavvuf Müziği Konseri soluksuz izlendi.

 

Sunuculuğunu Murat Kaya’nın yaptığı program, Merkez Camii Kebir İmamı Mustafa Güler’in Kuran Tilaveti ile başladı.

 

Çubuk Dernekler Federasyonu (ÇUDEF) Genel Başkanı Recep Taş günün anlam ve önemini ifade eden konuşmasında; “Yoksullar için 4 yıldır çeşitli programlar ve çeşitli etkinlikler düzenliyoruz.

Bu yılki etkinliğin ana teması ‘Milli Birlik ve Beraberlikte Yardımlaşmanın Yeri’... 

Milli birlik ve beraberlik olmazsa yardımlaşma da çok önemli olmayacaktır.

İçinden geçtiğimiz süreç zor bir süreç.. Dört mevsimini cennet ülkede bize yakışmayan olayları yaşıyoruz. Çevremizde öyle yaralı olaylar var ki; Emperyalist ülkeler silahla yıkamadıkları ülkemizi, İslam aleyhine propagandalar yaparak bizleri parçalamaya ve bölmeye çalışıyorlar.

Böyle bir durumda bile bu yüreği büyük millet başkasının yarasını sarmak için seferber oluyor.

İslam ülkeleri yerlerde sürünürken 40 yıllık terör vahşeti de yetmezmiş gibi emperyalizmin kucağındaki menfaat çeteleri ve hainlerde ne hazindir ki, Türkiye’yi Halep’e çevirmek istiyorlar.

Bu yüzden bu tür şer odaklarının oyunların gelmeyeceğiz.

 Ama temayı “Milli Birlik ve Beraberlik” olarak tespit ettik.

 “Bölünürsek yok oluruz, bölüşürsek çok oluruz” sloganı ile emperyalizme karşı tek vücut olarak durduğumuzda hem ülkemize ve hem de çevremize ilaç oluruz. 

Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve beraberlik içerisinde ayakta durduğu sürece tüm mazlumlara yetişebileceği kudrete sahip olacaktır. Bizler gerçekten olması gerekeni hakkıyla bölüşürsek, çok oluruz, bölünürsek yok oluruz. İçimizde ki ve dışımızda ki bütün hinlere karşı, emperyalist devletlere karşı ayakta durduğumuz takdirde, bu yüce Türk Milleti Allah’ın izniyle çevremizde ki tüm kardeşlerimizin de yarasını saracaktır. Ayrıca kendi yaralarımızın da merhemi olacaktır’’ dedi.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ünal, ‘Milli Birlik ve Beraberlikte Yardımlaşmanın Yeri’ konulu konferans da ‘infak’ ile ilgili olarak yaptığı konuşma da; “Peygamberimiz, “insanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır” buyurmuşlardır.

Bu ifadeyi zahiri anlamıyla düşündüğümüzde açıkça anlaşılıyor ki; İnsanlara faydalı  olmak, onların yiyecek, içecek, giyecek gibi temel ihtiyaçlarındaki sorunlarını çözebilmek, sıkıntılarına çare olabilmektir.

Fakirler için deve kesen insanlardan bahsedildiği dönemde, Ebu Lehep gibiler de yanlarına gelenlere yardım etmemiştir.

Kuran, Ebu Leheb gibi kişilerden bahsediyor...

Ebu Leheb, nur hanesine yakın bir yerde neşet etmesine rağmen o nurdan istifade edemeyen talihsiz ve bir o kadar da inat bir insandır. Esas adı Abdüluzza'dır.

Surenin meali kısaca şöyledir: "Elleri kurusun Ebu Leheb' in ve kurudu da. Ne malı ne de kazandıkları hiçbir işe yaramadı. Alevli bir ateşe gidip yaslanacak. Karısı da. Hem boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde."

O iradesini hep kötüye kullandı. Allah Resulünün geçeceği yollara dikenler serpti ve Kâbe'ye giden yollarda ateşler yaktı. Tabii, cezası da amelinin cinsinden olacak ve gidip ateşe yaslanacaktır.

Zaten ona, ateşin babası manasına gelen "Ebu Lehep" ismiyle hitap edilmektedir. İslâm dininin ilâve yücelmesi uğruna verilen mücadelenin karşısına dikilen bu adam, bütün hayatı boyunca oyun ve düzenler kuracaktır.

Ve kurdu da. Ama yaptığı her şey -akim kaldı. Beni Umeyye' nin bütün serveti ona akmasına ve Ümmü Cemîl denen karısı da çok zengin olmasına rağmen bütün kazandıklarının ona zerre kadar faydası olmadı. Evlatları da onu kurtaramadı. Hâlbuki o onlarla çok övünürdü...

Bedir'e iştirak edememişti. Bedir'de Müslümanların zaferi Mekke'ye ulaşınca, sinir krizleri geçirmeye başladı. Gelen haberci, hiç beklenmedik bir hâdiseden, Müslümanlara yardım eden sarıklı askerlerden bahsediyordu.

O güne kadar imanını gizlemiş olan Ebu Rafi de denilenleri dinleyenler arasındaydı. Bu sözü duyunca dayanamadı ve "Vallahi bunlar melekler" dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb çıldıracak hale geldi ve Ebu Rafi'nin üzerine yürüyerek onu ayaklarının altına aldı ve çiğnemeye başladı. Ebu Rafi, Hz. Abbas'ın kölesiydi.

Hz.Abbas'ın hanımı Ümmü Fadıl, koşarak geldi ve Ebu Leheb’ in başına elindeki sopayı indiriverdi. "Efendisi yok diye bir köleyi dövüyorsun değil mi?" dedi.

Ebu Lehep kardeşinin karısına seslenmedi. Başından akan kanla evine gitti ve bir daha dışarıya çıkamadı. Bu darbenin tesiri veya başka bir sebeple "Adese" denilen bir hastalığa yakalanmıştı. Ve o gün, bu hastalık vebadan daha tehlikeli kabul ediliyordu.

Malı vardı, evlatları vardı; fakat hiçbirinin Ebû Leheb'e faydası olmuyordu. Yedi gün kıvrandı durdu. Tek başına kaldı. Öldüğü zaman başucunda kimsecikler yoktu. Ölüsünü almaya dahi giren olmuyordu. Nihayet utandılar.

Çölden bir kaç bedevî tuttular ve kokuşmuş cesedi bir çukura atarak üzerine taş yığdılar.

Peygambere (s.a.v) bu kadar yakın olmasına rağmen hem o nurdan istifade edememiş olması bir yana en azılı düşman kesilmişti. Onun içindir ki hem dünya da hem de ukbada ( Ahret, Öbür dünya; baki olan âlem) onu çetin bir ceza ve netice bekliyordu. Dünyadakiler oldu, şimdi o, öbür tarafta kendi hesabıyla baş başa...

Bunun için Maun süresi vahiy edilir. Yüce Allah, Maun süresinde;

1. Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı!

2, 3. İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.

4. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,

5. Onlar namazlarını ciddiye almazlar.

6. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.

7. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” Buyrulmuştur.

 

Karz-ı Hasen nedir?

 

İslam’da Karz-ı Hasen’den bahsedilir. Hatta bu adla bir dernek de kurulmuştur.

Karz-ı Hasen; Allah rızası için karşılıksız borç para vermektir.

Bazıları: “Farz olan zekâttır”; bazıları, “Mendüp olan infaktır”; bazıları da “Bunların hepsini içine alan umumi bir tabirdir” demişler. Muvafık olan da budur. (Hak Dini Kuran Dili C. 6, S. 5039)
 

(Mendüp: Sevilen, yapılması uygun olan, işlenmesi teşvik edilen iş. Dinen yapılması iyi sayılmakla birlikte yapılmamasında sakınca olmayan ve Resulullah (s.a.s)'ın bazen yapıp, bazen terk ettiği işler.)
 

 “Allahu Teala’ya, karşılığını kat kat artıracak bir karz-ı hasen de kim bulunabilir? Allah dilediğine çok, dilediğine az verir.” (Bakara, 245)

 “Allah’a kim karz-ı hasen takdim ederse, O da karşılığını ona kat kat verir. Ona cömertçe mükâfat vardır.” (Hadîd, 11)

* * *

*Ashâb-ı Kiramdan Ebû Dahdak (r.a):

– “Yâ-a Resulallah! Rabbime ödünç versem, cennete kefil olur musunuz?” dedi. 

Efendimiz:

– “Evet; hayır ehlinin yeri cennettir,” buyurdu.

Ebû Dahdak:

– “Hanımım Ümmü Dahdak’la, oğlum Dahdak da benimle olur mu?” dedi. 

Resûlüllah (s.a.v):

– “Evet,” buyurdu. Ebû Dahdak:

– “İki hurma bahçemden başka bir şeyim yok. İkisini de Rabb’ime verdim,” dedi.

Resûlüllah (s.a.v):

– “Biri ailene kalsın,” deyip birini kabul buyurdu. (Riyâzu’n- Nâsıhîîn, S. 307) 

Karz-ı Hasen vermenin sevabı

H:Ş (Hadisi Şerif): “Mîraç gecesi cennetin kapısında « Sadakanın sevabı on misli, ödünç vermenin sevabı on sekiz misli» diye yazılmış gördüm.” (Şir’atül İslâm S.186)

H.Ş.: “Bir Müslüman diğer Müslüman’a ödünç verince iki misli sadaka sevabı alır.”

Allahü Teâlâ, âyet-i celîlede, sadaka sevabının on misli olduğunu bildirdiği halde, ödünç vermenin sevabının kat kat olduğunu beyan buyurdu. (Bakara, 245)

Resûlüllah (s.a.v).:

“Cebrail’e «Karz-ı hasenin sevabı neden fazla» dedim. «Borcu muhtaç olmayan istemez, sadaka ise çok zaman ehil olmayana verilir» diye cevap verdi.”

 

Peygamberimiz, Tebük Seferi öncesi sahabeye, “Neyiniz varsa getirin” dedi. Hz. Ebubekir neyi varsa getirdi. Hz. Ömer malının yarısını getirdi.

 

Hicretin 9. yılında Hıristiyan Araplar, Rum Hükümdarı Heraklius’a, “Peygamberlik iddiasında bulunan adam öldü. Müslümanlar da kıtlık ve yokluk yılları geçiriyorlar. Eğer onları senin dinine katmak istiyorsan, şimdi tam sırası” diye mektup yazdılar.

 

Bunun üzerine 40 bin kişilik bir ordu Bizans tarafından silahlandırarak yola çıktı. Ordunun yola çıktığı haberi Hz. Peygambere (s.a.s) de ulaşmıştı.

 

Hz. Peygamber (s.a.s), Müslümanların savaşa hazırlanması için onları gayretlendiriyor, durumu müsait olanların orduya yiyecek ve binek yardımında bulunmasını istiyordu. Bunun üzerine hali vakti yerinde olan Müslümanlar, karşılığını Allah’tan bekleyerek mallarından getirmeye başladılar. Bu hususta tatlı bir yarış başlamıştı.

 

Hz. Ömer (r.a), bunu şöyle anlatıyor:

 

Ebubekir (r.a), beni daha önce geçmişse, ben de onu bugün geçerim” diye içinden geçirerek bağışlayacağım malımı getirip teslim ettim.  Hz. Peygamber (s.a.s),

 

-Ey Ömer! Ev halkına ne bıraktın?

-Sana getirdiğimin yarısını!

- Sonra Ebu Bekir (r.a) de gelip bağışını yaptı. Sanki onu herkesten gizler gibiydi. Resulallah’a (s.a.s) usulca verdi. Getirdiği 4 bin dirhem gümüştü. Hz. Peygamber (s.a.s), ona sordu:

- Ey Ebubekir! Sen ev halkına ne bıraktın?

-Onlara Allah (c.c) ve Resulünü bıraktım.

-Hz. Ömer ağlayarak:

-Anam, babam sana feda olsun Ey Ebubekir! Hayır yolunda hiçbir yarış yapmadık ki, sen beni geçmiş olmayasın. Artık anladım ki, hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim!

 

Hz. Ömer, “Hz Ebubekir ne getirdi?” Diye sorar. Tamamını getirdiğini öğrenince de “bir daha onu geçemem” demiştir.

 

Hz. Ömer hayatı boyunca, Hz. Ebubekir’i geçemedi.

 

***

 

Allah, yaptığınız hayrın karşılığını verir...

 

“...Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz zor ve çetin bir kıyamet gününden Rabbimizden korkarız.”

 

İbni Abbas şöyle nakleder:

Bir gün İmam Hasan ve İmam Hüseyin hastalanır. İmam Ali (a.s) iyileşmeleri halinde üç gün oruç adak eder. Derken imam Hasan ve İmam Hüseyin (as) iyileşirler; fakat yiyecek bir şeyleri yoktur. İmam Ali (a.s) Hayberli bir Yahudi olan Simon’dan borç olarak üç ölçek arpa unu alır.

 

Hz. Fatıma (s.a) bir ölçeği öğütür, ondan beş yuvarlak ekmek pişirir ve iftar etmek üzere önlerine koyar. Bu sırada kapıya bir fakir gelir:

 

“Esselamu aleykum ey Muhammed (s.a.v)’in Ehlibeyti! Ben fakir bir insanım, bana bir şeyler yedirin ki, Allah size cennet sofrasından yedirsin” der. Bunu üzerine su ve ekmekten başka yiyecek bulunmayan sofradan herkes iftarlık ekmeğini fakire verir, kendileri sadece su içerek iftar ve sahur ederler.

 

Ertesi gün tekrar oruç tutarlar; Hz. Fatıma (s.a) bir ölçeği daha öğütür. Akşam olunca önlerine ekmek ve su koyup iftar etmek için hazırlanırlar. Derken kapıya bir yetim gelir, yiyecek ister ve önlerindeki bütün yiyeceklerini yetime verirler.

 

Üçüncü gün bir esir gelip kendilerinden yiyecek ister ve bütün yiyeceklerini esire verirler.

 

Üç gün boyunca sadece su ile iftar ve sahur ederek oruç adaklarını yerine getirirler. Sabah olunca İmam Ali (a.s), İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) ‘ın ellerinden tutarak Resulallah (s.a.v)’in yanına giderler.   

 

Resulallah (s.a.v) onları açlığın şiddetinden titrer halde görünce “Sizi bu hale düşüren nedir?” der ve kalkıp onlarla birlikte Hz. Fatıma (s.a)’ın evine giderler. Hz. Resulallah, kızı Fatıma’yı mihrabında karnı sırtına yapışmış bir halde görür.

 

Resulallah (s.a.v) üzüntü ve mahzun haldeyken Cebrail gelir ve şöyle der, “Tut onu ya Muhammed, Allah sana Ehlibeyt’in hakkında güç verecektir..” Ardından Ehlibeyt’in cennetle müjdelendiği ‘İnsan Suresi’ni okur:           

 

“Onlar Allah sevgisiyle yemeği fakire, yetime ve esire verirler ve yedirdikleri kimselere şöyle derler: “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz zor ve çetin bir kıyamet gününden Rabbimizden korkarız.”

 

***

 

Kapıya gelen bir fakir için Hz. Ali oğlu Hasan’a “ Git yastığın altındaki altını getir” der.

Bunun üzerine Hz. Fatıma, “O bizim ekmek paramız” der.

 

Ama buna rağmen yine de fakire 6 dirhem verilmiştir.

 

 Hz. Ali 140 dirheme bir deve alır. Bahçeye bağlar. Bir müddet sonra deveye bir müşteri gelir.

Hz. Ali deveyi 200 dirheme satar.  Fakire 6 dirhem verip 60 dirhem kazanmıştır. Bunun meali Allah 1’e 10 vermiştir.

 

Çünkü Allah yaptığınız hayrın karşılığını verir. Ama bu karşılığı her zaman beklemeyin...

 

Her zaman “benim bir mağdurum olmalı” demeliyiz, onların yardımına koşmalıyız.

 

Bizim Nijerya’dan, Orta Asya’dan öğrencilerimiz var. Biz onlara kaynak ararken, öğrencilerimiz kendi sorunlarını aralarında halletmişler.

 

“Veren El” olmaya çalışmalıyız. Bunu yaparken bunun ahlaki bir ahlaki duruşu var. Başa kalkmayınız...

 

Kim Allah’a borç verirse (Allah fakir değil), kendisi için değil, fakirler, yoksullar için ister...

 

Allah din için yardım ister. Bunun üzerine Yahudiler Allah fakir, biz zenginiz dediler. 

 

  • Kişi borç verirken karşılık beklemeyecek (Karz-ı Hasen)..
  • Başa kalkmayacak.
  • İncitici olamayacak.

 

Sadakalarınızı başa kakarak, minnet ederek vermeyiniz.

 

Bizler infak ederken başa kalkmayacağız. Allah rızası için vereceğiz...

 

İbrahim suresi 30 ayet, Allah’ın yolundan saptırmak için O’na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir.”

 

Veren el, alan elden üstündür.

 

Bizler varlık içinde yokluğu devam ettiren bir <peygamberin ümmetiyiz.  İsteseydi Uhut Dağını altın olmasını dilerdi

 

Zekât malın kirdir. Fakire yoksula verildiğinde temizlenir.

 

Sahip olduğumuz her şey emanet. Size ne oluyor da infak etmiyorsunuz?

 

Sema vat Allah’ındır. Ahreti kazanmanın bu dünyada malla imtihan edildiğimizde bize düşenleri yapmalıyız.

 

Malın 40’ı cimrilerin infakıdır.

 

 Peygamberimizin eşlerinden biri de Zeynep Cahş’tır.

 

Peygamberimiz, “elleri uzun olan cennete gidecek” demiştir.

 

Güzelliği ve mağrurluğu ile ünlü Cahş kızı Zeynep,  Esdiye kabilesinden olup,

 

Abdülmuttalip’in kızı olan Hz. Muhammed’in halası Emine’nin kızıdır. 

 

Zeynep, çok cömert bir kadındı. Hz. Peygamber onun hem bu cömertliğine hem de ölümünden sonra kendisine ulaşacak ilk eşinin o olacağına işaret için, bir gün şöyle demişti: “Ölümüm ardından bana ilk ulaşacak olanınız, eli en uzun olanınızdır.”

Hz. Ayşe diyor ki: “Biz, Peygamber’in bu sözünü ilkin maddî anlamda değerlendirdik ve ellerimizin uzunluğunu ölçmeye başladık. Sonra anladık ki, bununla kastedilen, cömertliktir. Ve en cömerdimiz de Zeynep’tir.”

Zeynep Validemiz, 53 yaşında olduğu bir sırada, Hicret 20’de vefat eder. Vefatından kısa bir zaman önce, halife Ömer’in, beytülmalden kendisine gönderdiği büyük miktarda bir parayı, bir örtü üzerine yayarak anında dağıtır ve şöyle dua eder: Allah’ım! Beni Ömer’in yardımına  bir kere daha muhatap etmeden ruhumu teslim al.” Ve duası kabul olunur.

Zeynep anamız uzun elleri ile ip eğirir, örer ve satar, fakirlere yardım ederdi...

***

 

Bu ülke, büyük bir ülke.. İşte en son Halep’tekilere yardıma koşan bizim ülkemiz..

 

Göçmen kuşlar için bile yardıma koşan, tedbirler alan bir ecdadın evlatlarıyız.

 

Fakirlerin alması için, kimseye çaktırmadan taşın altına para koyan bir medeniyetten geliyoruz. Bizim de onların yolundan gidenlerden olmamızı Allah nasip etsin...

 

Yemek yapıp satarak öğrencilere burs veren kardeşlerimize şahit oldum.

 

Bir kardeşimiz, Keçiören’de 5 yoksul ve yetime hiç karşılık beklemeden ev aldı.

 

Yine 8 Suriyeli ailenin oturması için 8 dairenin alınmasına vesile olduk. O, 8 katlı apartmanı yaptıran kardeşimize sorduk, “Siz zengin misiniz?”

 

-Hayır, zengin değiliz kazancımızın 10/9’unu ‘infak’ ediyoruz, diye cevap verdiler...”

 

***

Tasavvuf Müziği Konser’inde, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Müziği Grubu sahne aldı.

 

 

 

Keman’da Furkan Babayiğit, Kanun’da Emin Bayram, Ney’de Mehmet Akbaş ve Ritm’ de Yasin Gökalp’ın sazları eşliğinde solistler Muhammed Sevinç ve Asım Akkuş ilahiler söyledi.

YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, “Programı izlerken Çubuk kelimesi dikkatimi çekti. Bana bir Arap şairin şiirini hatırlattı:

Yavrularım herhangi bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığınızda toplu halde olun...

Çubuk toplu halde olursa, onları bir ‘babayiğit’ dahi kıramaz. Çubuklar ayrı ayrı olursa kolay kolay kırılır.

Allah, bu milleti bir olursa kırdırmaz. Düşman bizi kırmak için saldırı program planı yapmaktadır. Tek yumruk, tek güç olalım ki; Düşmana kırılan değil, kıran olacağız İnşallah...

Allah tüm kadınlarımızı dili uzun değil, Zeynep Caşh anamız gibi elleri uzun eylesin. O yoksulların annesi idi.

Bu münasebetle kimin eli uzun olursa, Peygambere en yakın olacaktır.

Eli uzunlardan biride, Çubuk Eğitim Gönüllüleri Dernek Başkanı Hatice Erkan kardeşimizdir. O, Çubuk’taki hanımlara da örnek olur, İnşallah...

Vermekle ünlü olan ablamız, pek çok fakir çocuğun elinden tuttu.

Çubuk, Başkent Ankara’nın en güzel ve güzide ilçesi... Çeşitli meslek mensubu olan dernekler bir arada olmuştur.

ÇUDEF yönetici ve üyeleri Ankara’da örnek gösterilecek bir birliktelik sergiliyor. Tüm yurtta da aynı birliktelik gösterildiği takdirde bu ülkeyi hiçbir güç yıkamayacaktır.

 Çubuk’ta ben çok güzel bir birliktelik görüyorum. Yaklaşık 4 yıldır birlikte programlar düzenliyoruz. Toplumsal sorunlara çözüm bulmaya çalışıyoruz. Buradaki dayanışma tüm yurda, il ve ilçelere örnek olmasını diliyorum. Tüm üye derneklerimize gönülden kutluyorum.

4 yıldır YOYAV’ın organize ettiği ‘24. Yoksullara Yardım Haftası’ na olan katkılarını kutluyorum.

Hafta nedeniyle düzenledikleri etkinliklerde YOYAV olarak yaklaşık 800 bin yoksula yardım elini uzattık.

Bu birlikteliğin Cenneti Ala’da ve Huzuru Ala’da noktalanmasını Yüce Allah’tan diliyorum.”Dedi.

Program sonrası etkinliklerde emeği geçenlere protokol tarafından; Çubuk Belediye Başkanı Tuncay Acehan, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ünal, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Müziği Grubu sanatçıları;

Furkan Babayiğit, Emin Bayram, Mehmet Akbaş, Yasin Gökalp ve solistler Muhammed Sevinç ve Asım Akkuş’a, “İyilik Madalyası” ve plâket takdim edildi.

YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş öğrencilere burs olarak dağıtılması için, toplanan bir miktar parayı Çubuk Eğitim Gönüllüleri Dernek Başkanı Hatice Erkan'a teslim ederek, kendisine bir de “İyilik Madalyası”  takdim etti.

Program sonunda hatıra fotoğrafı çektirildi. 

yoyav-vert.jpgyoyav2-vert.jpgyoyav2-vert.jpg

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.