Başörtüsü meselesi ne olacak?

Başörtüsü meselesi ne olacak?

Bitti mi bu iş? Artık ele alınması tabu mu? diyen Ahmet Taşgetiren Başörtüsü meselesini yazmaya devam edeceğini ve çözüm istediğini belirtti

Ahmet Taşgetiren'in köşe yazısı

Başörtüsü: Çözümsüzlük çözüm değildir. 
Anayasa Mahkemesi'nin Ak Parti için, başörtüsüne çözüm arayışını da gerekçe göstererek oluşturduğu "odak olma" kararından sonra belirsizleşen konu "başörtüsü" meselesinin ne olacağıdır.
Bitti mi bu iş? Artık ele alınması tabu mu? Ak Parti'nin başının üzerine de bu işle ilgilenmekten dolayı bir Demokles Kılıcı asıldığına göre, herkes bu meselenin üzerine bir bardak su mu içmeli?

Bütün bu soruların cevabı koskocaman bir "Hayır"dır. Bugüne kadar iş belki bin kere aynı konuma geldi:

Yasaklar, yerel mahkemelerden yola çıkıp AİHM'den teyit edilmeye kadar bin kere perçinlendi. Ve bu mahkeme kararları, yasaklardan çözüm üretmeye teşne medyaya bin kere "Artık türban konusu çözüldü" şeklinde manşet oldu. Ben de bin kere yazdım:

Bu iş böyle çözülmez. Asla çözülmez. Başörtüsü sorunu ancak Kur'an'ı gönderen Varlık'tan farklı bir mesaj getirilirse biter. Yani çözüm Allah'tadır. O Kur'an ayetleri orada durdukça, başörtüsüne karşı bir jenosid uygularsınız, bir süre bu dehşetin etkisi insanları sindirir, sonra bir yürekli kadın çıkar, Kur'an'daki ayetleri okur, "Rabbim benden bunu mu istiyor, ne pahasına olursa olsun, ben bu görevi yerine getirmeliyim" der ve tarihin tekerleğini yeniden döndürmeye başlar.

Ne yani, birisi, tamamen dünyevi kaygılarla yaşam tarzını savunmak için varını yoğunu ortaya koyar da, bir başkası ebedi bir hayat için ve kendisini Yaratan Kudret'le daha kalbi bir ilişki çerçevesinde bunu yapamaz mı? Yapar. Bakınız, başörtüsü bir Türkiye gerçeğidir. Bakınız, eğer çok kolayca atılıverecek bir şey olsaydı başörtüsü, bunu belki en önce Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın eşleri atarlardı.

Siyaset halkla ilişkiler ve sonunda onun desteğini almak demekse, Türkiye'de hiç kimsenin "eşi başörtülü" diye bir siyasetçiye oy vermesi söz konusu değildir. Menderes'in eşi başörtülü değildi, Demirel'in eşi başörtülü değildi, Özal'ın eşi de başörtülü değildi.

Tahmin etmek zor değil ki, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül de, yakaladıkları trend içinde eşleri başörtülü olmasa da bu oyu alabilirlerdi. Eşlerinin başörtülü olması, belli ki Türkiye siyaseti için bir risktir. Eşlerinin başörtülü olması yüzünden bugüne kadar da ciddi zorluklar yaşadılar. Ama bu bedele katlandılar.

Çünkü, kim ne derse desin, bu, eşleri için bir inanç meselesi idi. Başını örtmeyenlerin bakışı farklı olabilir, onlar bu işi inançla alakalandırmayabilir, hatta kimi bilim adamları da "bu işin inançla alakası yok" diyebilirler ama bir insan, "Benim inancım bunu gerektiriyor" diyorsa o en azından farklı bakanlar kadar haklılık sahibidir. Kaldı ki, başörtüsüne karşı olanlar bile, bir noktada, "Kur'an'da böyle bir emir yok" söylemi içindedirler.

Yani bu yaklaşım, "Kur'an'da böyle bir şey varsa, buna uyulabilir" anlamına geliyor. Eğer böyle ise o zaman, "Kur'an'da böyle bir şeyin olmadığı" iddiası "olduğu" kanaatinden nasıl daha haklı olabiliyor ki? Bir husus daha var: Geçende Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül, bir yabancı gazeteciye, "Sıcak havalarda başörtüsü takmanın güçlüğüne işaret ederek, "Bir insan buna rağmen başörtüsü takıyorsa, bu ancak inanç gereği olduğu için olabilir", dedi. Deniz kenarında herkesin üzerindekileri atmak için yarıştığı bir ortamda bir bayan, başını ve vücudunu örten giysilerle dolaşıyorsa, bunu ona "inanç"tan başka bir şey yaptıramaz.

Buna birisi "şartlanma" der, öbürü "Yaratan'la ilişkinin tüm hayata yansıyan boyutları" çerçevesinde görür. Kimin haklı olduğu nasıl belirlenebilir ki? İlahi dinler diyor ki, öldükten sonra bir hayat var, orada Yaratıcı'nın huzuruna varılacak ve dünya hayatının hesabı verilecek... Tabii ki bu da bir inanç meselesi. "Allah'ın huzuruna varılacağı inancı"nı taşımayan için dünya hayatı tamamen başına buyruk olabilir. Ama bir dindar öyle bakmıyor. Ve işte başörtüsü meselesi de tam burayı ilgilendiriyor. Onun için bitmez.

Kimse boşuna heveslenmesin. Benim, başörtüsünden bir çıkarım yok. Ama ben yazmaya devam edeceğim. O genç kız veya hanımefendi, Kur'an okuyacak ve tesettürü bir hayat disiplini olarak önemseyecek. O genç kızın babası, annesi, kardeşleri, bütün yol kesmelere rağmen, bu "Kur'an ölçüsü"ne riayet etmeye gayret edecekler. Bugün 2008'in Ağustos ayının 5'i...

Bakacaksınız 2000'lerde bir yılın bir ayının bir gününde başörtüsü yine özgür olacak. En azından kimsenin yüreği, böyle bir yasak kararı ile prangalanmayacak. Yollar kesilebilir ama insanların yüreğindeki özgürlük duygusunu kim yok edebilir ki? Tarihin akışına Yaratan'dan başka kim hükmedebilir ki? Bütün oyuncular ancak Yaratıcı'nın izni dairesinde oyunculuk yapıyorlar.

Onun için kimse de kendisini "Ufak dağları biz yarattık, bizim hükmümüz şöyle geçerlidir, böyle etkilidir!" diye düşünmesin... İşte geldik, gidiyoruz. Gitmeyen var mı? Ve gidenler nereye gidiyor?

Ya Allah'ın huzuruna gidiyorlarsa? Ya bir mahşer ikliminde herkesin yazdığı hayat defteri açılacaksa...

Bu soruyu Hazreti Ali soruyor, inanmayan birisi karşısında... Bu soru insanın en temel sorusu...

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum