AYASOFYA NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ ?

 

 


“Başa bak! Eğer sonunu görmek istersen" diyor Hazreti Mevlana. 
Hazreti Süleymen Aleyhisselam yeryüzünde yerlere ve göklere hükmeden bir padişahtır. Yüce mevlam kendisine öyle bir saltanat verdiki sahip oldugu ordular ne yere ne göge sıgdı. Batıda bulunan bir okyanusta Serenduz denen bir adada Sidon adında bir kral Hazreti Süleyman peygambere itaat etmedi ve baş kaldırdı. “Ben seni tanımam, kendimden başkasını kabul etmem" diye haber gönderdi ve tüm olaylar bundan sonra başlar. Hazreti Süleyman Peygamber çeşitli yırtıcı hayvanlardan, cinlerden, şeytanlardan ve insanlardan kurulu düzenli ordularıyla bu asi kralın üzerine yürüdü. Hazreti Süleyman Peygamber bu, kralın bütün memleketini yer bir edip, Ordularını yok etti. Kral’ı da öldürüp güzeller güzeli kızını kendine hanım olarak alıp getirdi. Kız o kadar güzelmiş ki, yeryüzünde eşi ve benzeri yokmuş. Peri yüzlü melek görünüşlüymüş. Bir müddet sonra bu yeni hanımı Süleyman Peygambere der ki: «Ey benim rüzgardan denize, insandan cine hükmeden sultanım! “Yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir mekan bul ve orada öyle muhteşem bir saray yaptır ki, ömrümün sonuna kadar orada ibadet edeyim” diye istekde bulunur. 
Hanımının isteğini kırmak istemeyen Hazreti Süleyman Peygamber cinlere ve kuşlara emretti. “Bana öyle bir yer bulun ki, bu Arzu yerine gelsin ve söz yere düşmesin". Bunun üzerine yeryüzünü dolaşan kuşlar, cinler, periler aynı anda gelip, Ey Allah’ın yer yüzündeki halifesi biz bir yer biliyoruz” diye haber verdiler. İşte o yer şimdiki İstanbul’dur. 
İstanbul'da ki Sarayburnu denilen yere Hz Süleyman Peygamber sarayını kurar. Ve oraya öyle bir saray yaptırır ki yeryüzünde ne eşi vardır ne benzeri. Daha sonra hanımı orayı kendine mesken edip ibadete çekilir. 
Ancak hanımı gizlice babasının heykeline tapar. Bunu öğrenen Hazreti Süleyman Peygamber hanımını oracıkta öldürür. Ve o sarayı orada bırakıp oralardan gider. Mescid-i Aksa'yı babası Hz. Davud’un bıraktığı yerden itibaren tamamlamak için Filistin‘e varır. Ve orada mübarek uzun süre yaşadıkdan sonra vefat eder. Allahın yüce merhametine kavuşur. Bunun üzerine oğlu Ruhbaam İstanbul’a gelir ve İstanbul'u yani ilk adıyla Makedonya'yı hükümet merkezi yapar ve 240 sene dünyayı İstanbul’dan yönetir. Oralara türlü türlü yerleşim yerleri ve binalar yaptırıp, güzelleştirir yani İstanbul’u koskoca bir şehir haline getirir. İstanbul dokuz kez harap olmuş, dokuz kez imar edilmiştir. Daha sonra Ruhbaam da gider. Allahu Teala yeniden yeryüzünü güzelleştirmesi ve şenlendirmesi için İskender-i Zülkarneyn Hazretlerini yollar, bu zat hem kraldır, hem de peygamberlerdendir. 
“Evet sonu görmek için başa bakmak gerekli diyor ya Hazreti Mevlana Celalettin Rumi Hazretleri, işte İstanbul’un başlangıcı da. Şimdide ortasına asrı saadet dönemine bakalım. 
Hadi Bismillah. 
Selman-ı Farisi Hazretleri ve arkadaşları hendek savaşında hendek kazarken büyük bir kayaya rastlarlar. Ne yaptılarsa bu kayayı bir türlü kıramazlar. Arkadaşları Selman-ı Farisi Hazretlerine ”Ey Selman! Allah Resulü’ne (s.a.v.) gidip kayayı kıramadığımızı haber ver,” derler. Selman-ı Farisi Hazretlerinin Allah Resulü’ne (s.a.v.) giderek; ”Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda olsun! Hendeğin ortasında önümüze beyaz bir kaya çıktı. Onu kırmaya çalışırken bütün aletlerimiz kırıldı. Aciz kaldık. İstersen bize çizdiğin çizgiden biraz sapalım ya da bize bir çıkış yolu göster, diyerek talep de bulundu. 
Allah Resulü (s.a.v.) taşın yanına gelerek, sahabelerden bir balyoz istedi ve hendeğe inerek balyozu kaldırıp, olanca gücü ile kayaya vurdu. Kayadan bir şimşek çıkıp etrafı aydınlattı. Kaya birazcık yarıldı. Aleyhisselam efendimiz (s.a.v.) “Allahu Ekber,” diyerek tekbir getirdi. Sahabeler de onunla birlikte tekbir getirdi. Sonra balyozu tekrar kaldırdı. Sert bir şekilde kayaya yeniden vurdu. Yine kayadan bir kıvılcım çıkarak etrafı aydınlattı. Allah Resulü (S.A.S.) tekrar: “Allahu Ekber” diyerek tekbir getirdi. Sahabeler de onunla birlikte tekbir getirdi. Allahın Resulü (S.A.S.) balyozu kaldırıp üçüncü kez kayaya vurduğunda, kaya param parça oldu. Yine kayadan ışık çıkıp etrafı aydınlattı. Sahabeler de onunla birlikte tekbir getirdi. Sonra elinden tutarak hendekten çıkmasına yardımcı oldu. Sonra ona: ”Ey Allah Resulü (S.A.S.) şimdiye kadar görmediğimiz garip şeyler gördük. Üç vuruşunda da kayadan şimşekler çıkıp dalga dalga yayılarak etrafı aydınlattı. Bunun özel bir nedeni var mı? diye sordular 
Sevgili Peygamberi imiz Resulü Zişan efendimiz “Doğru söylüyorsunuz. Ben kayaya ilk vurduğumda gördüğünüz şimşek, Hire şehrinin köşklerini ve Kisra’nın Medain şehrini aydınlattı. Cebrail bana gelerek ümmetimin buralara hakim olacağını haber verdi. İkinci vuruşumda gördüğünüz şimşek, Rum ülkesini, saraylarını aydınlattı. Cebrail, Ümmetimin buralara da hakim olacağını haber verdi. Üçüncü vuruşta gördüğünüz şimşek, Sana şehrinin köşklerini ve saraylarını aydınlattı. Cebrail bana ümmetimin buralara da hakim olacağını haber verdi. Sevinin! Ümmetim, yardım ve zafere nail olacaktır.” buyurdular 
“Kendine Iyi Bak Çünkü Alemin Özüsün Sen. Varlıkların Gözbebeği Olan İnsanoğlusun Sen” der yüce üstat Şeyh galip efendi hazretleri. 
Bu müjdeyi işiten İslam kumandanları, Ebu Muaviye’den başlayarak, defalarca İstanbul’u kuşatmışlardır. Muaviye zamanındaki fetih girişimlerine, Resulullah Aleyhisselatü vessalam efendimizin bayraktarı olan Ebu Eyyub el-Ensari radiyallahu anh Hazretleri de katılmıştır. Ancak bu ulvi ve şerefli vazife taki yıl 1453 e kadar sürmüş ve kimseye nasip olmamış. 21 yaşındaki kumandan gazi II Murat Han oğlu Gazi Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerini beklemiştir. Ne mutlu o yuce komutanı doğuran anaya. Allahu Zülcelal hazretleri onlardan razı olsun. Sözü uzatmayalım gün gelir kervan gelir ve Osman oğulları Kostantinenin önüne gelir çadırını kurar fetih hazırlıklarını başlatırlar. Sevgili Peygamberimizin duası yerini bulur Osman oğullarına bu zafer nasip olur. 
Evliya Çelebi Hazretleri meşhur "Seyahat name”sinde, İstanbul’un fethinden ilgili şöyle bahseder: 
"Cihanın yaratıcısı olan Allah’a sınırsız ve sayısız kere hamd olsun ki; her işin meydana gelişinde O’nun ezeli bir hükmü vardır. Osmanlı Sultanı es-Sultan İbn-i Sultan Fatih Gazi Mehmed Han Hazretleri İstanbul’u fethedince, Peygamber’imiz Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in söylediği "Belde-i Tayyibe" sıfatının harfleri, fethin tarihine uygun düştü. 
Ulu saltanat yurdu Kostantiniyye, Akşemseddin Hazretleri’nin fethini vakit, saatiyle bildirmesiyle hicret’in 857. Cemaziyelahir ayının yirminci günü, Allah’ın emriyle, Fatih Sultan Mehmet tarafından feth olundu. Fethin ardından Sultan Mehmet Han tersane bahçesine gelip, üç gün üç gece müslüman gazilerin tümüne ziyafetler verip, bizzat kendileri hizmet ederek; çeşnicibaşı gibi, kemerinde peştemal ile bütün gazilere: "Ekmek, tuz, yemek; dahi ne gerek?" diyerek beyaz ekmek dağıttı, yemekten sonra da işbaşında olan bilginlerin ellerine ibrik ile su döktü. Ta bu derece nefsini kırıp, üç gün üç gece hizmet eyledi… 
Bütün müslüman gaziler, ele geçirdikleri gaza malından Allah’ın farz ettiği kısmı padişaha verip, bütün esirlerden onda bir padişah hissesi olarak, üç bin sekiz yüz esir padişahın hissesine düştü. Yirmi bin kese Takyanus ve Madyan oğlu Yanko altını düştü. Üç bin saray, iki bedesten ve yedi dükkan bile düştü. Ayasofya Camii ile yedi büyük kiliseyi dahi Sultan Mehmed’e verdiler. Gaziler Fransa kralının orada bulunan kızını da padişaha verip hak düşürdüler. 
Hemen Akşemseddin Hazretleri ayak üzere kalkıp “Ey müslüman gaziler! Bilin ve uyanın ki hepiniz hakkında ahır zaman Peygamber’i, o Server-i Kainat ve varlıkların övüncü; 
‘Kostantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!’ buyurdular. 
İmdi, inşaallah hepinizin ve hepimizin günahları affedilmiştir. Bu gaza malını israf etmeyip, İstanbul’da hayır eserleri yaparak, padişahınıza itaat eyleyiniz!’ dedi. Sonra da; ‘Osmancık’tan bu ana kadar padişahlarınıza ‘Bey’ derdiniz, bundan sonra ‘Sultan’ deyin. Etek toplayıp, ziyafette size hizmet ederek ekmek dağıttı!’ diyerek padişahın başına iki çatal ablak sorgucu takıp, ‘Padişahım! Osmanoğulları’nın yüz suyu oldun, hemen Allah yolunda mücahid ol!’ diye gülbang-ı Muhammedi çekti. Sonra bütün gaziler İstanbul’a dağılıp imar etmeye başladılar." diye buyurur. 
Daha sonraki dönemlerde Gazi fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri şehri yeniden imar eder ve Ayasofya’yı cami haline getirir. Arkasına bir hutbede şu vasiyetini bildirir. 
“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak ondan tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. 
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; 
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. 
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir. (Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453) der ve verdiği fetvasının altını mühürler. 
Ayasofyanın önemini yeri gelmişken bir konuda daha anlatalım.
İmparator Justinianus Ayasofya’nın rüyasında gördüğü kubbesinin aynısını yapmak ister ama bir türlü kubbeyi ayakta tutamazlar. Bir gece yine rüyasına Hızır Aleyhisselamın girdiği söylenir. 
-“Eğer bu kubbeyi ayakta tutmak ister isen son nebinin tükürüğünü zemzem suyu kabe topragı ile karıştırıp bir harç yapılıp, ancak bu harç ile kubbeyi tutturabilirsiniz” diye bir sır verir. 
İmparator hemen tayin ettiği bir görevliyi Mekke’ye yollar. 
Peygamber efendimiz amcası Ebû Talip aracılığı ile son nebi Hazreti Muhammet (s.a.v) Efendimizin tükürüğünü Kabe toprağını ve Zemzemi alıp Ayasofya’ya gelirler. Terleyen Direğin dibinde karılan harç ile kubbeyi inşa edilir. Ve kubbenin tam altına da bunu belirtmek için altıntop bir kandil asılır. Daha sonra III. Ahmet bu altıntopun yerine bir top kandil yaptırarak camiye vakfe eder. 
Akşemseddin Hazretleri'nin ilk ders verdiği yer olan “Serin Pencere” ve bu pencereden soğuk soğuk esen rüzgârın İlahiyat tahsil edecek talebelerde zihin açıklığına sebep olduğu sebebi ile buraya gelip zihin açıklığı için Allah’a dua ettikleri söylenir. 
Evliya Çelebi “Seyahatname” sinde unutkan olanların bu kubbe altına gelip Altıntopun altında 7 kere namaz kılıp dua ettiklerini ve 7 adet siyah üzüm yiyerek şifa bulduklarından bahseder. 
Ayasofya’nın Kıbleye bakan kapısının kanatları Nuh Peygamberin (a.s.) gemisinin tahtasından yapıldığı rivayet edilir. Bu sebepten sefere çıkacak tüccarlar buraya gelip kapıya ellerini sürüp dua ettikten sonra denize açıldıkları söylenir. 
Ayasofya’nın içinde bir kuyu vardı ki, nefes darlığı çekenler sabahın erken saatlerinde buraya aç karna gelip bu sudan içerlerse hemen şifa bulup iyileştikleri yolunda rivayetler vardır. 
Ayasofya’nın Güney Kapısındaki dehlizde bulunan bir oyuk ise Hz. İsa’nın beşiğidir diye söylenir. Hasta olan çocuklar buraya yatırılıp iyileşmeleri için Allah’tan şifa dilenir. 
Aynı zamanda Hz. İsa’nın doğduğu zaman yıkandığı taş teknede yine buradadır. Yeni doğan çocuklar buraya getirilip yıkanır. (Hristiyanlardaki batıl inanç vaftiz de burdan doğmuş olsa gerektir) 
Şark tarafındaki mahfilde ise zeminde yazılı bir taş bulunur. Hanri Donaldo yazan taşın altında 1205 yılında bir Bizanslının zırhı varmış. Bu zırh Fatih Sultan Mehmet’in resmini yapan ünlü İtalyan ressam Bellinli’ye hediye edildiği belgelerde kayıtlıdır. 
Orta Cümle kapısı üzerinde sarı pirinçten tabuta benzeyen bir sanduka var. İçinde Kraliçe Sofya’nın mumyası olduğu rivayet edilen bu sandukaya her kim elini sürmeye kalksa, o anda ibadethanede büyük bir deprem başladığına şahit olunmuş, Böylece Sofya sırrını kimseye göstermek istemezmiş. 
Şimdide Ayasofya’nın son dönemlerindeki gelişmelerine doğru bakalım. 
İnsan inandığı gibi yaşamazsa yaşadığına inanmaya başlar. 
O günden bu güne gelindiğinde yıl 1931 gösterir Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Bizans enstitüsü namına, Thomas Wittemore, Camiin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek müsaadesini ister ve izin verilir. Sebep olacak ya, 1932 de mozaik uzmanları işe koyulur. Nefis panolar ortaya çıkmaya başlar. 
1934 ortalarında Maarif Vekaletine, Abidin Özmen getirilir ve İstanbul'a gelince ilk işi Ayasofya'yı teftiş etmektir. Çalışmalar ve mozaikleri inceler, Camiin mabet dışındaki kısımlarının perişanlığını görür ve bu yerlerin ihya edilip bir müze halinde halka açılmasının faideli olacağını düşünürler. Uzman heyet dedikleri lakin manevi şuurdan yoksun beşer topluluğu dediğimiz bir komisyon kurulur. Bu komisyon ekim sonunda raporunu bitirir ve üst makamlara raporunu takdim eder. Ayasofya camisinin ibadete kapatılması süreci yavaş yavaş başlar. Bu süreçde heyetin Tavsiyeleride şöyledir. 
Müze olması için Wittemore'un çalışmaları bitmelidir. Bu arada dış kısımlar, kapı ve pencereler tamir edilmeli, son cemaat mahalli teşhir edilecek hale getirilmeli. Binayı ihata etmiş kahve, sundurma, köhne ahşap bina, dükkan, kulübeler yıkılmalıdır. Cami'e bitişik "Kimsesizler Yurdu" yıkılmalıdır. Avlu tanzim edilerek açık müze yapılmalıdır. Camiin ibadet kısmı İBADETE KAPATILMALI buraya BİZANS ESERLERİ konularak BİZANS MÜZESİ yapılmalıdır. Ayasofya'nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, Camiin uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir. İslam aleminin göz bebeği bu Caminin, ibadethane kısmının da ibadete kapatılarak buranın da müze olması, hem de Bizans Asarı Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu insanlardır! Bu komisyonda bulunan sadece bir tek kişi bu fikre itiraz etmiş ve "ibadet kısmının aynen ibadete açık kalması gerektiğinde" ısrar etmiş ve muhalefet şerhi koymuştur. Bu anlayışı gösteren, ne hazindir ki, Heyette tek yabancı üye olan Alman Profesör Erckhard Ungar'dır! Allah kendisinden razı olsun. 
1945 yılına kadar tamirat var diyerek yıllarca halk oyalandı ve ondan sonrada bir daha o muhteşem Ayasofya Camii olarak açılmadı. Bu aradaki devlet büyükleri ne hikmetse hiç seslerini çıkarmadılar olaya hep farklı kişilerin kapısından baktılar Ara sıra bazı cami ve dernekler Ayasofya önünde açılması için gösteri yaptılarsa da kimse kulak verip de dinleyen olmadı. Bu işlerde de bir hikmet var diyerek olayın diğer yüzüne bakalım ve ilerleyelim. 
Dünyada yaşadığımız müddetçe beşer olarak ah almak dan beddua almaktan hep çekinir ve uzak dururuz. Ama ne hikmetse cahillik makamında bulunan insanlar başları sıkışınca beddua etmekten hiç çekinmezler. Buda nefsin insana zulmetidir, lakin insan farkında olmaz. Hayatı ferah, rahat yaşamanın sırlarından bir tanesi de beddua almamaktır derim, sadece bir tanesi bu, Haklıysanız beddua işlemez diyor Aleyhisselatü vessalam efendimiz, Lakin haklı yere o bedduayı almışsanız o zaman zarardasınız kendinizi affettirmekten başka yapacak bir şey yok Allahu Zülcelal hazretleri bizleri muhafaza etsin yoksa yedi nesil o bedduayı üzerinden kaldıramaz. Sevgili peygamberimiz bir mümine lanet (Beddua) etmenin, onu öldürmek gibi olduğunu söyler. Yapılan bir lanetin (bedduanın) yerine vardığında haksız yere yapıldığını görünce sahibine döneceğini haber verir. Gazi Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri ve kendisinden önceki ecdatları övülmüş şehir olan İslam bul’ u almak için ne zulmetler çekmişler nice yiğitleri bu yolda hak şehadet şerbetini içirmişler, geceleri gündüzleri bu güzel şehri almak için o mübarek duanın insanları olmak için zamanlarını enerjilerini harcamışlardır. Eee nede olsa en büyük hizmet hak yolundaki emektir. 
Kısaca büyük ecdadımız o günden bu günleri görmüş olacak ki yukarıda arz ettiğim vasiyetnameyi kendinden sonrakilere tebliğ etmiştir. 
Yıl 2013 Rebüevvel bu günlere gelene kadar bu insanlar çok sıkıntı çektiler maddi manevi daha da çekenler var. Allaha hamd-ü senalar olsun ki son yıllarda bu sıkıntılarımızın çoğu gitti azı kaldı. En azından artık gözümüzün önünü görebiliyoruz. Şeytanı Lanettayın yeryüzünde olduğu sürece de bu sıkıntılar hiç bitmez. Sözü fazla dolandırmadan hakikati söylemek en doğrusudur der büyüklerimiz. 
İstanbul’ u Fetheden büyük ecdadımız Gazi Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin hiyamesin de bulunan Ayasofya Camisi ibadete açılmadan torunları olarak kendimizi affettirmeden bu sıkıntılar üzerimizden kalkmaz unutmamak lazım. Bir ecdat ki torunlarına beddua eder mi dersiniz kimse o riske girmez derim kısaca hayır. Peki bu beddua kimin üzerinedir dersek ecdadın torunlarıymış gibi aramızda bulunan haclı zihniyetini hiç kaybetmemiş gayrimüslimlerdir. 
Aylardan Rebüevvel günlerden çarşamba evet kaainata rahmet ve muhabbet diye gönderilen insanların en şereflisi olan sevgili peygamber efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa s.a.v doğum günü yani Mevlit Kandilidir. Muhabbeti Muhammet aşkıyla o güzel sözleri yazan Süleyman Çelebi hazretlerinin aşk ile kaleme aldığı beyitlerin söylendiği o mübarek gündür. 
Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır 
Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır 
Bu gelen aşkına devreyler felek 
Yüzüne müştak durur ins ü melek 
Bu gice ol gicedirkim, ol şerif 
Nur ile alemleri eyler latif 
Bu gice şadan olur erbab-ı dil 
Bu giceye can verir eshab-ı dil 
Rahmeten li’l alemindir Mustafa 

Yüce Mevla’m Süleyman Çelebi Hazretlerinden razı olsun. Hele ki bu Mevlüdü şerifi aşk ile okuyan gözleri görmeyen hafız bir âdemoğlu söylerse etraf yansıyan nuru cezbeyi siz düşünün. 
Yıllardır özlemini çektiğimiz Ayasofya’nın cami olarak açılması ve üzerimizdeki millet olarak bedduaların manevi sıkıntıların nasıl kalkacağını düşünürken şükürler olsun ki Mevlit Kandilin arifesinde Ayasofya’nın açılmasına kendisini adamış büyüklerimizden gelen haber aynen şöyleydi.: “Hazırlanın yarın akşam Ayasofya’dayız Mevlüdü şerifi orada okuyacağız namazımızı da orada kılacağız vakit geldi inşallah yakında kapılar açılacak” Manevi mesajlar açılacağını gösteriyor İnşallah” 
Tekrar, şükürler olsun ki bizlere bu günlere yaşatan yüce Mevlamıza. Açılıyor denmesi bile insanın üzerine ayrı bir manevi heybet giydiriyor. Burayı açmak bizlere nasip olur diye gelen habere uyduk büyük bir hevesle ve o gece Ayasofyadaydık. 
Hayır işlerimizde niyet çok önemli olduğunu bildiğimizden hepimiz önce niyet ettik. Manevi Kapıların açılması için Allahu azümüşşana dua ettik samimiyetimizi göstermek için. Bülbülü aşık sesli Hafız Murat efendi Hazretleriyle Ayasofyanın içindeki (Fatih sultan Mehmet han hazretlerinin Cuma namazını kıldırdığı) minberin önündeki duvarın arkasında Ayasofya camisine bitişik olan ve küçük bir cami olarak kalan bölümde akşam namazımızı kıldık. 
Bismillah diyerek başladık Mevlüdü şerif okumaya, yatsı namazını buldu programın bitmesi dualar ettik yüce Mevladan ecdadımızın bizlere yadigar olarak bıraktığı camiyi şimdiki müzeyi tekrar camiye geri çevirmek için Rabbim niyetimizi kabul buyursun makamında, bizlere bu kapıları açsın açsın ki zamanın sahibine hazırlık yapalım kendisini karşılayalım. Mevlidi şerif haftasının cumasında bir kardeşimiz Büyük Millet Meclisine dilekçe verdi. Allahu zülcalel Hazretleri kendisinden razı olsun, hadi hayırlısı diyerek dilekçenin sonucunu hayırla döner muradıyla beklemeye koyulduk. Yakında muhabbetle açılacak inşallah, 
Umudumuz ve duamız odur ki; Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyefendinin Ayasofya Camisinin İstanbul’un Fethinin yıl dönümü olan 29 Mayıs 2013 de cami olarak açılacağını tüm dünyaya açıklamalarıdır. Bütün İslam âlemine hayırlı olması dileğimizdir. 
Bizlerde halk olarak sayın büyüğümüz ve Başbakanımıza minnet duyuyor, kendisini Rabbimiz başımızdan eksik etmesin diye dualarda bulunuyor ecdadımıza hayırlı devlet adamı ve halk olmayı Yüce Mevla’dan niyaz ediyoruz. El-Fatiha

Bu yazı toplam 26381 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar