Prof.Dr. Mehmet Gürol

Prof.Dr. Mehmet Gürol

SESSİZ ÇIĞLIĞIMIN YUTKUNMASI

Sevgili dostlar, anlamakta zorlandığım biçimde karmaşık duygular yaşamaktayım. Sürekli olarak, hangi konuyu ele alsam diye kendime sorular yöneltiyorum. Üniversiteye giriş sistemini yazayım diyorum. Ama bilimsel temelde tartıştığım takdirde sizlerden tepki alacağımı biliyorum. Çünkü ideolojik olarak yaklaşılan her konu bizi çıkmaza götürmektedir. Çubuk ovasına Üniversite yakışır diyorum. Şuayip Bey"in görüşlerini bilimsel verilerle desteklemek istiyorum. Hemen aklıma "Üniversite nedir?" sorusunu sorup bundan da vazgeçiyorum. Tarık Sezai Bey"i eleştirmek istiyorum. Lakin üslubu o kadar güzel ve akıcı ki, biraz duraksadıktan sonra bundan da vazgeçiyorum. Herkes, bir yerlere ve yerlerde açılımını sürdürüyor. Bende mi açılayım saçılayım diyorum. Nasıl olsa Allah bizi üryan olarak yaratmış diyorum. Sonra düşünüyorum bireysel üryanlıkta sorun olmayabilir diyorum, ama milletimin üryanlığına hizmet edersem diye korkuyor ve Allah"ıma sığınıyorum. Öyleyse televizyonları daim işgal eden ve sürekli evimize kadar girip köpek gibi bağırıp tükürüklerini suratımıza göndererek beni de kendine benzetmeye çalışan sözüm ona yorumcuları, habercileri, liboşları, yazarları, aydınları mı eleştirsem diyorum (şu anda TV"de Türk Milletinin kurduğu bir Devletin belediye başkanı olup, yediği tabağa…. eden bir zat (!) terbiyesizce küfrediyordu). Lanet olsun deyip vazgeçiyorum.

En iyisi mi dış mihraklara yöneleyim diyorum. Tam da elimin altında bununla ilgili bir kitap var. Okudukça beni hem heyecanlandırıyor hem de düşündürüyor. F. Fukuyama"nın "Büyük Çözülme" adlı kitabı. Batının çağımızdaki sıkıntılarını yalın ve değişik verilerle anlatıyor. Kitaptan bazı veri ve sonuçlar: Çoğu Avrupa ülkesi ve Japonya"da evlilik ve doğum oranları çok düşmüş; boşanma oranı çok artmış; ABD" de doğan her üç çocuktan biri, İskandinav ülkelerindeki çocukların yarısı gayrimeşruymuş; ABD ve Avrupa"da yaşayan insanların çoğunluğunun hükümetlerine ve vatandaşlarına güven duyguları çok düşmüşmüş vb.


Neyse, "Batı çökene kadar bizim yapmamız gereken çok şey var" deyip içimi, için için kemiren bir konuya değinmek istiyorum: Öğretmen yetiştirme konusu. Bu da sorun mu diyebilirsiniz? Öğretmen yetiştirme sistemimizdeki gariplikler, ucubeler, politikasızlıklar, yaz bozlar, umut tacirlikleri vb. konular beni çok endişendiriyor. Çünkü Herkesçe bilinir ki iyi bir eğitim, mutlaka iyi eğitilmiş “eğitici” kadrosuyla gerçekleşebilir. Sistemi ve uygulama programları bu kadrolara rehberlik eder. Peki! Öğretmen kimdir? Öğretmenlik mesleğinin tanımı, 1739 sayılı milli eğitim temel kanunun 43. maddesinde şu şekilde ifade edilmektedir; “Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir”. Özel bir ihtisas mesleği olmasını sağlayacak en önemli unsurlardan biri “eğitim bilimleri ya da alan eğitimi alanında yetişmiş kişilerin yürüttüğü teorik ve uygulamalı derslerden yeterli olmaktır”.

Aynı zamanda alınan bu derslere ek olarak eğitim fakültesi kültürünü deneyimlemesi ve bir eğitim kurumunun üyesi olmak için gerekli anlayışı, tutumu ve bakış acısını da kazanması gerekmektedir. Öğretmenlik mesleğini tercih eden kişilerin, ilgili yükseköğretim kurumuna öğretmen olmayı bilerek ve isteyerek gelmesi, öğretmenlik mesleğinin ihtisas mesleği olmasına ve öğrencilerin bu durumu içselleştirmesine katkıda bulunacak çok önemli bir unsurdur.

Eğitim fakülteleri, öğretmen yetiştiren ve eğitim, öğretimin kalitesini artırmak için araştırma geliştirme faaliyetleri yürüten bir kurum olarak, öğretmen olmayı daha ilköğretim ya da ortaöğretimde, bu fakülteleri seçerek gelmiş öğretmen adaylarına ihtiyaç duymaktadır. Aksi takdirde, tanımsız ve amaçsız fakültelerden mezun olmuş, amaçsız kişilerle eğitim-öğretim yapma yükünü eğitim fakülteleri de kaldıramayacaktır ve kurumun gücünü ve dolayısıyla öğretmenlik mesleğinin kalitesini düşürecektir. Öğretmenlik, işsiz üniversite mezunlarına iş olamayacak ve üzerinde kısa vadede düşünülemeyecek kadar değerli bir meslek, ihtisas alanıdır.

Neden bunu açıklama ihtiyacı duydum?
 
Çünkü YÖK sekiz üniversitenin Fen Edebiyat Fakültelerine pedagojik formasyon denilen programı uygulamalarına izin verdi. Bu izin, Eğitim Fakülteleri ile Fen ve Edebiyat Fakülteleri arasında önemli gerilimlere neden oldu. YÖK"ün bu hakkı hangi üniversitelere verdiği, bu kararı alırken hangi kriterleri uyguladığı bilinmiyor. Bu karar düşünülmeden, uzun uzun tartışılmadan alınmıştır. Üniversite yönetimleri, bu fakültelerin öğretim üyeleri, öğrenci ve yöneticilerinden gelen baskılarla karşılaşmıştır. Üniversitelerimiz arasında bu konuda YÖK"e başvuran, başvurmayan, erken başvuran, geç başvuran ya da başvurusu kabul edilen, edilmeyen üniversiteler olarak gereksiz ayrımlar ortaya çıkmıştır. Diğer bir sorun da Eğitim Fakültelerinde Eğitim Bilimci ve Alan Eğitimcisi olarak öğretim elemanı sıkıntısının olmasıdır. Ders yükleri çok fazla olan bu öğretim elemanlarının Fen ve Edebiyat Fakültelerindeki Pedagojik Formasyon derslerini karşılamaları mümkün görünmemektedir. Bu nedenle İzin alan bazı üniversiteler pedagojik formasyonu, formasyonu olmayan alakasız kişilere verdirerek ya da özel dershanelerden kişileri çağırarak sistemi dinamitlemekte hiçbir mahsur görmemektedir.

Diğer taraftan bu karar, Fen ve Edebiyat Fakültesi mezunlarına imkan sağlamakta, umut dağıtmaktadır. Çünkü mezun olan Fen ve Edebiyat Fakülteleri öğrenci sayısı: 185.662; Eğitim Fakülteleri öğrenci sayısı: 160.573; 2009 KPSS"ye öğretmen adayı olarak girenlerin sayısı: 243.569; 2009 KPSS"ye göre öğretmen adayı olarak atananların sayısı: 15.800; 2009 KPSS"ye göre atama bekleyen öğretmen sayısı: 229.996; 2003-2009 yılları arasında kadrolu atanan öğretmenlerin toplam sayısı: 147.702; Atama bekleyen öğretmen sayısı: 300 bindir. Bu sayının yeni uygulama ile çok kısa sürede 500 bine çıkması kaçınılmazdır.

YÖK"ün ilgili kararı Eğitim Fakültelerinin kendilerini de sorgulama fırsatını verecektir. Örneğin şu soruların cevabı nedir?

Eğitim Fakültelerinin Dekanlarının kaçı Fen Edebiyat, İlahiyat ve diğer Fakültelerinin kadrosundadır.
Kadrosu Eğitim Fakültesinde olan kaç kişi Fen Edebiyat Fakültesine dekan olmuştur?
Eğitim Fakültesinde görev yapan öğretim elemanlarının kaçı Fen Edebiyat, İlahiyat gibi fakültelerden olup, kaçının doktorası Fen Edebiyat, İlahiyat alanındadır?
Öğretim elemanlarının kaçının öğretmenlik deneyimi vardır?
Eğitim Fakültelerinin kaçı Fen Edebiyat Fakültelerinin arka bahçesi olmaktan kurtulabilmiştir.
Öğretmenlik formasyonu olmayan kaç öğretim elemanı Eğitim Fakültesinde görev yapmaktadır?
Eğitim Fakültelerindeki öğretim üyeleri ve diğer öğretim elemanları haftada ortalama olarak kaç saat derse girmektedir?
Eğitim Fakültelerinin kaçında kurumsallaşma vardır?

Bunlara benzer soruları çoğaltmak mümkündür. Konuyla ilgili olarak tanık olduğum birkaç vakayı aktarmak istiyorum. Mühendis kökenli bir profesörümüz "formasyon derslerine herkes girebilir" demişti. Teknik kökenli bir hocamız da "ben de çocuk büyütüyorum. Eğitim Psikolojisine ben de girebilirim" demişti. Peki! bu derslere girebileceğini söyleyebilen bu hocalarımız, bu yetiştirdikleri öğretmen adaylarına, kendi çocuklarını teslim edebilecekler midir? Yürek ister.

Kendilerine saygısı olmayanların başkalarına saygı göstermelerini beklemek beyhude olacaktır. AB"de öğretmen nasıl yetiştirilmektedir? Bir sonraki yazımız bu konuda olacaktır? Belki, çifte standartlı bakış açımıza yardımcı olabilir. Bütün amacımız çocuklarınızı yetiştiren öğretmenin nasıl yetiştiği veya yetiştirilmeye çalışıldığı konusunda sizi bilgilendirmek olacaktır.

Sevgiyle kalın…

Bu yazı toplam 3825 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.