“BİR MİLLETİN DİRİLİŞİ” VE “ÇANAKKALE RUHU” KONFERANSI”

“BİR MİLLETİN DİRİLİŞİ” VE “ÇANAKKALE RUHU” KONFERANSI”

12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü’nün 98 Yıldönümü ve 18 Mart Çanakkale Zaferi/ Şehitler Günü vesilesiyle İlçe Müftülüğü tarafından Çubuk Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde Tarihçi Yazar Mustafa Turan' ın konuşmacı olarak katıldığı “Bir Mille

Şuayip YAMAN

12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü’nün 98 Yıldönümü ve 18 Mart Çanakkale Zaferi/ Şehitler Günü vesilesiyle İlçe Müftülüğü tarafından Çubuk Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde Tarihçi Yazar Mustafa Turan' ın konuşmacı olarak katıldığı “Bir Milletin Yeniden Dirilişi ve Çanakkale Ruhu” konulu bir konferans gerçekleşti.

 

Konferansa;  İlçe Kaymakamı Uğur SEZER, İlçe Emniyet Müdürü Hüseyin ÇAM, İlçe Müftüsü Tahsin YAZGAN, İlçe Nüfus Müdürü Hüseyin AYVACI, Mal Müdürü Zeki ÇOBAN, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Müdürü Alaaddin ALMIŞ, Çubuk Abidin Yılmaz Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Müdürü Emin TAMTÜRK ile birlikte çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Sunuculuğunu İlçe Vaizi Ferhat ATEŞ’in yaptığı konferansta; “Bir Milletin Yeniden Dirilişi” Adlı Konferansı ile “Çanakkale Ruhu” yeniden canlandırıldı…

 

Konferans saygı duruşu ve ardından İstiklal Marşı'nın okunması ile başladı.

 

Program Hasan Bostan Camii İmamı Harun KÜR tarafından okunan Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başladı. İmam Harun Kür, Bakara Suresi’nin 157 ve 257 ayetlerini okudu.

Bakara Suresi 157. Ayet’in meali: İşte rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”

Bakara Suresi 257. Ayet’in meali: “Allah iman edenlerin velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan  

 

Davetlileri selamlarken, programdan istifade edilmesi temennisinde bulunan İlçe Müftüsü ve Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) Çubuk Şube Başkanı Tahsin YAZGAN açılış konuşmasında, Mart ayı gündemimiz yoğun;

 

*  8 Mart Dünya Kadınlar Günü,

* 12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü,

* 18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma Günü,

* Ve arkasından “Yaşlılar Haftası” gibi...

 

Yüce Peygamberimiz, Küçüğünü sevmeyen, yaşlısına hürmet edemez buyurmuşlarıdır.

 İçinde bulunduğumuz ay üç ayların başlangıcıdır. Bu aylarda üç aylar duasını okumalıyız.

Üç Aylar Duası: “Allahümme barik lena fi Recebe ve Şaban ve belliğna Ramazan vahtim lena bil'iman ve yessir lena bil'Kur'an”
 

Meali: “Ey Rabbim! Bize Receb'i ve Şa'ban'ı mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır”
(İbn Hanbel, Müsned, 1/259)

 

Böylelikle Rabbim bizi Ramazan’a ulaştırır inşallah.

Cenabı Allah hayırlı günleri hayırlı işlere nasip etsin inşallah.

Çanakkale Savaşı, 250 bin vatan evladını Şehit verdiğimiz Dünya da eşi ve benzeri olmayan bir savaştır.

Tarihimiz epeyce uzun olduğundan tarih içerisindeki o güzelim levhaların bir kısmı görünmez hale gelmiştir. Ecdadımız o pasları, kirleri silerek pırıl pırıl hale getirmiştirler.

Bunlar içerisinde bir levha vardır ki, biz görmek istemesek bile kendini gösterir. Bu ‘Çanakkale Zaferi'dir. Bu zaferi cilalayan da İstiklal Marşımızdır. Bunlar bizim şeref levhamızdır.”

Cenabı Allah; Güzel ülkemize Milli birlik, dirlik ve beraberlik nasip etsin İnşallah...
 

Daha sonra kürsüye gelen ve Bayrak kokan ve Kuran kokan güzel Çubuğumuzun güzel insanlarını saygı ve sevgiyle selamlıyorum diyerek sözlerine başlayan Tarihçi Yazar Mustafa TURAN burada;  Çanakkale savaşının dünyada ayrı bir yeri olduğuna, Çanakkale de yaşanan olaylara, Türk Ordusunun manevi gücüne, Çanakkale ile ilgili yaptığı araştırmalardan sunumlar yaparak “Bir Milletin Yeniden Dirilişi” adlı bir konferans verdi.

 

Turan; “Bayrak inmesin, ezan dinmesin, Yüce Allah’ımız birliğimizi, dirliğimizi ve beraberliğimizi bozmasın.

 

Zamanımın yettiği süre içerisinde Çanakkale, İstiklal Marşı ve Akif’in Çanakkale’sini ve Atatürk’ün dediği Çanakkale Ruhunu sizlere izah edeceğim.

 

Bizi biz yapan değerleri yaşatmak zorundayız.”

 

 “Yaşımdan fazla Çanakkale’ye gittim”

Kişisel Gelişim Uzmanı-Tarihçi-Yazar Mustafa Turan tarihimizde birçok zafer olduğunu, fakat Çanakkale Zaferi’nin çok başka bir yere sahip olduğunu belirterek, kendi yaşından fazla Çanakkale’ye gittiğini ifade etti.

“Destanlaşan Çanakkale” adlı bir sunum hazırlayan Tarihçi Yazar Mustafa Turan, salondaki davetlilere seslendi. Tarihimizde birçok zafer olduğunu fakat Çanakkale Zaferi'nin çok başka olduğunu belirten Turan, kendi yaşından fazla Çanakkale'ye gittiğini belirterek oradaki izlenimlerini anlattı.

Tarihçi-Yazar Mustafa Turan konuşmasında, günümüz gençlerine çağrıda bulunarak Çanakkale destanının gelecek nesillere aktarılması konusunda uyarılarda bulundu.

Çanakkale’deki şehitliklerin bulunduğu alanı ziyaret ettiğinde gençlerin hayâsızca tutumlarına şahit olduğunu anlatan Turan, Her Çanakkale’ye gidişimde, oradan ayrılırken kalbimin cız ettiğini hissederdim. Oradan ayrılırken ruhum, soğuk bir demir kızgın ateşten nasıl çıkarsa öyle üzgün ve kırgın dönerdim.

Akif;

 “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,

Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı’ derken, Çanakkale’ye gelen ziyaretçilerin pek çoğu, bu mısralarda ifadesini bulan şuur ve bilinçten uzak bir vaziyette, özellikle kızlı-erkekli gençlerin fıkırdaşarak, sanki bir turistik gezi yapar gibi şehitlikleri dolaştıklarını, hatta oralara aşk sloganı yazacak kadar, meselenin özünden habersiz gezdiklerini üzülerek müşahede etmişimdir. Eğer bu davranış cehaletten değilse, gaflet ve dalalettendir diye iç çekmişimdir diye konuştu.

 “Gençlere ‘Çanakkale’nin Ruhu’nu anlatmak gerekir”

Çanakkale Zaferi’nin deniz ve kara boyutlarına da değinen Turan, Çanakkale’nin yüksek ruhunu anlayabilmek için Çanakkale’yi iyi tanımak, iyi bilmek lazım, dedi.

Çanakkale Savaşı’na gönüllü giden On Beşliler, Nene Hatunlar, Şerife Bacılar, Seyit Onbaşıların kahramanlıklarından da söz eden Turan, onlar gibi vatan sevdalısı, gerektiğinde gözünü kırpmadan cepheye koşan evlatlar yetiştirmeliyiz, dedi.

Çanakkale izlenimlerini anlatan Mustafa Turan, katılımcıları Çanakkale Savaşları ile buluşturarak duyguları en üst seviyede hissettirdi.

Çanakkale Zaferi’nin gerek bizim tarihimizde gerekse dünya tarihinde çok önemli bir yeri olduğuna işaret eden Tarihçi Yazar Mustafa Turan, "Çanakkale'nin yaşanılması ve yaşatılması lazımdır. Yaşamadan yaşatılamaz. Hissetmeden hissettirilemez. Bu vatan bize emanet, mukaddesler bize emanettir. Ecdadımızın emanetlerine sahip çıkarak böylesi yüce zaferlerini nesillere anlatmazsak büyük vebal olur" dedi.

Kişisel Gelişim Uzmanı-Tarihçi-Yazar Mustafa Turan tarihimizde birçok zafer olduğunu, fakat Çanakkale Zaferi’nin çok başka bir yere sahip olduğunu belirterek, kendi yaşından fazla Çanakkale’ye gittiğini ifade etti.

“Çanakkale’nin yaşanılması ve yaşatılması lazım”

Çanakkale Zaferi’nin gerek bizim tarihimizde gerekse dünya tarihinde çok önemli bir yeri olduğuna işaret eden Tarihçi Yazar Mustafa Turan, Çanakkale'nin yaşanılması ve yaşatılması lazımdır. Yaşamadan yaşatılamaz. Hissetmeden hissettirilemez. Bu vatan bize emanet, mukaddesler bize emanettir. Ecdadımızın emanetlerine sahip çıkarak böylesi yüce zaferlerini nesillere anlatmazsak büyük vebal olur” dedi.

Katılımcıların ilgiyle dinlediği ve teveccüh gösterdiği programın sonunda yazar, kitaplarını imzaladı.

 Kişisel Gelişim Uzmanı, Tarihçi - Yazar Mustafa Turan, konferansta Çanakkale’de destanlaşan mücadeleden kesitler sundu.

 

“Bizi biz yapan değerleri yaşamak zorundayız.

 

253 bin şehidimize layık mıyız?

 

Akif, “Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı “ diyordu.

 

Çanakkale Savaşı’nın 2 boyutu var.

 

  1. Deniz Savaşları
  2. Kara Savaşları

 

Savaşta 500 bin düşman askeri vardı.  8,5 ay süren kara savaşında düşman 9 Ocak’ta Çanakkale’yi terk etti.

 

Dünyada emsali olmayan bir savaş...

 

Savaştan 20 yıl sonra burada oturanların ifadesine göre topraktan kan çıkmış, geçimlerini ise kazı sonrası topraktan çıkan mühimmatları satarak sağlıyorlarmış.

 

Anlatılanlara göre; Şavaş’ta mermiler havada uçuşuyor. Havada dehşetli bir manzara hâkim. Çanakkale Boğazı’nda can pazarı kurulmuş; her taraf duman ve havada kan kokusu var.

 

Böyle bir ortamda ecdadımız metrekareye 5 litre kan vermiş. Bir günde 18 bin vatan evladını kaybettik.

 

Çanakkale tarihte en fazla kitap yazılan bir savaştır. Ben şahsen 20 kitap yazdım.  Savaşta öyle kareler var ki, yürekler dayanmaz. Cesetlerle yığınlar oluşmuş, adeta savaş yapılamıyor. Dünyada Çanakkale’den daha büyük bir savaş yok.

 

Savaşta bizim en büyük düşmanımız İngiltere sonra Fransa var. Düşman cepheye 500 bin asker yığmış. Askerimiz aç çarpışıyor. Devlet İstanbul’dan “Kum Torbası” gönderiyor. Askerimiz kum torbasını yırtıp, elbiselerine yama yapıyor. Çanakkale’yi kaybetseydik; Bayrak inecek, ezan dinecek, namusumuz bitecekti.

 

Anzaklar 25 Nisan’da karaya çıkıyorlar. 104 yıldır Anzakların torunları dedelerini unutmuyor, Çanakkale’yi ziyaret ediyorlar.  

 

Bugün bu şehitlerimizi yâd ediyor. Onları rahmetle anıyoruz.

 

Vatan Sevgisi”

 

Dünyada hiçbir millet bizim kadar vatanını sevmez. Bu topraklar karış karış atalarımızın kanları ile yoğrulmuştur.

 

Vatanınız yoksa;

 

  • Bayrağınız yoktur.
  • Camileriniz yoktur.
  • Cuma Namazı kılınmaz.

 

Çanakkale de kadınlarımız da savaştı.

 

Adam olana her gün (365 gün 6 saat) kadınlar günüdür.

 

Nene Hatunumuz var. Sırtındaki çocuğunun kundağı ile silahlar ıslanmasın diye saran Şerife Bacımız var.

 

Çaldıran da, Malazgirt de, Dumlupınar da savası kazananların anneleri de bir kadındı.

 

Cepheye cephane taşıyan kadınlarımız, bacılarımız var.

 

Evlerdeki kadınlarımız ise askerlere çorap örüyor, elbise dikiyor, aynı zamanda da duaları ile cepheye destek veriyorlardı. 

 

“Tarihini bilmeyen devletin coğrafyasını düşmanlar çizer”

 

Çanakkale Ruhunu ilelebet sürdürmek gerekir.

 

Mehmet Akif Ersoy, Edirnekapı’da yatıyor.

 

22 bin şehidimiz kefensiz yatıyor. 

 

Tarihini bilmeyen devletin coğrafyasını düşmanlar çizer.

 

Tarihimizde Seyit Onbaşı var. General Cevat Paşa var. 253 bin şehidimiz var. Anadolu insanı âlim değil, Arif’tir. Ecdadımız çok asil ruhlu idi. Seyit Onbaşı, Çanakkale Savaşlarından sonra 9 memleketine gitmemiş cepheden cepheye koşmuş.

 

Kurtuluş Savaşı sonrası memleketinde odunculuk, kömürcülük yapmış ve memleketinde ölmüştür.

 

Kaldırdığı merminin ağırlığı 276 kg. 5 çimento torbası ağırlıkta.

 

Gemide 3 basamak çıkıp mermiyi yerine yerleştiriyor. Basamaklardan çıkarken kaburgaları çıtır-çıtır ediyor.

 

General Cevat Paşa savaş sonrası Seyit Onbaşı’yı ziyaretinde,

 

-Çanakkale savaşının fitilini sen ateşlemişsin. Şu mermiyi bir daha kaldır da şu yabancı gazeteciler bir daha görsün” diyor.

 

Gazeteciler fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokunmayı bekliyor. Ama nafile Seyit Onbaşı mermiyi yerinden kaldıramıyor; “İki gün önce Allahın gücüyle kaldırdım” diyor.

 

Bunun üzerine Seyit Onbaşı çekirdeği çıkartılmış bir mermi maketini kaldırıp gazetecilere öyle poz veriyor. Gazeteciler de fotoğrafını çekiyor.

 

General Cevat Paşa, Seyit Onbaşı’ya “Ne istersen işte vereceğim” demiş.

 

Seyit Onbaşı verilen tayinle doymadığı için “2 tayin isterim” demiş. 

 

Bunun üzerine Seyit Onbaşı’ya 2 tayin verilmiş.  Fakat Seyit Onbaşı, “arkadaşlarım tek tayin yerken, 2 tayini de kabul edemem” demiş...

 

“Atatürk ve Ruşen Eşref anıları”

 

Devrinin tanınmış yazar ve şairleri ile yaptığı mülakatların birden üne kavuşturduğu Ruşen Eşref, taşıdığı gazeteci kimliğinin getirdiği merak ve sorularla Çanakkale Savaşı’nın devam ettiği günlerde bu destansı vatan savunmasına kayıtsız kalamaz.

 

Daha önce de çeşitli cephelerde I. Dünya Savaşı’nın izlerini sürmüş olan Ruşen Eşref, Çanakkale’de yaşananların taşıdığı anlam ve öneme karşılık kahraman askerlerimizin yarattığı bu büyük destanın basınımızda yeterince yer almadığını fark eder.

 

Askerimizin kahramanlıklarını yabancılardan öğrenmeyi gazeteciliğimiz açısından eksiklik olarak gören Ruşen Eşref, bir Türk gazeteci olarak öncelikle Çanakkale Savaşları’nı yapan ve kazanan askerlerimizi millete tanıtma ihtiyacı duyar. Böylece millet, kendisi için hayatlarını hiçe sayan kahramanları tanıma fırsatı bulacaktır. Yazarın kapısını çaldığı ilk isim bu savaşların her gününe büyük ve etkili bir faaliyetle katılan, askeri dehası ile savaşın kaderi üzerinde doğrudan rol oynayan Mustafa Kemal Paşa'dır

 

Atatürk, Ruşen Eşref’e Çanakkale Zaferi ile ilgili verdiği mülakatta, Çanakkale Zaferi’nin yüksek bir ruhun (imanın) Zaferi' olduğunu ifade ederek “Ancak o gün saat 18.00 sularında Çanakkale'de Deniz Zaferini kazandık ve düşmanı yendik.”

 

Churchill “ Biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah ile savaştık”

 

İngiliz General Hamilton, Türklerin bombası olmadığını biliyorduk.

 

Churchill İngilizlerin deniz harp komutanı. Deniz harp bakanıydı o zamanlar.

 

En yüksek seviyede oydu. Ve İngilizler Çanakkale’ye hücum kararı almadan önce korkuyorlardı. Ya, perişan olmayalım, en güçlü donanmaya sahipken mahvolmayalım diyorlardı.

 

O zaman Bahriye Nazırı Churchill diyor ki; Beyler korkmayın. Ben şu deniz kıyafetimle Müslümanların merkezi İstanbul da oturacağım, korkmayın” diyordu.

 

Savaştan sonra, “En güçlü donanmayı senin emrine verdik, fakat bizi sen perişan ettin” diye ağır soruşturmalar geçirdi.

 

Ve kendisini müdafaa ederken şöyle diyordu; Efendiler, anlamıyor musunuz? Biz Çanakkale de Türklerle savaşmadık ki. Biz Allah ile savaştık. Tabii ki mağlup olduk diyor.

 

Cümle çok ilginçtir.”biz Allah ile savaştık tabii ki mağlup olduk çok ilginç bir cümledir. Niye? Çünkü “gökten inen yardımı gördük” diyor. “Allah ile savaşılır mı? Tabii ki mağlup olduk.

 

 Cenabı Allah 1000 yıl boyunca onun dinini bayraktarlığını yapan bu orduya desteğini vermiştir.

 

“Tokat Türküsü Hikâyesi”

 

Hey Onbeşli Onbeşli (Meçhul çocukların öyküsü.)

 

Hey Onbeşli Türküsü, Tokat yöresine ait bir türküdür. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla açılan Çanakkale Cephesi’nde gönüllü olarak savaşan çocuk askerlerden bahseder.

Tokat’ta, eli silah tutan herkesin askere çağrılmasıyla başlayan süreçte, yaşı müsait olmayan erkek çocukların da evin güvenliğinin sağlanması için geride bırakılması ön görülüyordu. Tokat’ta bir evden Halil isimli on beş yaşında bir çocuğun gönüllü olarak askere katılmak istemesi ve Çanakkale’ye gitmesi geride kalanların ağıt yakmasına neden olmuştur.

Halil, askere giderek cephede savaşan binlerce onbeş yaşındaki çocuktan biridir. Anadolu’da onbeşli olarak tabir edilen çocuklar askere giden gönüllülerdir.

Onbeşli Türküsü:

 

Hey Onbeşli Onbeşli

Tokat Yolları Taşlı

Onbeşliler Gidiyor

Kızların Gözü Yaşlı

Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye

Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye

Fistan Aldım Endazesi On Yediye

 

Giderim Elinizden

Kurtulam Dilinizden

Yeşil Baş Ördek Olsam

Su İçmem Gölünüzden

Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye

Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye

Fistan Aldım Endazesi On Yediye

 

Gidiyom Gidemiyom

Sevdim Terkedemiyom

Sevdiğim Pek Gönüllü

Gönlünü Edemiyom

Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye

Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye

Fistan Aldım Endazesi On Yediye...

“Ameliyatlar narkozsuz yapılıyordu”


Ameliyat olacak yaralı askerimizin ağzına keçe sarılmış bir değnek ısırtılırdı ki, canı yandıkça keçeyi ısırsın ve dişini sıksın. Doktorun önüne kanlar içinde bir Mehmetçik yatırdılar. Vücudu delik deşik, yüzü gözü kan içindeydi.

 

Doktor şöyle bir muayeneden sonra : “Bunun kurtulma şansı yok kaldırın” dedi.

 

 Tam yaralı asker kaldırılacağı sırada, bir feryat kopardı ve ”Baba Babaa ! Ben oğlun Ali” diye seslendi.

 

Evet, doktorun öz evladıydı kanlar içinde yatan ve feryat eden Mehmetçik. Doktor, önce kan revan içinde yüzünü görmemiş ve tanımamıştı oğlunu. Ama bu defa sesinden tanıyı vermişti yaralı kuzucuğunu.

 

Baba hasretiyle “evladım” dedi ve sarıldı masada yatan kanlar içindeki askere. Baba oğul öyle bir hasretle ağlaştılar ve kucaklaştılar ki, değme ressamın fırçasından çıkmayacak bir manzaraydı bu dramatik durum. İniltiler içinde sırada bekleyen yaralı askerler vardı.

Doktor, Bu benim öz evladımdır. Kaldırın şu ağacın altına yatırın. Ben ona sonra müdahale ederim. Siz sıradaki yaralıyı getirin” dedi. Vücuduna dokuz kurşun girmiş fakat başı sağlam yaralı bir askeri doktorun önüne koydular.

 Doktor yanındakilere emir verdi ve “Acele edin Mehmetçiği kurtarabiliriz” dedi. Hemen ağzına bir keçe ısırttılar ve ameliyata başladılar. Vücuduna saplanan dokuz kurşun çıkarıldı. Yaraları temizlendi ve sarıldı. Lakin doktor birde gördü ki, Mehmetçik nefes almıyor çoktan şahadet şerbetini içmiş.


Çok üzülen doktor, “Bunu da kurtaramadık. Kaldırın masadan ve sıradaki yaralı askeri getirin” dedi.

 

Kaldırdılar.

 

Ardından onu taşıyanlara doktor seslendi ”O ağzındaki keçeyi de alın. Artık onun ona ihtiyacı kalmadı” dedi. Şehit askerin ağzından keçeyi bir çektiler ki, keçenin üzerinde dört tane sağlam diş duruyor.

 

Ameliyat esnasında nasıl bir acı çekmiş, nasıl bir ıstırap yaşamış ki, acıya dayanmak için ısırdığı keçeye tam dört sağlam dişi kırılıp saplanmış. Sıradaki yaralıları bitiren doktor koştu evladının yanına ki, yaralarına mücadele etsin, kanlarını temizlisin.

 

Hemen nabzına el attı ama artık çok geç. Evladı çoktan şehit olmuştu. Etrafta kanlar içinde yatan şehitler, inleyen, sızlayan yaralılar, etrafta vızıldayan kurşun sesleri, kan ve barut sesleri arasında çaresiz doktor babanın gözünden süzülen billur taneleri ve ardından yükselen hıçkırıklar …

 

Öyle dehşetli manzara ki, yürek dayanır gibi değil.

 

“Ocağa Kuru Fasulye vur”


Edremitli Halil Efendi, biricik oğlu Ali’yi 20 yaşına basınca, cepheye davul zurna ve dualarla uğurlar. Daha sonra Çanakkale savaşı başlayınca, cepheye ilk giden Mehmetçiklerden biri de Ali olur.

 

Asker Ali babasına yazdığı mektupta, yurt savunması için Çanakkale cephesine gönüllü gittiğini ve düşmanla kıyasıya savaştığını ifade ile dua etmesini istiyordu. Baba Halil Efendi ile hanımı, her gün gözleri yollarda biricik oğullarından sağlık haberleri bekliyorlardı.

 

Bir gün Halil Efendi sabah kahvaltısından sonra dükkânını açmış ve tam çalışmaya başlamıştı ki, hanımı geldi ve iki askerin eve gelerek kendisini karakola çağırdıklarını söyledi. Halil Efendi : “Hayrola hanım! Acaba oğlumuz Ali’den bir haber mi var? Ben hemen karakola gider ve durumu öğrenirim.

 

Canım çok kuru fasulye çekti. Sen şimdi eve var. Ocağa bir kuru fasulye vur. Akşam yeriz” der ve karakolun yolunu tutar.

 

Halil Efendi’yi gören komutan ona çıkışarak: “Sen hala burada mısın Halil Efendi? Bütün Edremitliler cepheye gittiler. Koş sen de yetiş onlara.”


Bunun üzerine Halil Efendi komutana, Kumandanım! Oğlum Ali zaten aylardır Çanakkale cephesinde savaşıyor. Mesele değil, bende gider din için, namus için, vatan ve bayrak için savaşırım.

 

Lakin gidip dönmemekte var. Siz bana 5-10 dakika müsaade edin de hanımıma veda edeyim, onu dünya gözüyle bir kez daha göreyim. O da merak etmesin” derse de kumandan: “Olmaz, sen hemen yetiş Edremitlilere ve cepheye git. Ben iki askerle eşine haber veririm” der.

 

Böylece Halil Efendi son bir kez eşini görmeden ve onunla helalleşmeden cephenin yolunu tutar.

 

Günler haftaları, haftalar ayları kovalar ve sonunda savaş biterek oğul Ali memleketine sağ salim döner. Fakat baba Halil Efendi’nin yolları uzun zaman gözlenir, ancak nafile. Halil Efendi dönemez.

 

Oğlu Ali’nin şu ifadeleri gerçekten yürek sızlatıyor: “Bizim evde ölünceye kadar annem her gün kuru fasulye pişirdi. Kendisi bir kaşık yemedi. Her öğün sofraya babamın çatalı, kaşığı, ve tabağı anam tarafından boş olarak kondu, kaldırıldı.

 

Cepheye giderken canı kuru fasulye çekmişti . Yiyemeden gitti.. Bir gün kurtulur da gelirse, acıkmıştır. Hemencecik yiyiversin diye sofraya boş tabağı bağrı yanık anacığım son nefesine kadar koydu kaldırdı.. Bizim ailede her öğün, lokmamız boğazımıza düğümlenirdi. Anamın gözyaşları arasında yerdik yemeklerimizi. Çektiğimizi bir Allah bilir, bir de biz.”

 

“1915'te Okullar Mezun veremedi”
 

Ağır adımlarla sınıfın merdivenlerini çıkmaktaydı. Her gün seslerini sınıfın kapısına yaklaştığında duymaya alışık olan Ahmet Fevzi Bey sınıftan hiçbir sesin gelmediğini fark etti. İçeriye girdiğinde sınıfın boş olduğunu gördü; masasına doğru ilerlediğinde tahtadaki yazıyı fark etti.

 

Tahtada: Hocam biz hep beraber karar verdik ve Çanakkale'ye gidiyoruz sizi de orada bekliyoruz. Hakkınızı helâl edin! Allahaısmarladık! yazıyordu.

 

Ahmet Fevzi Bey'in kanı donmuş, son bir solukla kendisini dışarı atmıştı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaktaydı Artık onun da İstanbul'da durmasının bir manası kalmamıştı. İstikamet belliydi Çanakkale.

 

1915'te birçok okulumuzda buna benzer durumlar yaşanmıştı ve o sene bu okullarımız mezun verememişti. Öğretmenlerin talebeleriyle kavuşup gülle yağmurlarının altında onları mezun ettikleri yerdir Çanakkale …

 

“57. Alay’ın Şehit kumandanı Hüseyin Avni Bey’in ailesine yazdığı son mektuptan…”

Çanakkale Muharebelerinde gösterdiği kahramanlık ve fedakârlıkla destanlaşan 57. Piyade Alayı” vatan sevgisinin nelere kadir olduğunu gösteren muhteşem örneklerden biri. O sevgi, 57. Piyade Alayı için imkânsızı mümkün kıldı. Hem de alayın büyük bir kısmının şehit olması pahasına.

 

57. Alay komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 25-26 Nisan’da gerçekleşen çarpışmalarda askerleriyle mükemmel bir performans sergilemiş ve Anzak birliklerinin kara çıkarmasını geriye püskürtmüştü.

 

İngilizlerin tüm taarruzlarında alayının başında bulunan Avni Bey, daha sonra Arıburnu bölgesinde sağ kanadın güvenliğinden sorumlu olur. Düşman, Nisan ayındaki şiddetli çarpışmaların ardından bir süre sessizliğe gömülür. Bu ölüm sessizliği Ramazan Bayramı’nın ilk günü bozulur. İngiliz topçuları var güçleriyle döverler Mehmetçiğin savunduğu hatları.

 

Takvimler 11 Ağustos 1915’i göstermektedir.

 

“Bir bayram sabahı gelen son mektup”

 

O sabah ailesinden bir mektup alan Hüseyin Avni Bey, cephede yaşanabilecek en büyük bayram sevincini yaşar satıları okurken. Ve birkaç saat sonra şehit olacağından habersiz, gelen mektubun sevinciyle coşar. Ancak cevap vermeye vakit bulamaz. Öğleden sonra şehit olur. Ailesine en son mektubunu 23 Nisan günü yazmıştır. Şimdiye kadar yayınlanmayan bu son mektupta şehit komutan şunları yazar:

 

“Refika-i hayatım,

 

Valide-i muhteremimin ellerini ayaklarını öperim. Hayır duasını eksik etmesin. Sizin, Fehmi’nin, gözlerinizi öperim. Semine hanıma ve beni soran­lara selamlar ederim. Hala hanımın ellerini öperim. Mustafa Bey’e ve mahdumlarına selamlar ederim. Beni soruyorsun: Hamdolsun kemal-i sıhhat ve afiyetteyim.

 

Hatta bugün, bu mübarek Cuma olmak münasebetiyle şimdi biraz evvel, çadırımın önüne alayımın sancağını diktim. Bir mihrap yaptım. Cephane sandıklarından bir de minber yaptım. Mihraba, bir de ayet yazdırdım. Hâsılı güzel bir cami yapıp bütün alayımızın askeriyle, çimenler üstünde güzel bir namaz kıldık.

 

Namaz bitti. Çadırıma girdim. Biraz uyudum. Şimdi kalktım. Mektubunuzu verdiler. Çadırımda okudum. Ve şu notu bu çadırın içinde size yazıyorum. Çünkü biz şimdi kasabada değiliz. Çadırdayız. Hâsılı biz şimdi çadırdayız.

 

Bir köy yanında, bizim İştip’teki Kavaklı gibi ağaçlık, sulak yerler, önümde yeşil yeşil zümrüt gibi tar­lalar, çayırlar, her taraf bahar; hava güzel. Hafif bir rüzgâr esiyor. Çadırımın etekleri­ni, basur kapısını sallıyor. Askerim hep ağaçlar altında, sular başında çamaşır yıkıyor. Birçokları da çamaşırlarını yeşil çimenlere sermişler. Adeta çiçek tarlası gibi görünüyor.

 

Namaz kılarken dört tane düşman tayyaresi havada dolaştı. Etraftan askerler topla, mitralyözle tüfenkle karşıladılar ve defettiler. Onlar da birkaç bomba attı ama nereye bilmiyorum? Ara sıra düşmanın tayyareleri etrafı dolaşıyor ve nerede kala­balık asker görürse bomba atıyor. Lâkin hamdolsun kimseye bir şey olmuyor. Çünkü gürültüsünü işitiyoruz. Hemen top tüfekle defediyoruz. Belki gazetelerde okuduk­larını işitiyorsunuz. Birkaç tanesini düşürdük.

 

Kâfir düşman denizden bir şey yapa­madı. Karaya asker çıkarmaya da cesaret edemedi. Şimdi tayyareyle taciz etmeye başladı. Fakat merak etmeyiniz; bunlar bize eğlence geliyor.

 

Tüfek atılır ve kaçar; hemen her taraftan top tüfek atılır ve kaçar. Hâsılı güzel bir kır âleminde yaşıyoruz. Hasretinizden başka hiç bir düşüncem yoktur. İnşallah Cenabı Hak, millet ve devlete hayırlı muzafferiyetler ihsan eder de, yine cümlemiz bir araya gelip mesuda ne yaşarız.

 

O gün önce Bayram Namazı, ardından da her asker kendi cenaze namazını kılıyor. Akşam da şehit oluyorlar.

 

Bu nasıl bir duygudur?

Onları yılda bir defa anmak ve ruhlarına bir “Fatiha” okumak o kadar mı zor?

 

İşte “Çanakkale Destanı” bu ahlâkla yazıldı…

 

“Mehmet Akif ERSOY ve İstiklal Marşı”

 

Mehmet Akif ERSOY’a İstiklal Marşı’nı yazdığı için ödül olarak verilen 500 lirayı almaz ve bağışlar. 

 

O parayla o dönemde Ankara’nın merkezinde bir yerde 3 çiftlik alınıyormuş. Oysa Akif’in üzerinde paltosu bile yokmuş.

 

Akif, kültürümüzde efsaneleşmiştir; “Hasret olmadan vuslat olmaz.”

 

O günlerde Enver Paşa’dan, “Çanakkale’yi kazandık” diye bir mektup geliyor..

 

Akif, “Bu zaferin şiirini yazmadan benim canımı alma Ya Rabbim” diyor.  Ve “Çanakkale Destanı”nı, Medine-i Münevvere de yazıyor.

 

Akif, 1936 yılında vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun... 


Tarihçi Yazar Mustafa Turan, milletlerin ve devletlerin zaferleriyle yüceldiğini ve kahramanlarıyla yükseldiğini belirterek, zaferleri ve kahramanları olmayan milletlerin ve devletlerin tarihine bakıldığında sığ bir göl gibi olduğunu ifade etti.

“Türk tarihi ne zaferlerimizi anlatmakla, ne de kahramanlarımızı saymakla tüketilebilir” ifadelerini kullanan Turan, “Çanakkale milletimizin hafızasında, gönlünde ve kalbinde abideleşmiş, ebedileşmiş, efsaneleşmiş ve destanlaşmıştır.” diye konuştu.

Vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği programda Yazar Turan Çanakkale ruhu, istikbal ve istiklalin önemine vurgu yapan bir konuşmayla salonda duygusal anlar yaşanmasına neden oldu.

Turan konuşmasında Buram buram vatan kokan, bayrak kokan, inanç kokan, tarih kokan güzel Çubuk’umuzun güzel vatandaşlarını en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Tarih boyunca bütün cephelerimizde vatan elden gitmesin, bayrak inmesin, ezan susmasın, namusa halel gelmesin diye mücadele ettik.

Bu savaşlarda şahadet mertebesine erişen tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Ancak “Çanakkale Ruhu” hepimizin bildiği gibi farklı bir ruhtur. Orada bir millet destana imza attı, bu vatanı kurtarmak için kendi canından vazgeçti.

Bu konferansta da sizleri bu konuda bilgilendirmek için hazırlığımızı yaptık, burada olan herkese başta İlçe Kaymakamı Uğur Sezer ve İlçe Müftüsü Tahsin Yazgan’a desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum" dedi.

Kişisel Gelişim Uzamanı ve Tarihçi-Yazar Mustafa TURAN’ a bir buket çiçek takdim eden İlçe Kaymakamı Uğur SEZER,  Burada  başta “Çanakkale Şehitleri” olmak üzere 15 Temmuz ve Afrin'deki Şehitlerimizi rahmetle anıyor, yaşayan Gazilerimize hayırlı ömürler diliyorum. Böyle anlamlı bir konferans vererek bize bir kez daha Çanakkale Ruhu’nu hatırlatan ve aşılayan Mustafa Turan Hocamıza çok teşekkür ediyorum dedi.

 

Katılımcıların ilgiyle dinlediği ve teveccüh gösterdiği programın sonunda Tarihçi-Yazar Mustafa Turan, kitaplarını imzaladı.

101-vert.jpg

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.